- 1163 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
TERÖRE KURBAN BİR AŞKTI BİZİMKİ/1
“ SİZ O KURŞUNLARI YALNIZ HALKLARIN KARDEŞLİĞİNE DEĞİL,
YÜREKLERDEKİ SEVDALARA DA SIKTINIZ…”
Birkaç metrekareye sığdırılmış yaşam alanında dört dönüyordu Gözde… Demir parmaklıklarla kapatılmış küçücük camdan dışarı sızan ışık aydınlatmıştı bahçeyi. “Uykularımı geri ver Allah’ım, uyuyayım ki yarın beni bekleyen bebelerin enerjisine yenik düşmeyeyim.” Diye yalvardı … Kaç gün uyumadığını hatırlamıyordu, kaç gün deli gibi derse girip çıktığını. Neden, neden bir satır bile yazmamıştı ona. Çoktan mektubunu almış ve cevaplamış olması gerekirdi. Neden sessiz kalmıştı?
Korkarak koridora çıktı, bir sigara yaktı. Derin derin çekti içine üfledi, sanki dumanında sevdiğinin yüzü, kokusu vardı. Sigaraya bu kadar bağlanmam bile senin yüzünden… Kahretsin ne yapmaya çalışıyor bu, neden benimle bu kadar oynuyor?
Bir ileri, bir geri gezinmeye başladı. İçini garip bir korku kaplıyordu. Okul müdürü Ali Ağabey “Sabaha kadar ışık açık oturmayın, gelirlerse direk bulurlar sizi. Hem baskın olursa sakın karşı çıkmayın, biz de sizin fikrinizdeniz, sizi destekliyoruz deyin. Özellikle Gözde sen fırlayıp ukalalık yapma, vururlar. Ne istiyorlarsa tamam de. Yaşamak için buna mecburuz.” Demişti.
Gözde, bu konuşmalara çok öfkeleniyordu. “Abi, biz onların çocuklarını eğitmek için yerimizi, yurdumuzu, ailelerimizi bırakıp geldik. Neden bizi vursunlar? Nerde kaldı halkların kardeşliği manifestosu?“ deyince genç müdür öfkeleniyordu. “Onların ne yapacağı belli olmaz koşulsuz itaat gerekiyor hayatta kalmak için. Ve eğer baskın olursa yere yatın, silah sesleri kesilince zaten onlar bizi bahçede toplarlar. Haa, sen istiyorsan onlara okumak için manifesto hazırla istersen, belki zamanın olur.Direk vurmazlarsa ve dil sorunu yaşamazsan okur,derdini de anlatırsın.” Diyordu.
Derin bir nefes daha çekti sigarasından. Sıcak bir şeyler olsa içseydi içi ısınır mıydı acaba? Çok üşüyordu, çok yorgundu, halsizdi ama uyuyamıyordu. Odaya girdi, arkadaşı Nesrin derin bir uykudaydı. "Ne güzel uyuyor bebek gibi ." diye düşünüp üstünü örttü.
Fazla değil birkaç saat deliksiz uykuydu istediği. Saatin tik takları beynini tırmalıyordu. Yatağa oturup battaniyesini üstüne çekti. Ne olur biraz uyuyabilseydi.Şu saati fırlatıp atabilseydi uyur muydu? Uyumak, uyumak istiyorum… Tikkkkk…. Takkkk…. Tikkkk… Takkkk…. Kendini beynini tırmalayan bu ritme bıraktı. Gözlerini sımsıkı yumdu… Hiçbir şey düşünmeden boş boş bakarken, başı usulca yastığa düştü.
