- 624 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Hüzünlü Bir Bulutum Kürende
Sancıların ıslak yanaklarıyla yıkama yüreğinin titreşimlerini
Sevdalı yüreğindeki kımıltılı düşlerle büyüt seven yüreğimi
Hüzünlü bir bulutum kürende, yağmurlara aç aşkın ülkesini
Uzan körpe sevinçlerime, göğsündeki aşkla kuşat zirvelerimi
Güzelliğinin delirmiş ırmaklarına gülüşlerin düşerdi, ben sorgularla tüketilen anların saçlarını yolarken. Şifalı bitkiler boy atardı dağlarda, özlemine sarılıp yatarken. Avuçlarımdaki yokluğa uzanırdın, göğsümdeki aleve sevgini uzatırdın. Seninle bir yıldıza yürürdük, yürüdükçe sevdalı şarkılara bölünürdük ve yeniden birbirimizin surlarını bulurduk. Aşktı birbirimizdeki yokluk, tırmandıkça zirvelerimize bir başka insan olurduk.
Sesim ulaşmadan yüreğine özlemli sözlerim aşar gelir kentine. Önce sözlerimi okur, sonra sarılırdın göğsümün sevdalı tellerine. İçindeki aşkla kad/erim der, sarardın beni tüm sevginle. Al/evli bedeninin gizli kapılarını açarak alırdın beni titrek arzularına. Gece bizi s/aklar, kadın ellerin mevsimleri şaha kaldırarak damarlarını açar ve defalarca dökülüşlerle karanlıklar aydınlığın kapılarını ardına kadar açardı.
Senin için çözdüm buz dağlarını, göğsündeki ateşi kullanarak. Senin için böldüm denizleri, yüreğinin asasını kullanarak. Gemiler yüzdürdüm sonsuzluğa, kuşlara ismini verdim, uçtular Nuh’un yaşadığı özgür krallıklara. Seni çizdim haritalara, senin bakışını verdim aşkın adasını arayan tüm sevdalı tayfalara. Seninle savruldum, suya hasret yağmur ormanlarına, seninle kalktım gülüm, asırlardır oynanan mutluluk halaylarına.
İçimizdeki tutku odalarını dolaştım sensizken. Yamalı perdelerde ellerinin kokusu, abajurda gözlerin, aynada gözyaşın vardı. Masadaki sürahiden dünden kalan suyu doldurdum, içemedim. Gülüşlerin vardı buz gibi odada, karanlıktı siluetini seçemedim. Öksüzdüm, yılgındım, dokunsalar kanardım. Bir yel aralardı perdeyi, ağlayamazdım. Duvardaki takvimden bir yaprak eksilmişti belki, saatlerin tik takından dökülen aynı sesti, fark ettim ve geri döndüm. Sen yoktun, o odaya bir ceset gibi gömüldüm.
Bölünmüş günlerin birbirimize ayrılmış saatleriyle tüketiriz yaşanılamayanları. Göğümüzü göllerle donatır, yemyeşil gözlerine menekşeler ekerim, sen bende kaldığın zamanlarda. Göğsümüze mutluluk yağmurları yağar öylesi anlarda, ruhumuzdaki sağanakla dağlardan kayalar düşer, denizaşırı umutlarımız yangınları deşer, onulmaz yaralarımıza kangren bulaşır sonra, bir bekleyiş masalı kâğıtlara derdini döker.
Avutulan düşlerimizin hiç düşünülmeden sarf edilmiş sözcükleriyle kapanır göğsümüzdeki özlemin paslı vanaları. Dalda kiraz çiçeği üşürken geceleri, asmada üzüm kararır. Gözlerimizde anı bekleyen özlem kristallerine ansız çiyler düşer aynı anda, göle yağmur damlar, bir balık denizini arar, söz susar, oltada iğne ağlardan hüznü toplar. Yakamozların dansıdır yaşam, toprak suya bakarken, rüzgâr kuytularda şafağa soluğunu saklar.
Baharın koyu gölgesine sarılınca yürek, özlem yanar dudaklarda. Yıldız düşer soframıza, ayın şavkı dolar bardağımıza ve mutluluk gecenin sessizliğini bekler sabırla. Kadehlerdeki dudak izleriyle, bedendeki hak eden ellerin sezgileriyle ve birikmiş bir arzunun direnciyle örtülür perde, karanlık geçerken gündüze. Gün dökülür sarı ışıklarla yüreğe, içli bir şarkının eşliğinde diz çöker sevgiye adam, gözyaşları dökülürken aşk denen tanımsız bilmeceye.
Gölge olup sevgiye günlerin hesabını isterken, kendi hesabımızın perdelerini sıkı sıkıya örteriz gerçeğe. Her sitem bir özrün parçasıyken ve her af dileme çaresiz bir anın sargılı yarasıyken yasak bir kentte sesimizin kırık parçalarına en uygun sözleri yamarız. Çağrılar bırakırız garip bir aşkın gecesine birden, geri dönen kendi parçamızdır, yıkık bir coşkunun molasında el sallayan bir kadının kahırlı bir şarkıya en hazin ağlamasıdır.
Öfkelerle yıprattığımız en paslı anların tozuyla kararız sevda harcımızı. Göz kapaklarımızdaki kırık damlaların çelişkili iklimlerinden hızla akarken toprağa, kanar yüreğimiz. Saklamayı beceremediğimiz emanetlerle ödüllendirilir gerçeğimiz. Anlık unutuluşların, yanık sokuluşların çapraz dalgalarına kapılır, fersah kulaçlarla kıyılar ararız. Dikey bir zirvedir gözyaşı, hüzünlendikçe kendi gözlerimize ışık ararız.
Yılların yaşanmamış tozlarını serperek hayatın yollarına sana geldim, göğsümdeki onlarca cam kırığı ile. Sevgi dolu bakışlarına kapıldım, sevdalı sözlerinin pembe yataklarına atıldım ve kadın düşlerinin dizlerine yorgun yüreğimi yatırdım. Sana geldim şafaktan önce. Bütün ahiret çizgilerini bir kalemde sildim, seni aşk bildim. Sana geldim yar, düşlerinin en güzel köşelerini yatağım seçtim, ömrümün son demi için ben aşkını, yüce sevgini seçtim.
Selahattin Yetgin