- 1393 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
GÜZERGÂH TAKSİM-GALATASARAY HATTI...
Geçtiğimiz pazartesi günü ikindiye yakın saatlerde karıştım İstiklal Caddesinin baş döndürücü kalabalığına.Arabayı otoparka bırakıp ta, ara sokaktan caddeye ulaştığımda zınk diye durdum. Günlerdir evden dışarı adım atmayıp ekranımdaki kelime ordusu ile boğuştuğum için, bir an aklım ve gözlerim karardı,başım döndü. Dişimi sıkıp kapanmasına yirmi dakika kalan banka şubesine uçtum neredeyse...
Oldum olası bankalardan nefret ederim.Çünkü bankalar para içindir. Araç olmaktan çıkarılmış amaç haline gelmiştir...Bu durum da beni had boyutta rahatsız eder...Öğretmen okulundan mezun olduğumda, ailenin tek çocuğu olduğum için ve babamın memuriyeti yüzünden beni uzaklara gönderememiştiler.Oysa ne hayallerim vardı özgürlüğüm adına. Suya düşüp can verdiler hepsi...Üstelik bir karış suda...Ne acı)))
Haytalık etmeyeyim diye devrin en büyük bankasının evimize yakın ,kıymetli bir semt şubesine yerleştirmeye kalktılar.Ciddi ciddi işlemlere falan başlamışlar. Emir vaki yapacaklardı güya.
Laf olsun diye de sormak gafletine düştüler. Nurlarda yatsınlar… Esasında son derece demokratik bir aile düzenimiz vardı...Ağız tadıyla bir yalan bile söyleyemedim,okuldan bile kaçamadım, kaçak sigara içme zevkine bile varamadım bu yüzden)))
Neyse...Aldılar karşılarına ve "Falanca bankanın feşmekân şubesinde önümüzdeki ay başı itibariyle memur olarak işe başlayacaksın. " dedi babam.
- Efendim ???
Tekrarladı cümlesini...Bir an durup derin bir soluk aldım.Sırtımı ve boynumu dikleştirip
çok sakin ve kararlı bir ses tonuyla iki kelimelik net ve de kesin cevabımı verdim.
- Evden kaçarım!!!
Donup kaldılar.Sonra birbirlerine şaşkın bakarken ben salondan tüydüm...
Böylelikle müstakbel memuriyetim başlamadan son buldu...
Benim gibi matematik ve para düşmanı birinin zincirlense duramayacağı tek iş yeri bankadır...(iğğğkkkk)
Fakat kader kırk yılda bir de olsa o bankalara yolumu düşürüyor...Maaş çekmekte kullanılan banka-matik kartımın süresi bitmiş...Eskiden telefonla bile hallediliyordu.Fakat suiniyetle istismar edildiği için şimdi bizzat şubeye gidip yenileme formu doldurmak luzumu hasıl olmuş...Başa gelen çekiliyor...Sonuçta halloldu ve ben kendimi şaşkın ördek gibi yine İstiklâl Caddesinin baş döndürücü kalabalığında buldum.
Eve kaçsam mı hemen? Yoksa hazır gelmişken biraz nostalji keyfi mi yaşasam ?
İkinci şık daha hoş geldi...Galatasaray’a doğru yürümeye başladım...Aman Ya Rabbim...Her ara sokak Paris’in sokak kafelerinin kopyası...Küçük koltuklar tabureler ve hatta mükellef deri koltuklar sokak ortasında...Tüm İstanbul buraya toplanmış sanırsınız... Ve sokak başlarının değişmez gediklisi gümüş takı ve kitap tezgahları...
Çiçek pasajının kapısında durdum ...Yeni görüyormuş saflığıyla bir adım içeri girip havayı kokladım...Yanık yağ,bira, rakı balık ve sarımsak kokusuna merhaba dedim...Kapının hemen sağ tarafında Degustasyon isimli içkili bir lokanta vardı eskiden...Bestekâr, yazar çizer tabakasının müdavimi olduğu bir mekândı.Cam kenarında da rahmetli amcamın daimi masası …İçimi çektim...
Ben onaltı yıldır içki içmiyorum ama, eskiden ailenin tek boşanmış ve rakı muhabbetçisi fertleri ikimizdik o güzel dünya yakışıklısı amcamla...Gerçekten bir aktör kadar yakışıklı ve bir o kadar da çapkındı...Orta okuldayken bile arkadaşlarım ki hepimiz bacak kadar yeni yetmelerdik, O güzel amcan ne zaman geliyor ? diye sorarlardı sinir olurdum... Ah...ne günlerdi ...sonra balık pazarının sokağından işi fazla uzatmadan Aynalı pasaja daldım...
Ağır ağır yürüyerek vitrinlere baktım...o çarpıcı egzotik tütsülere, Anadolu’dan, uzak doğudan ithal ya da taklit otantik örtülere, boncuklara, takılara, fenerlere ,mumluklara bakarak görüntü sarhoşu oldum...