Kaprakanlık bir yerdeydi şimdi… Nerede olduğunu bilmiyordu, kimse de yoktu… Bomboş tarlaların arasında yürüyordu bilinmez bir yöne…Bir köye gelmişti. Çok eski bir bina vardı, okula benziyordu. Okulun etrafında bir yığın garip giyimli insan vardı, koşturuyorlardı. Bağırışlar,çağırışlar…. Alevler vardı, yanıyordu. “Hayııır, yakmayın orayııı ! Bırakın onu,hayırrrrr“ diye haykırıyordu Gözde. “Ne olur onu bana bağışlayın…” Ama adamlar onu duymuyor, görmüyor, o yokmuş gibi davranıyorlardı. Çığlık atmaya, yardım istemeye çalışıyordu ama ne kadar bağırırsa bağırsın sesi çıkmıyordu, kimse gelmiyordu. Onu alıp götürmüşler ve bir duvarın dibinde gözlerini bağlıyorlardı, kurşuna dizilecekti sevdiği az sonra…. “Hayııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııı! Bırakınnnnnnnnnnnnnn onu ” diye haykırdı, ağlıyordu.
“Gözde, Gözde… Aç canım gözlerini yanındayım ben. Yine kabus görmüş olmalısın, uyan canım bak bir bardak su iç iyi gelir.” Diyordu Nesrin. Gözde gözlerini açtı, ağlıyordu. Arkadaşına sarıldı, hıçkırıklar arasında “O-nu, o-nu öldürdüler!” diyebildi sadece. Durmadan ağlıyordu. Kafasını kaldırdı, baş ucunda asılı duran Atatürk portresine baktı. Nesrin anlamıştı ne istediğini. Fotoğrafa uzandı ve Gözde’ye verdi. Gözde boş boş baktı bir süre, sonra tekrar ağlamaya başladı.
Nesrin de iyi değildi son günlerde, sevgilisiyle ayrılmışlardı. O da Atatürk portresinin sağ tarafından aldı sevdiğinin resmini, bir sigara yakıp derin derin baktı gözlerine. Çok özlemişti onu ama tekrar başlayalım deme cesaretini göstermiyordu. En son memlekete gittiğinde Savaş’ı bir başka kızla görmüştü ve çok üzülmüştü. Tatilin bitmesini beklemeden erkenden dönmüştü çalıştığı köye.
Gözde, son günlerde sürekli ağlıyordu, çok dalgındı, konuşmuyordu. Kimseyle de bir şeyini paylaşmıyordu. Bir gün Nesrin ona kendi sorununu anlattı, Gözde onu can kulağıyla dinledi. Arkadaşına üzülmemesini söyledi. “Üzülme en azından sevdin, birliktelik yaşadın ve bitti. Ya ben, ne yaşadığımın bile farkında değilim. Neyiz, ne yaşıyoruz, neden böyleyiz çözemiyorum. Bu belirsizlik beni mahvediyor Nesrin …” demişti.
Gözde’ye bir yerden her hafta mektup geliyordu. O mektuplar gelince Gözde çok mutluydu, defalarca okurdu mektubu… Sonra itinayla katlar zarfa yerleştirir saatlerce cevap yazardı. Ne yazardı, kime yazardı bilmiyordu o dönem Nesrin… Ama Gözde’yi incelediğinde yazarken karmakarışık duygular yaşadığını fark etmemek mümkün değildi. Kah gülümsüyor, kah hüzünleniyor, kah sigarasından çektiği derin nefeslerle dalıp gidiyordu.
Bir de Gözde’nin bunlara o kadar kızmasına rağmen neden Ahmet Kaya dinlediğini çözemiyordu." Dağdakine kızıp bağdakini sevmek gibi " demişti bir gün Gözde’ye… Gözde gülümsemiş, "beni tanıyınca anlayacaksın çelişkilerin insanı olduğumu Nesrin, O’nu sanatı için seviyorum ben… Şarkıları beni alıp götürüyor, kendimi buluyorum sözlerinde " demişti. "Ben halkların kardeşliğini benimsediğim için, kardeşçe yaşam için buradayım. Yoksa ne işim var? Onlara kızıp hepsini aynı kefeye koyamayız, çocukların ve halkın suçu ne? Zaten aradaki nüansı fark etmesek burada çalışamayız… " O sohbetten sonra İlk kez dinlemişti Nesrin bu sanatçıyı ve fena da bulmamıştı.
“Hani benim gençliğim nerede,
Bilyelerim ,topacım….
Kiraz ağacında yırtılan gömleğim
Çaldılar çocukluğumu habersiz…
Penceresiz kaldım anne!”
