- 811 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"GÜNLERİN BUGÜN GETİRDİĞİ"
Kapitalizmin içine düştüğü krizin bedelini emekçilere ödetmek için işten çıkarmaların, ücretsiz izin kullandırmaların, ücretleri düşürmenin yoğunlaştığı bir süreçten geçiyoruz. Tüm dünyayı etkisi altına alan ve işçi sınıfının sendikal-siyasal açıdan “örgütsüz” olarak yakalandığı bu kriz sömürüyle birlikte çalığın, işsizliğin, çatışmaların, toplumsal çözülmenin de küresel ölçekte yaşanmasına yol açıyor.
Artık hiçbir çalışan yarınına güvenle bakamıyor. İşsizler gelecek umudunu yitiriyor. En gelişmiş olanından en gerisine bütün ülkelerin emekçi halkları yarını bile düşünemeyecek kadar günlük yaşamlarını sürdürebilme endişesiyle yaşıyorlar. Herkesin kendi gününü kurtarmaya, kendisi için düşünmeye ve tedirginlik duymaya başlaması işçi sınıfının dağılmasına, yalnızlaşmasına yol açıyor. Tam da bu durumda krizin gerçek sorumluları olan ve günlük yaşamlarında en küçük bir olumsuz değişiklik olmayan siyasi iktidarlar ve patronlar krizden çıkış için emekçilerin sırtına daha çok binmeye başladılar.
Örneğin, Erdemir’de ücretlerin % 35 oranında düşürülmesi emekçilerin sırtına binilmesi açısından olduğu kadar, çalışanların (ve Ereğli Halkı’nın) arasında gelişen; az ücret alan-çok ücret alan, mavi yakalı-beyaz yakalı ayrımları için de önemli bir göstergedir.
2005 yılından 2008 yılına kadar ortalama 500 milyon dolar kar eden Erdemir bu karının küçük bir bölümünü bile çalışanlarıyla paylaşmamışken, 2009 yılı siparişlerindeki düşüşün ardından zararını (bu da kardan zarar) çalışanlarıyla paylaşmayı dayattı. Daha yeni sözleşme imzalanmış bir işyerinde ücretlerin bu oranda düşürülmesi için önce “1400 kişiyi işten çıkaracağız” dediler, sonra da ücret düşüşüne razı ettiler. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek buna denir. Bu arada özelleştirme sonrası işyerlerinde üretilen mal veya hizmet karşılığı elde edilen gelirin bölüşümündeki adaletsizlik iyice su yüzüne çıkmış oldu.
Erdemir ve İsdemir’de ücretler düşürülürken bu iki işyerinin patronu durumundaki OYAK yurtdışında yeni fabrikalar almak için arayışlarını sürdürdüğünü açıklıyor. Yani ortada kriz değil, kriz fırsatçılığı var. İşverenin yüksek sayılabilecek oranlarda kar ettiği zamanlarda toplu sözleşme masasında bu kardan üyeleri için hak talebinde bulunmayan sendika-lar, işverenin az biraz zor durumda kalmasıyla üyelerinin ücretlerinin düşürülmesini zafer edasıyla sunmaya kalkıyorlar.
Benzer bir durum (Türkiye Taşkömürü Kurumu) TTK’da 10 yıldır uygulanıyor. 1999 yılından bu yana işe alınanlar düşük ücretle başlatılıyor. Dünyanın en zor mesleklerinden olan madencilik işi için işe alınanlar eski çalışanların yarı ücretiyle işe alınıyor. TTK gibi bir devlet kurumunun böyle bir ücret politikası izlemesi özel sektör ocaklarında çalışanların ücretlerini de olumsuz etkiliyor. Öyle ki bazı özel maden ocağı yöneticileri “bizdeki koşullar TTK’dan iyi” diyerek her türlü hak talebinin meşruluğunu tartışmaya açma aymazlığını gösteriyorlar.
Son iki yılda içeride ve uluslar arası piyasalarda kömür fiyatlarının % 100 artmış olması bile ne TTK’nın ücret ve istihdam politikasını, ne de özel ocaklardaki ücret politikasını değiştirmedi. Hem TTK içinde hem de değişik işyerlerinde aynı işi yapan emekçiler arasında yaratılan bu ücret dengesizliği çalışanlar arasında bölünmeye, parçalanmaya ve gerçeklikten kopuşa yol açıyor. Yüksek ücret alanlar düşük ücret alanların yaşadığı yoksulluğu umursamıyor, düşük ücret alanlar yüksek ücretlileri kurumun sırtında yük olarak görüyorlar. Oysa; “insan gibi yaşanabilecek bir ücret ne kadardır?” sorusunu sorabilsek birbirimizden bu denli kopmayacağız.
Çalışanların kendilerini kurtarmak veya gelir düzeylerini korumak için örgütlü davranıp mücadele etmek yerine birbirlerinin ücretlerini tartışması, mavi yakalı-beyaz yakalı ayrımına gitmesi tam da krizin sorumlusu olan siyasi iktidarların ve patronların istediği durumdur. İşçi sınıfının tüm işkollarında, işyerlerinde ortak mücadelesinin zorunlu olduğu koşullarda, işyerlerinde yaşanan bu ayrışma ve parçalanma daha çok işten çıkarma, daha çok yoksullaşma ve ücret düşüklüğü anlamına gelmektedir.
Oysa ne olursa olsun ücretler ve çalışma koşullarındaki olumsuzluk bir tek biçimde düzelir: Emek eksenli ortak mücadele... Devletin, siyasi iktidarların ve sendikaların kapitalist düzene göre davrandıkları, politikalar belirledikleri koşullarda çalışanlar emekten yana; özgürlük, eşitlik, adalet, barış çizgisinde politikalar geliştirmeli, buna uygun mücadele araçları ve biçimleri yaratmalıdır.
Çalışma yaşamının ve ekonomi politikalarının hiçbir sürecinde emekçilere sormayan, görüş sormayan, emekten yana karar almayan siyasi iktidar ve patronlara; “Bu kriz bizim krizimiz değil. Doymak bilmeyen kar hırsınız dünyayı sosyal-siyasal-ekonomik-çevresel felaketlere sürüklüyor.” demeliyiz. İşyeri, işkolu, siyasi düşünce, etnik, dinsel, cinsel ayrımlarımızı öne çıkararak patronların ekmeğine yağ sürmek yerine; yoksulluğumuzu, işsizliğimizi, açlığımızı öne çıkarıp emeğimizin karşılığını almak için mücadele etmeliyiz. Bununla birlikte bu dünyada yaşayan her insanın yaşamını sürdürebilmesi için gerekli asgari geçim koşullarına sahip olması gerektiğini, çalışma hakkının istatistik verilerle, kar-zarar hesaplarıyla gaspedilemeyeceğini, bunun bir insanlık hakkı olduğunu savunmak bizim vicdani sorumluluğumuzdur.
2009 yılı çalışanlar ve işsizler açısından çok daha acı süreçlerin yaşanacağı bir süreç olacak. Bu sürece karşılık yeni bir mücadele hattının örülebilmesi için bu 1 MAYIS’a girerken daha güçlü biçimde; “Günlerin bugün getirdiği/ Baskı zulüm ve kandır/ Ancak bu böyle sürmez/ sömürü devam etmez/...” demeliyiz. Çünkü;
KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA DA HİÇBİRİMİZ !
Nsan 2009/ Salim Çalık
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.