- 587 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Yasaklanmış Bir Aşkın Örsündeyim
Bir kış daha geçti gönlümün penceresinden, düşlerimin göğsündeyim
Dudaklarıma kaç şafak söktü ah, yalnızlığın çoğul mevsimlerindeyim
Her gece sevişmelere soydum bu bedenimi, ezgili tükenmişliklerdeyim
Yasaklanmış bir aşkın baharlarında alevli bir yüreğin harlı örsündeyim
Erken terk edilir baharda yataklar ve ılıman bir yel sürtünür perdeye. Doygun sarılışlarla kasılınca kollar, yaşamsal savruluşların bekleme odalarına geç iner güneş. Bulutlar unutur maviyi griye boyamayı. Fırça döner yüzünü gönüle, leylim ezgilerle zorlarken aşk kendi bendini. Yıkılır damakta haz, dokunur sözün en aşina gövdesine çatlamış saz. Öper acının slüetini aşk, birbirini içten içe tüketir, bir bekleyişin odalarında sevdayı beklerken özlem denilen haz.
Aydınlık bir gülüş umarak eyleme dönüşen buluşmalarda ve adımızı söyleyerek sokuluruz birbirimize en üryan sabahlarda. Niteliklerle biçimlenmiş yaşam etkisiyle ve nisanların en deli tetiğiyle kendimize ulaşmak, törpülü mevsimlerin alaca şafaklarında içimize dökülmek ve titremek erken inen akşamların en derin döşüne. Sonra şiir olup uyumak, gecenin en koyu gölgesinde en çılgın sevişmelere durmak, çelikle demirin birbirine özlemli suyu olarak yasakların sayfalarında mutluluğa gülümsemek.
Sızıyla demlenen hayat karmaşasıyla dumanlanan gönlümüze yakın tuttukça gözlerimizin yankısını, sözcükler yuvarlanır engebeli dağlarımızdan. Sular kaynar sevdalı yüreklerimizde ve aşkla dökülürüz mevsim geçişleriyle her sabah yeniden kendimize. Fırtınanın getirdiği toz anılarla harman olur, yüzümüzdeki çizgiler aynalardaki reddimizle anlam bulur. Dudaklarımız inkârsız şarkılar söyledikçe, gün gelir her aşk turunu tamamlayan bir saatin yolculuk öyküsü olur.
Oysaki yorgun turlarla kendi eksenini dolaşan zaman saatlerinin aşınmış dişlilerine sokulurdun sen, sesimin şiddetinden korunmak için. En ağır sözlerin dudağı, en koyu gelgitlerin keskin yamacı olurdum. Senli kahroluşların çığlıklarıyla kırardım aynı döngüyle kavradığımız saatleri. Sen mecburi sarılışların kıyımlarıyla bakardın kuşkulu gözlere, ben çoktan unuttuğum kopuşların yanaklarına dokunamazdım, istesem de. An susardı, kırılırdı damla, daha düşmeden yüreğimizden yerküreye.
Dalganın kendini reddine kapılmış bir suyun hacmi kadardı yüreğim, göğsümdeki kımıltılarla ve gönlümdeki ağrılarla geçerken ömür. Zamansız tükenişlerin kıyı kentlerini yokluğunda sevmez, senin adımlarının değmediği sokaklardan geçmek istemezdim. Sırtıma vuran erken bahar rüzgârlarına aldırmazdım gülüm. Senin dalgalarının karıştırmadığı hayat denizlerinin bana defalarca ömür sunacağını bilsem, yine de sensizliği istemezdim.
Sınırlarını zorlayan bir aşkın yasaklanmış duruşmalarında seni arardı gözlerim, tükenmeye ramak kalmış bir sevdanın son kırlangıçları şehrimizden giderken. Heder olmuş bekleyişlerin yanık odalarında kasılıp birbirimize, unutuluşa açardık sevginin ıslak yelkenlilerini. Uzak yolculukların kahır dosyalarını rüzgâr karıştırır, engin düşlerimizi alabora ederdi hayat. Kapanırdık kendi kamaramıza, gün kendi içinde eriyen dermansız bir pastilce yuvarlanır, boğazımızdaki sızıyla sabrımız olurdu.