"Evet , evet biraz pencereyi açmalıyım " diye düşünüp fırladı Nesrin… Temiz hava ikisine de iyi gelecekti. Bu arada Gözde de açılmıştı biraz. Saate baktı Nesrin, sabahın beşiydi.
” Kahvaltı yapalım mı Gözde sonra kahve içeriz .” diye söylenerek cevap bile beklemeden çayı koydu. Gözde’yi o kadar çok seviyordu ki, üzülmesine dayanamıyordu.
Geçen akşam sabaha kadar oturduklarında “Kız Gözde üzülme, o almazsa seni ben kuzenime alırım. Bak seni hiç incitmez, el üstünde tutar. Bir gül gibi korur. Çok da zengin ya bacım, beni de hizmetçi alır bu sefil hayattan kurtarırsın artık… Çocuklarınıza dadılık yaparım, diplomalı dadınız olur ” dediğinde ikisi de gülme krizine girmişlerdi. Gözde “Yok beee Nesrin ben kuzenine değil bizim ağanın oğluna evet diyecem ona inat… Hem ev okula yakın hem de bir sürü köyüm olur kızzz. Hatta belki o da ilerde benim köylerden birine öğretmen olarak gelir.. Off, düşünsene ne biçim magazin haberi olur. Köyün hanım ağası ile öğretmenin aşkı… Hem sonra elimi vurdum mu belime, getirin bakiiim jeepi biz Nesrin’le İstanbul’a alış-verişe gideceğiz derim. Herkes pervane olur . Adamlar tütün parasını alınca İstanbul’a hatunlarla yemeye gitmiyorlar mı? Ses de çıkaramazlar, ne hayat olur ha! Ayağımızda kırmızı şalvar, başımızda sarı başörtüsü, rengarenk elbiselerle ineriz İstanbul’a… " Sonra ikisi bir ağızdan : "Salın da gellll ,amannn amannn meydan adam görsün offff offff ….”
Kalkıp oynamaya başlamışlar sonra da gülerek divanlarına devrilmişler, ayaklarını vura vura saatlerce gülmüşlerdi.
Çay demlenmişti, Nesrin masayı hazırlarken Gözde de radyoyu açtı." İnşallah haberler bitmiştir ." diye geçirdi içinden Nesrin… Birlikte kahvaltı yaptılar, sonra kahve yapmak için kalktı Gözde. Tek eğlenceleri, en lüks içecekleriydi kahve. Bir de fal bakarlardı zaman geçerdi. Yaşamları bundan ibaretti zaten son dönem.
Nesrin yastığın üstünde duran fotoğrafları aldı. Birini Atatürk portresinin soluna, diğerini sağına astı. Gülmeye başladı. Gözde’nin annesi gelmişti. Fotoğrafları kaldırmayı unutmuşlardı. Kadın bunlar kim deyince Gözde “ Anne soldaki fotoğraf Atatürk ilkelerini savunduğu için öldürülen bir öğretmenin sağdaki de şey…” derken Nesrin atlamıştı “Sağdaki de bu köyde şehit olan öğretmenlerden biriymiş. Okulda bulduk da Ali Abi aman kaybetmeyin dedi, biz de buraya astık, çocuklar filan yırtar diye .” deyip birbirlerine göz kırpmışlardı. Vahide Teyze de “ Vah yavrularım vah, pek de genç ve yakışıklılarmış. Yazık olmuş çocuklara …” demişti. Nesrin “Teyze hangisi daha yakışıklı?” deyince “İkisi de yakışıklı, Allah rahmet eylesin.” Demişti Vahide Teyze de Gözde kıpkırmızı olmuş “Allah korusun, ona bir şey olursa ben de yaşayamam” diye geçirmişti içinden ve duvara vurmuştu üç kez.