Emirgân’dan kalkıp bu pasaja gelirdik annemle...Ismarlama dikilen tüm kostümlerimize gerekli olan fermuarlar, kopçalar, çıtçıtlar ki, benim çocukluğumda onlara fermejup denirdi. Kemik düğmeler , elbisenin kumaşından basılan özel düğme ve kemerler, dikişte kulanılacak ibrişimler, her bir topu kullanılacağı kumaştan güzel olan çeşili renk renk astarlar, vatkalar, telâlar, subralar(giysilerin koluna, koltuk altına gelecek şekilde tutturulan ,terlemenin kumaşa geçmemesine yarayan bir parça, çıkarıp yıkanır tekrar kullanılırdı.)) ve aklınıza gelebilecek her türlü terzi malzemesi bulunurdu...
Dükkândan içeri girdiğimizde, adımızla hitap edecek kadar tanırdı o dükkan sahipleri bizi...Sadece biz değil, Tüm İstanbul buralara gelirdi aradığı kaliteyi bulmak için...
Şapkacılar, kürkçüler, ısmarlama erkek ve hanım ayakkabısı yapan şahane ustalar vardı...Bir de, o zamanlar aklımızın ucundan geçmeyen külotlu çoraplar icat edilmediğinden ve eski naylon çoraplar çok sık kaçtığından, bu hayli pahalı çorapların kaçığını tamir eden minik dükkanlar ve makineler vardı...İşinin ehli, genellikle gayrımüslim hanımlar otururdu bu minik tezgâhlarda...Fiş karşılığında çorabınızı bırakır, verilen tarihte gider alırdınız...
(O tarihi iple çekerdim. Çünkü Beyoğluna gitmek demek, yanısıra sinema,tiyatro, Hacı Bekir, Saray Muhallebicisine uğramak demekti.)Yeni gibi tamir edilirdi o ipeksi çoraplar...nasıl sabırsızlanırdım onları giyecek yaşa gelmek için. O beyaz şoset çoraplardan nefret ederdim bu yüzden...Büyümek telâşı kız çocuklarda daha bir hoş olurdu o zamanlar.
Belki bir gün, ayrı bir yazıda artık yerinde yeller esen bu tip işyerlerini anlatırım size...Burada es geçiyorum...
Günümüzde hiç biri kalmayan o dükkanlar, benim çocukluğum, gençliğim ve bir devr-i İstanbul’du aslında...Küflü sayılan, dudak bükülen bir kültür...Kanırtılarak koparılan bütün o güzel alışkanlıklarımız...Kendimi bin yaşında ve yorgun hissediyorum...
İçim burkularak Pasajın diğer kapısından çıktım ...Biz ne olmuştuk ? Nereye gitmiştik ? Tüm dükkânlar sözleşmiş gibi, Türkçe olmayan isimleriyle karnaval palyaçoları gibi rengârenk delice ve sahte bir neşeyle haykırıyor ve gelip geçenler de onlara eşlik ediyordu...
Ben yaşıyor muyum halâ bu devirde? Ne işim var bu yabancı kaldığım yozlaşma içinde? Yaşadığımı test etmek için kendimi enikonu çimdikledim, canım yandı...
Ama içimin acısı daha çok...
Ben eve gidiyorum...
CeydaGörk...
YORUMLAR
özenti...
birilerinden para kazanacığm diye kendi insanını unutmuş
yabancının ehli keyfine göre sürmenaj yapmış bir toplum olduk artık
bu ülkede yabancılar kadar değerimiz yok...küresel sermmanın allayıp pullayarak bize yutturduğu acı gerçek...türist mi gelsin efendim
yabancı mı olsun ama onlar kadar benim ülkeminde değeri olsun...bir aylık maaşıyla ülkeme gelip en lüks otallerde on yada yirmi gün tatil yapan insanlara kızmıyorum elbet...ama bir çalışanının bir aylık maaşıyla edirneden öteye gidemeyeceği gerçeğini de ibliyorum...kızgınlığım yıllardır bana kendini sosyal devlet diye yutturmaya kalkan
görevini yapamayan asli babayadır...
Daha on gün önce nevi-zade sokakta bende ayni şeyleri yaşadım...ama ben sizin kadar sabırlı değildim
hüzünlenince kıydım bir çupraya ve ufak bir şişe rakıya....
bir iki şiir telleyice de geçti öfkem...
sevgi ve saygı ile...güzel yazı...
...Biz ne olmuştuk ? Nereye gitmiştik ? Tüm dükkânlar sözleşmiş gibi, Türkçe olmayan isimleriyle karnaval palyaçoları gibi rengârenk delice ve sahte bir neşeyle haykırıyor ve gelip geçenler de onlara eşlik ediyordu...
....
Askerliğimi yaptığım İstanbulu anlatacak üstadem diye sevinmiştim. Başlarda oldukça da iyi idi. Ancak sonlara doğru gelince anlatılanlara üzülmemek elde değildi.
Özentilere daldık üstadem. Kendimizi unuttuk, kimliğimizi. Artık iyice uzaklaştık. Hiç yabancı dili olmayanlar bile bu gün ezberden kelimeler katıyorlar kullandıkları cümlelerine. Ama sor bakalım kaçı atalarının dili biliyor? Hemen hiç yok.
Ki artık bazılarımızın evlerinde bile birbirine hitap şekli değişiyor.Demekki bizlerde değişiyoruz ama pek iyi yönde olmuyor bu.
Çok üzücü, çok acı.
Gidin üstadem gidin evinize.Dışarıda görülecek bir şey kalamamış zaten.
Güle güle.
x adamus tarafından 4/26/2009 3:25:19 PM zamanında düzenlenmiştir.