Sevinç gelin duvağı bulut kadın
Zamanın kavranmadığı anların birinde bir Sevinç varmış. Yolunu kaybetmiş, ağlamaklı, yürümüş çağlarca. Bir mendile sarılı boş bir odanın içinde yüzen yapayalnız bir Gelin Duvağıyla karşılaşmış.
Sevinç:
-“İzin ver sana karışayım. Öncem de, sonram da sende. İzin ver sevinç beyazında varolsun. Süregelen bütün tutkularım teninde can bulsun.”
Gelin duvağı:
-“Öyle şey olur mu, ey kutsal sevinç! Benim beyazım engin değil, seni var edecek kadar. Sen büyümelisin, açmalısın. Ve konmalısın sevinci tanımayan yüzlerin gerçeğine. Beni aşmalısın.”
Kısır döngülerin uluorta tutuştuğu karanlıkların sınırında Sevinç başka bir beyaza vurulur. İki mavinin kavuştuğu noktada Buluta rastlar. Koşarcasına ilerler. Ne var ki, nazlıdır Bulut. Sevinç bir adım yaklaştıkça, o bir adım uzaklaşır. Soluk soluğa kalır Sevinç. Ama yılmaz asla. Dayanmak istediği canın tutkusu Sevinci büyüler. Koşar... Koşar... Koşar... Koşar... Koşar... Dünyanın çatısına vardığı vakit, bir sokak başında yakalar Bulutu.
Sevinç:
-“Kaçma benden göğün ecesi ey Bulut! Merhamet et yorgunluğuma, soluksuz kalışıma. Seni aradım. Sana karışmak için attığım her adım. Şimdi seni buldum. Ver bana beyazını, al tutkumu! Ver enginliğini! Al ruhumu...”
Bulut:
-“Güldürme beni Sevinç. Bu kadar az mıyım ben? Sen kilometrelerce ardımdan gelmelisin. Ve ne yaparsan yap bana yetmezsin. Yeşile tutun, toprağa boyan, geceye sokul. Ama çık yolumdan. Hemen. Şimdi!”
Umudumun kırılışı
Varoluşumun çırpınışı
Cam parçaları kanatıyor elimi
İçimdeki çocuk pencereden ölüme bakıyor
Sadece bir beyaz istedim
Bir sevgili
Yapışkan korkularıma inat
Olmadı
Bir can yitmeli
Sevinç son türküsünü söyler en bıkkın elbisesiyle. Yıldızların gözleri kamaşır bıkkınlığından. Olağanüstü bir sessizlik. Mümkün mü? Yüz milyar insanoğlu, susmuş, dehşetle Sevincin intiharını izliyor. Hazırdır artık. Dünya simsiyah bir üzüntüye gebe...
Denizlerin tanrıçası öfkelenir, doğrulur tahtından:
-“Yok mu aranızda Sevince can verecek? Ey suların prensesi! Ey balıkların efendisi! Ey tuzların ülkesi! Herkes beyazı arayacak. Duydunuz! Beyazı Sevince armağan eden, denizlere tanrı olacak...”
Toprağın tanrısı can havliyle duyurur fermanını:
-“Beni dinleyin toprağın yarattıkları. Gördünüz... Sevinç yenilmek üzere. Dünya devrilmek üzere... Bir Sevinç parıltısını büyütemeyen bizleri, cezalandırmaz mı sanırsınız güneşin köleleri...”
Doğada bir telaş. Yüz milyar insanoğlunda bir şaşkınlık, bir donukluk. Kimsenin kıpırdamaya gücü yetmez. Yalnızca Kadın aşar kalabalığı. Başı dik, adımları kararlı. Gözlerinde evrenin en muhteşem dolunayı.
Kadın:
-“Dur Sevinç, aradığın bende. Hadi giriver beyazımdan içeri. Bana bir peri büyük bir hazine verdi. Ektim bahçesine evimin. Bir ağaç bitti toprakta... Bembeyaz meyvelerim oldu, bir dakika sonra. Yedim. Yüreğim akardı. Sonra tüm vücudumda beyaz dolaştı... Gel akıt kanımı Sevinç! Aklını titretecek kadar beyaz içim! Aldığım nefesin bir yarısı sen!”
Kadın önce kırılan umudu hep cebinde taşıdığı küçük iğnesiyle diker. Ve güneşe göz kırparak bedenini baştan sona yaralar. Kadının yarılan bedeninden akan kanla dört bir yan beyaza boyanır. Sevinç dokununca beyaza, insanoğullarının yüzüne gülümseme, doğa halkının gözlerine huzur bulaşır. Dünyanın zaferine tanık olanlar, yepyeni bir bin yıla başlamaktadır. Evrenin yaratıcısı en muhteşem uykusundayken, bu olay da böylece kapanır.
Binlerce yıl sonra, Kadının hep bu öyküyle büyüttüğü kızlarından biri, aşkın verdiği cesaretle bulutların üzerinde dans ederken, başındaki duvağı alay edercesine bulutların üzerine fırlatır. Duvağın ağırlığını taşıyamaz bulutu görünce, anlar ki, sevinç “umulmadık bir yerde ve tasarlanmamış bir adımda” onun olacaktır.
A.S.K.
Ocak 2 000