Nesrin’in Gözde’ye söylemek isteyip söyleyemedikleri vardı aslında. Onun çok üzüldüğünü, ilişkisinin boyutunu bilmediğini gören Nesrin bir gün gizlice zarfın üzerinden adresi almış ve onun yazıştığı kişiye mektup yazmıştı. “Siz sürekli yazışıyorsunuz ve ben bu kızı kuzenime almak istiyorum, aranızda bir şey var mı ? Gözde’ye de sorabilirdim aslında da sizden öğrenmek istedim. . Aranızda bir şey varsa susacağım yoksa da kaçırmak istemiyorum bu kızı, kuzenime alacağım.” Demişti … Karşıdan gelen cevap ise “Ben bu koşullarda kimseyle evlenemem, o istiyorsa evlensin…” şeklindeydi. İlk anda bu cevaba çok sevinmişti Nesrin… Defalarca Gözde’yi yokladığında ise kuzenine pas vermeyeceğini anlayınca onun için üzülmüş ve açıklayamamıştı. Ne diyebilirdi ki senin uğrunda öldüğün, ona bir şey olacak diye günlerce acı çektiğin kişi sana karşı duyarsız mı?
Son günlerde terör olayları arttığından köyden çıkamaz olmuşlardı. Köyde kaldıkça ilginç olaylar yaşıyorlardı. Köyün tek lise mezunu delikanlısı bir akşam annesini yanına alıp Gözde’den Nesrin’i istemeye gelmişti. Gözde ne yapacağını şaşırmış, annesiyle çocuğu ağırlamış ve onun nişanlısı var duymasın ayıp olur diyerek gelenleri postalamıştı. Nesrin olayı duyunca tüm gece odunluk yerine kullandıkları alanda oturmuştu. Sonra da bu olaya çok gülmüşlerdi. “Senin annen sanıyorlar beni “ demişti Gözde.
Ve okula gitme saati geldiğinde iki kız isteksizce süslendiler. Çocukları sevmeseler okula gidecek halleri yoktu. Aynı binadaki sınıflarına doğru yola çıktılar… Akşamın nasıl olduğunu anlayamadan ev olarak kullandıkları odaya döndüler. Her şey aynı monotonluktaydı. Gözde çok perişandı, Nesrin” Yemek yapma sırası bende haydi bakalım sen biraz uyu, akşam sabaha kadar otururuz yine. Yoksa dayanamazsın “ deyip zorla yatırdı onu. Gözde “Anneee çişim var, anne süt istiyorummmm…” diye bebek rolü yaptı ve gülerek uykuya daldı.
Ne kadar güzel uyuyordu, bir bebek gibi. Canım arkadaşım sana söylemek istediğim o kadar çok şey var ki nasıl söylerim bilemiyorum… Bu gün söylesem mi acaba, nasıl uygun bir zaman bulup da anlatsam diye düşünürken bir yandan da yemek yapıyordu.
Biraz sonra Gözde kıpırdanmaya ve uykusunda konuşmaya başladı. “Yapmayın, yapmayın n’olur, bırakın .” diyordu. Eyvah yine kabusu başladı bunun deyip Nesrin onu uyardı. “Gözdeeee, Gözdeee ! Haydi uyan benim Külkedim… Yemek hazır.” Gözde sağa sola başını çevirdi önce, sonra gülümseyerek uyandı. “Yine sayıkladım mı ? “ dedi Nesrin gözlerini kaçırıp, “Yoooo, bir bebek gibi mışıl mışıl uyudun. Bak sana sürprizim var, bu gece sana sütlü irmik tatlısı bile yaptım.” Dedi. Gözde arkadaşına sıkı sıkı sarıldı,” İyi ki varsın.” Dedi.
Yemekten sonra tatlılarını yerlerden sohbete başladılar:
— Biliyor musun Nesrin sen yokken çok sıkılıyordum, iyi ki geldin. Korkudan hiç uyumazdım sabahlara kadar .
— Sanki şimdi uyuyorsun ya ! (Gülüştüler) Aklıma ne geldi biliyor musun hani ilk geldiğim gün bir kuru fasulye pişirmiştin sen, yanında da pilav ve turşu vardı. Tadı hala damağımda. Yarın ondan yapsana.
— Ya normal bir yemekti, sen de amma abarttın onu ha, herkese söylüyorsun. Millet yiyince hayal kırıklığına uğrayacak. Şaka bir yana yaparım, dur aklımdayken fasulyeleri ıslatayım.
Kalktı, koliden bir paket fasulye çıkardı. Yarısını ayıklayıp, ıslattı ve geri döndü. Yaşamları tek odada çekilmiş kısa metrajlı film gibiydi. Bu tek odaydı her şeyleri.
