Beddiüzzamanı Zehirlediler
Okuduğum son kitabımda bunlar yazılıydı, ve beni gerçekten sarstığı için sizlerle paylaşmak istedim.
Bundan yedi sene önce, kanunların çiğnendiği, beşer haklarının çarmıha gerildiği, hürriyetlerin hiçe sayıldığı, şahsî arzu ve ihtirasâtın kanunlardan üstün tutulduğu bir devr-i rezilânede, Afyon vilâyetinin Emirdağ kazâsına seksenlik bir ihtiyar, bir din âlimi sürülüyor. Nüfus kütüğüne kaydettirilip burada ikamete mecbur ediliyor. Tek gayesi, Kur’ân-ı Kerîm’in ahkâmını tebliğ, insanları doğruya, iyiye ve nâmusluluğa sevk etmek olan bir fikir adamı, nefyediliyor. Her cephesinde kan döktüğü kendi öz yurdunda, engizisyon mahkemelerin dahi insanoğluna revâ görmeyeceği zulme, işkencelere tâbî tutuluyor. Sakalına, bıyığına, kılık kıyafetine karışılıyor; jandarma dipçikleri altında ölüme mahkûm ediliyor.
Sürgün olarak gönderildiği yerde dahi rahat bırakılmıyor. Ecdâdından misâfirperverliği, ihtiyarların, garip ve kimsesizlerin yardımına koşmayı mîras alan her Türk gibi, bu kazâ halkı da, ilmî eserleriyle, ef’al ve hareketleriyle müsellem olan bu zâtın yardımına koşmayı vicdânî bir vazife telâkkî ediyor.
İslâmın ve ilmin izzet ü vakarını şerefle muhâfaza etmesini bilen ve aslâ dünya zevkleri için mihnet kabul etmeyen bu şahsın, siyasî hiçbir parti ve teşekkülle de katiyen alâkası yoktur.
Türkiye’de îman ve karakter sahibi her fikir adamına yapıldığı gibi, bu kimsenin muhtelif defalar evi aranmış, mahkemelere verilmiş, bütün eserleri, mektupları en ufak teferruâtına varıncaya kadar müsâdere edilerek suçsuz yere hapishânelerde süründürülmüştür.
Evet, suçsuz yere diyoruz. Çünkü, vâli ve kaymakamından tutunuz da, karakoldaki jandarmasına varıncaya kadar Üstada ezâ ve cefâ etmek, hapishânelerde süründürmek bir vesîle-i iftihar; şefin gözüne girebilmek, terfî-i makam edebilmek gibi süflî hırslarla yanıp kavrulanlar için ise, bulunmaz bir fırsat olmuştur.
Bu zulüm, bu işkencenin sebeplerini, o devrin dîne karşı olan temâyülünde, vicdan hürriyetine ve İslâmiyete yaptığı baskıda aramak lâzımdır. Bu halin, o devirde hiç de acayip olan bir tarafı yoktur. Zîrâ, o devirde, memlekette dinsiz, materyalist, behimî hislerinin zebûnu köle ruhlu bir nesil yetiştirilmek istenirken, bu zâtın kendi hayatını istihkâr derecesinde ortaya atılıp hürriyetle, ahlâkla, îmanla meşbû, hayvânî hislerin esiri olmayan bir gençlik istemesi ve bu uğurda çalışması, elbette hoş görülmezdi. Millet haklarını çiğneyip, milyonların sırtından ahtapotlar gibi geçinmeyi şiâr edinenler için korkulacak bir haldir bu. Tâkipler, baskılar senelerce devam etti. Onunla konuşanların, mektuplaşanların, hizmetine koşanların
evleri arandı, kendileri Afyon hapishânesinde çürütülerek çoluk çocukları sokaklarda sürünmeye mahkûm edildi.
Onun el yazması Kur’ân-ı Kerîm’i ile bunun tefsiri olan Risâle-i Nur parçaları , birer hıyânet-i vataniye evrâkı imiş gibi müsâdere edilip savcılıklara devredildi. Muhâkemesine mevkufen devam edilerek yirmi ay suçsuz yere hapishânede bırakıldı.
Öyle bir an geldi ki, bu vak’aların cereyan ettiği Afyon hapishânesi, Allah’a inanmaktan ve onun emirlerini yerine getirmekten gayri hiçbir suçu olmayan mâsum vatandaşlarla dolup taştı. Onlara revâ görülen zulüm, işkence; şeytanları bile dehşete düşürdü, ayyuka çıktı, vahşet halini aldı. Nasıl Kudüs-i Şerif Yahudîlerin vahşetine ve peygamberlere yapılan zulümlere sahne olmuşsa, Afyon şehri de, insan haklarının çiğnenip vatandaş haklarının çarmıha gerildiği ikinci bir şehir oldu.
14 Mayıs seçimleriyle çeyrek asrın diktatöryası zîr ü zeber edilip çatır çatır yıkılırken, millet, kendi mukadderâtına hâkim olmaktan duyduğu hudutsuz bir sevinç içersinde bayram ediyor.
14 Mayıs’tan sonra herşeyin değişeceğini beklerken, yine görüyoruz ki, vâli ve kaymakamlar eski alışkanlıklarına devamdalar.
Taharrî memurları yine konuşan iki-üç vatandaşın peşinde ve yine Bediüzzaman’ın evi tarassud altında. Öyle ki, bir jandarma çavuşu bile elinde arama emri olmadan Türkiye Cumhuriyeti kanunlarıyla müeyyed bulunan mesken mâsuniyetine tecavüz ediyor. Ve bu cüretkâr, bir türlü ceza görmüyor. Yine Üstadın kılık kıyafetiyle uğraşılıyor, devr-i sâbıkta olduğu gibi, ziyâretine gelenler yine kaydedilip karakollara çağrılıyor.
Kendisini milletine hasreden seksen yaşındaki ihtiyar bir din âlimi öldürülmek isteniyor; hem de Ramazan Bayramı akşamı iftar yemeğine zehir konulmak sûretiyle.
Bu ne fecî, bu ne tahammül edilmez bir haldir. Tecrid edilmiş, dâimî bir tarussud altında, kapısında bekçi. O içerde ölümle başbaşa bırakılıyor.
Heyhât! Geliniz ey ehl-i İslâm! Hep beraber ağlaşalım. Hayır, hayır! Gözyaşlarıyla, feryad ile tedâvisi mümkün değil bu derdin... Allah için uğraşalım.
YORUMLAR
ne diyebilirim yazıklar olsun bize...biz ne müslümanız ne de insan..mutasyona uğramış yaratıklarız biz.maaşlarımıza az zam yapıldığında toplsnıp grev yapıyoruz kıyamet koparıyoruz..ama böyle eğerlerimize yapılan zulümlere kafamız kuma gömerek görmmeye çalışıyoruz.tipik insanız işte...
kutlarım sizi..selamlar