Yılgın adımlarımla yıkık bir sevdanın içinden geçiyorum yine, göğsümde delirmiş bir olmazın sureti. En güzel sözleri biriktiriyordum aşka, yolundu ah mevsimlerin ahengi. Baktıkça, erirdim gözlerine, daldıkça nefessiz kalırdım yüreğinin denizlerinde. Şimdi neden aynı etkiyle işlemiyorsun içime, yangının bitti mi yar, senin için tükenişlerim hasatlarda mı olacak bu bahar. Bir sevda masalıydı yıllarca yaşadığımız, artık atsın aşkı ölümsüzlüğe taşıyacak başka damarlarda o onulmaz har.
Kendi tonuna sıkıştırılmış renkleri açmaya çabaladıkça taşar hacmimiz. Dargın sarılışların kanatlarına rüzgâr çarptıkça tükenir direncin asil gücü ve yaşamak kıymığı düşer zamansızlığın doyumsuz sofrasına. Yolunur dudakların pası, sokulur en durdurulamaz parmaklarımıza özlemin hazzı. Kollar iki yana düşmeden ve nefesler sığ bir menzilde gürlemeden anlaşılmaz bir ruhun kaydırağından hayata çocukça fırlatılan mutluluk pozu.
Birikmiş küskünlüklerin ödeşme bahaneleriyle kapanınca kendimize bir yangın arar biçare bedenlerimiz. Kulpunu delen öfkelerimizin kendini süzen uykulu bakışlarına harlı tutkularımızı sürmek istedikçe dökülür hayata izlerimiz. Asılsız gücenmişliklerin koyu dallarından gülümserken güneş kesilir gücün ve onulmaz nefeslenişlerle gözlerini yaşartır her düşün. Dudağını izlersin ıslak aynalarda, ruhunun gelgitlerini dinlersin gözyaşlarını biriktiren aşk işlemeli yastıklarda. Ne kadar seversen o kadar acı çekersin, anıların kalır geride, sevda doyumsuz bir tattır, kaşıklarsın acıyla onu sırları kaybolan kalaysız çanaklarda.
Kimyasını tanımlayamadığımız bir yaşanmışlık aldatmacasıyla örteriz sevginin perdesini bir gün, dışarıda kalan aşka. Gölgeler geçici avuntularla kendi inkârını tadarken, sevgi bölüşülmüş anları yudumlar, ihmal edilmiş günlerden hıncını çıkararak. Bütünsel bölünüşlerin ikiye ayrılmış resimlerini soyar hayatın hoyrat parmakları durmaksızın. Bir tarafa sancı ilişir, öteki yarımla hüzün eğleşir. Mutluluk pozları kısa belgeseller gibidir, damakta ve yürekte iz bırakarak bir ömrün içinde gülüşür.
Her haliyle bizi anlatan hayat hikâyelerinin sayfalarında gezinirken bir isyanın damarını yoklar nasırlı ellerimiz. Ölümsüz düşlerin her sayfasında yaşanmamışlığın derin izi vardır ve her ağrının sebebi aşktır. Yar gülüşleriyle ve iksir sarılışlarıyla sevginin dalgasını sunar ömürce, çoğul damlayışlarla taşan sevda kabımızın hacmine hüzün sarılmadıkça ve acımış içkilerle hayat mayalanmadıkça seni sevmenin tadı da, tuzu da yok anlayacağın aşk bakışlı gülüm.
Anlayacağın sevda bakışlım, kendi yeliyle yetinemeyen, sensizliğin kıyı kentlerinde bedenini Nile atarak gününü arayan bir şairim ben. Kulaklarımdaki alaca şarkılarla ve ruhumdaki sancılarla nurunu arayan bir boyut savaşçısıyım. Günü tüketerek yuvasına akın eden kuşları izleyerek yaslanırım sevdanın olmazına ve bir düşünüşün en hazin ağrısı olurum, göğsümdeki koruk acılarla. Aşkın ülkesine varmayı düşleyen bir adamken, sevdayı beklerim, bu beni sensizliğe salan aşkın çelişkili coğrafyasında
Selahattin Yetgin
YORUMLAR
dirençli ruh hayli ağır yüklerin altına girer..nasıl vurmuşsa çöl yoluna yükünü almış deve,ruh da öylece yollanır kendi çölüne...ruh burda aslanlaşır,özgürlüğünü sağlar ve kendi çölünün egemeni olmayı diler....
sevgimdesin usta yine her zaman ki gibi dökülmüş sözcük imparotorundan en güzel güzellemeler...