— Nesrin, bu gün de mektup gelmedi bizim elemandan… Sanırım o köyün ebesiyle işleri pişirdi ve beni unuttu. Son mektubunda köyde bir ebe var onun evinde kalıyorum filan yazıyordu. Bu gidişle ben ancak Hasan’ın ikizi ile evlenip köy gelini olacağım…
Güldüler… Nesrin yaptıklarını anlatsa mı anlatmasa mı bilmiyordu. Gözde’nin ona olan sevgisini bildiği kadar Arda’nın yazdıklarını da biliyordu. Ve bu kızın ona umut bağlamasına, günden güne eriyip gitmesine daha fazla seyirci kalmasına gönlü razı gelmiyordu.
— Gözde, bir sigara yak ve arkana yaslan, beni dinle. Sana bunları anlatmak ne kadar zor gelecek bana ama anlatmak zorundayım.
— Hayırdır bacım, çok ciddileştin. Yoksa sen de Harun’la evlenip bu köyde kalmaya mı karar verdin?
— Ah, Gözdeciğim ah… Keşke o kadar kolay olsaydı anlatacağım. Belki kızacaksın bana, yaralanacaksın söylediklerimi duyunca ama sana daha fazla kıyamayacağım. Bence Arda seni hak etmiyor, sus dinle hemen savunma bak. Hiç sözümü kesme. Sizin olayları bildiğim için ben zarfın üstünden gizlice adresi aldım ve ona mektup yazdım.
Gözde kıpkırmızı oldu, ne diyeceğini bilemiyordu. Derin derin çekti sigarasından. Bunu nasıl yapardı Nesrin ona sormadan…
— Ve canım aldığım cevabı sana söylemeyecektim aslında. Ama son günlerdeki kabusundan dolayı söylemeye karar verdim. Beni beklemesin, benim onunla hiçbir bağlantım yok , kimi isterse onunla evlensin diyor Arda.
Gözde donmuştu, ağlamak istiyordu ağlayamıyordu. Boğazına bir yumruk düğümlendi. Boğuluyordu sanki. Arda nasıl Nesrin’e böyle bir şey yazardı? Tamam yazışıyorladı, arkadaştılar. Ama Gözde ona bir şey belli etmiyordu ki, kendi kendine yaşadığı, kendi kendine büyüttüğü bir sevdaydı bu yüreğinde. Yoksa Nesrin kuzeniyle evlensin diye ona yalan mı söylüyordu bu konuda?
— Mektubu okuyabilir miyim?
— Seni görüp üzülmesin diye yaktım… Ortada bıraksaydım eline geçerdi ve yazısından tanırdın. Niyetim seni zamanla ikna edip vazgeçirmekti. Ama inan bana canım seni bu kadar üzgün görmesem yine açmazdım konuyu. Bence kesin birini buldu o ve seni unuttu. Kendini üzme bu kadar…
Gözde çok öfkelendi…”Nasıl bana sormadan böyle bir şey yaparsın? Haydi yaptın mektubu niye yakarsın Nesrin? Bu benimle ilgili bir konu ve haberim olmadan olaya müdahil olup şimdi de karşıma geçip anlatıyorsun, mektubu da yaktım diyorsun. Gözümle görseydim keşke yazdıklarını… İnanamıyorum ya buna…” deyip ağlayarak dışarı çıktı.
Nesrin arkasından gitmeyi düşündü ama öfkesini ondan alacağını düşünüp vazgeçti. Birkaç damla yaş düştü gözlerinden… Derin derin çekip sigarasından yatağa uzandı… Tamam böyle bir şey olmayışına başta sevinmişti, kuzeni Emre ile aralarını yapıp en sevdiği arkadaşıyla ömür boyu akraba olmak istemişti. Ama şimdi, onun bu halini ve çektiği acıları düşününce üzüldü, keşkeler belirdi zihninde. Keşke yazmasa mıydım? Keşke anlatmasa mıydım?
Gözde içeriye geldiğinde ağlamaktan şişmişti gözleri. "Kusura bakma," dedi Nesrin’e " Ben kendi kendimi kandırmışım günlerdir ve eninde sonunda yüzleşecektim bu gerçeklerle. Şimdi senden bir şey rica etsem, bu gece yalnız kalmak istiyorum. Sen Pervin Abla’ya geçebilir misin bir geceliğine. Katıla katıla ağlamak istiyorum sadece…Ve düşünmek, iç hesaplaşmalar yaşamak…"
Nesrin istemeyerek de olsa, aklı Gözde’de kalarak geçti yan lojmana. Gözde odada dört dönüyordu. Çok öfkelenmişti. Ama öfkelenmekte haksız olduğunu da biliyordu.” Kendi kendime bir şeyler yaşadım ve şimdi onu mu suçlayayım, Nesrin’i mi, kendimi mi bilemiyorum…” diye düşünüyordu.
Dolap yerine kullandıkları rafa uzandı.Bir an aklından çok şey geçti... Anı defterlerini, günlüklerini, şiir defterlerini çıkardı. Işığı kapatıp mum yaktı.Bir yandan ağlıyor, bir yandan da yazdıklarını okuyordu." Her şeyi yaksam, hatta kendimi bile " diye düşündü bir an… Öyle çok seviyordu ki onu zaten iki yıl boyunca göremiyor olması işkence gibiydi. Onu hayata bağlayan, onları birbirine bağlayan mektuplar da olmasa çekilmezdi bu yaşam. Sonunda o mektuplar da kesilmişti işte ve onu sonsuza kadar kaybetmek üzereydi.
Tabii ya, Nesrin her şeyi anlatınca o da ümit vermemek için son vermişti yazmalarına. Sinirden hem ağlamaya hem de defterleri yırtmaya başladı. Yırttığı sayfaları mumun cılız alevinde tek tek yakıp sobaya atıyordu. Her taraf is ve kül olmuştu. Ağladı ,ağladı ağladı… Yatağa ne zaman uzandığını, ne zaman uyuduğunu hatırlamıyordu.
Bir ara gözlerini araladı, radyo açık kalmıştı. Yarım yamalak duydu sözcükleri ama anlamadı:
“…… köyünü basan PKK terör örgütü okul binasını yaktı. Olay sırasında bir jandarma eri ve iki öğrenci yanarak şehit oldular. Köy okulunun bitişiğinde kalan öğretmene ulaşılamadı. Gelişmeleri daha sonra sunacağız….” Radyoyu kapattı, duymuştu ama söylenenleri anlayamamıştı rüyada gibiydi.
Boğazı kurumuştu, kalktı su içti. Ona bir mektup yazmalıyım dedi, madem her şeyi öğrendi son bir mektup. Gururumu ayaklar altına alıp her şeyi açıklamalıyım, ne olacaksa olsun artık…
Kalktı kağıdı ve kalemi aldı, yazmaya başladı:
Sevgili Arda,
Şu an vakit gece yarısı ve perişan haldeyim. Az önce yıllardır yazdığım şiirlerimi, günlüğümü ve bütün duygularımı taşıyan anı defterimi yaktım. Alevinde sigaramı tutuşturup tapınırcasına veda ettim her şeye. Yaşantımın en kötü günleri belki bunlar ya da en güzelleri.Kendimi de yakasım geldi ama ailemi düşünce perişan olmasınlar diye vazgeçtim.
Son günlerde senden haber alamaz oldum. Olaylar malum… Öyle korkuyorum ki sana bir şey olacak diye, uykularım kaçıyor. Öğrencilik yıllarımızda birlikte olduğumuz zamanlara ait anılar, çok sevdiğim Atatürk portresinin üstünde , sol tarafta duran siyah-beyaz vesikalık resmin de olmasa yaşamıyorum zannedeceğim.
Bu aralar sürekli seni görüyorum rüyamda. Ağlayarak, çırpınarak uyanıyorum… Öldü demeyi yakıştıramıyorum ama sanki ölümüne hazırlıyorum kendimi.Bu akşam Nesrin bana bir şeyler anlattı. Sana gizlice mektup yazdığından, bizim ilişkimizle (ki bizim ilişkimiz demek ne derece doğruysa :=) ) sorular sorduğunu anlattı. Demişsin ki “Beni beklemesin, kimi istiyorsa evlensin. Bizim onunla aramızda bir şey yok zaten…” Şaşırmadım bunlara ama beni şaşırtan bu duygularını tanımadığın biriyle paylaşman oldu. Benim tanıdığım Arda sır küpüydü ve kimseyle bir şeylerini paylaşmazdı. Ben mi yanıldım seninle ilgili izlenimlerimde? Sahi anladın mıydı sana olan duygularımı?
Uzunca bir süredir yazışıyoruz seninle. Bazen dostça, bazen sevgili gibi yazdıkların. Çok düşünüyorum acaba ben mi yanılıyorum, bu kadar kör mü ya da bu kadar anlamazdan gelmesi niye diye . Ya da anladıysa bu suskunluğu neden diye? Çelişkiler içerisinde geçiyor günlerim. Her şeyden vazgeçiyorum, senden bile bazen. Tam o hafta çok samimi yazılmış bir mektup alıyorum senden. Öyle içten, öyle güzel ki satırların hayallerde bile olsa seni sevmek, sevgilim olduğunu düşünmek yetiyor bana. Hemen kalemi, kağıdı alıp elime sana yazıyorum geceler boyu.Zor gelmiyor sana yazmak... Bugüne kadar yazdığım her şiirde, yazdığım her güncede, yaşadığım her yerde benimlesin çünkü.
Okul yaşantımız boyunca sana karşı farklı duygular hep taşırdım ve kimseye söyleyemezdim. İsterdim ki sen beni gör, sevgimi farket. Ama baştan beri yanlış olan bir şey vardı bu ilişkide, hep acı çeken, peşinden koşan ben olsam da sana bunları fark ettirmemek için gülümserdim her görüşümde. Sense beni hep neşeli halimle hatırlayacağını söylerdin. Ben bir girdabın içindeydim ve sen bilmiyordun nedenini...
Ve madem her şeyi öğrendin, artık gururumu ayaklar altına almak pahasına da olsa ben de bu satırları yazıp açıklama yapmak istiyorum. Seni okula ilk geldiğim gün görmüştüm ve dikkatimi çekmiştin. Çevrende o kadar çok kız vardı ki ben uzak durmayı yeğledim. Okul bitip her şeyden umudumu kesmişken mektupların gelmeye başladı. Bir hafta ben yazıyordum , diğer hafta sen. Belki hep dostça, arkadaşça sınırlar çerçevesinde yazıştık, belki ne olduğumuzu bilmeyecek kadar çocuktuk ikimiz de...Ama benim duygularım hep farklıydı, açıklayamasam da.Sen görmesen de, gözmezden gelsen de…Ben seni seviyordum…
Bu satırları sana yazmak, sana sevgimi açıklamak benim için öyle zor ve gurur kırıcı ki. Beni tanırsın konuşmak yerine susmayı tercih edenlerdendim… Zaman bazen insanları değiştiriyormuş demek ki....
Günlerce seni kaybetmemek adına sevdamı yüreğimde tek yanlı yaşamış olsam da artık haykırmak istiyorum…Öyle senin oldum ve öyle senle doldum ki ağır geliyor bana bunlar, taşıyamıyorum küçük yüreğimde bu ağır yükü...
Senin de yüreğinde en küçük bir his varsa , ufacık bir sevgi kırıntısı taşıyorsan bana karşı, bu satırlarımı yanıtla…Şayet yoksa cevap vermene bile gerek yok.Senden cevap gelmezse anlayacağım ki bu sevgi tek yönlü ve artık bir daha sana yazmayacağım…Gelirse dünyanın en mutlu insanı olacağımı bilmeni isterim.
Yalnız şunu unutma ki sonuç ne olursa olsun, ben yaşadığım sürece daima ve yalnız seni seveceğim. Kalbimde bir kurşun yarası gibi kalacaksın ve nereye gidersem gideyim benimle olacaksın...
Dostlukla…
GÖZDE
Mektubu zarfa koyup ağzını kapattı, adresi de yazıp yarın postaya vermek üzere kenara koydu. Saate baktı sabahın beşiydi. Yatağına uzanır uzanmaz sızarcasına uyudu.
Yine karanlıklar içindeydi, yine o küçük köy okulundaydı. PKK köyü basmıştı, her yeri ateşe vermişti. Her tarafta jandarma vardı, insanlar vardı… Koşmaya başladı, koşuyor, koşuyor ama bir türlü onu bulamıyordu… Ona dokunmayın, bırakın diye haykırmak istiyor ama sesi çıkmıyordu. O sadece sizin çocuklarını eğitmek için geldi, ne yaptı size…Bırakınnn….Ne olur bırakın onu…Ve tek bir kurşun sesi çınladı kulaklarında...
Tam o sırada kapı hızla vurmaya başladı, titreyerek uyandı Gözde.Ne oluyordu PKK bu kez de kendi köylerini mi basmıştı. Korkmuyorum ölümden diye geçirdi içinden, ama ne olur şu mektubuma cevap gelene kadar yaşamam lazım. Korkarak “”Kim o?” diye seslendi. “Benim Nesrin… Uyanamadın mı daha , geç kalacağız derse.Aç kapıyı, çocuklar da bekliyor bak erkenden gelmişler…”
Gözde şaşkın bir halde kapıyı açtı, esen rüzgarla birlikte odada küller uçuşmaya başladı. Suçlu suçlu baktı Gözde, “Olsun gelince temizleriz, haydi giyin de çıkalım.” Dedi Nesrin.
Öğle arası yemekte konuştular. Gözde akşam yaptıkları için, Nesrin de hayatına izinsiz müdahale ettiği için özür diledi. Sarıldılar…
Gözde mektubu gönderdi. Cevap beklemeye başladı. Zorunlu hizmetinin son günlerine gelmişti, tayin dönemiydi. Tatile de az kalmıştı. Bir an önce gelse diyordu beklediği mektup… Her kapı çalışta, okula biri geldiğinde beyaz bir zarf taşıyor mu diye eline bakıyordu insanların…
Günler, haftalar, aylar geçti… Gelmiyordu…. Okul tatilinin başlamasına rağmen on beş gün daha kaldı okulun tek odalı lojmanında, herkesin gitmiş olmasına ve korkularına aldırmadan. Biliyordu cevabı olumsuz da olsa sırf o üzülmesin diye yazardı Arda ona.
Ama beklediği o mektup hiç gelmedi… Daha fazla umut bağlamanın ve burada kalmanın anlamı yoktu. Eşyalarını topladı, yanına alacaklarını valize doldurdu. Kalanları köylülere dağıttı. Ne olursa olsun; umutlarını, hayallerini, halkların kardeşliğine inancını ve o çok sevdiği kişiyi yitirdiği bu köye bir daha dönmeyecekti. Çok sevdiği öğretmenlik mesleğini bırakmak pahasına da olsa dönmeyecekti buraya geri.
Gözde, saatler sürecek yolculuğuna başlamak için onu köyden şehre götürecek olan arabaya bindi. Son kez bakıp kafasını çevirdiği bu köy okulunun bahçesinden gürültüyle hareket eden araba onu nasıl bir yaşama doğru taşıyordu acaba?
Arabanın arkasından “Hojaa, hojaaa…” diye bağıran Osman’ın sesini duyamadı hiç kimse konuşan yolcuların ve arabanın gürültüsünden. Osman elindeki beyaz zarfı zorla okulun kapısından içeriye atmaya uğraşırken Gözde‘nin bindiği arabada ona jest olsun diye çalınan Türkçe bir şarkı doldurdu arabayı...Dikiz aynasından bir çift gözün ona baktığını görmezden geldi Gözde...
“Olmasın hiç o ta içten gülen gözlerde yaş
Yollarımız ayrılsa bile seninle dost kalalım arkadaş…
Ortak olmak her sevince , her derde ,kedere
Ve yürümek ömür boyu beraberce el ele….
…..
Bir gün birbirimizden ayrı düşsek bile
Hiçbir zaman ayrı değil yollarımız…
HATİCE ERDEMİR KUZU
TERÖRE KURBAN AŞK/1