- 833 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
ÖYLE ÇOK SEVİYORDU Kİ.-1
ÖYLE ÇOK SEVİYORDU Kİ-1
Kimsenin girmesine izin vermediği odasında, kapı girişinin hemen sağındaki boş duvara özenle hazırlamış olduğu perdeyi ardına kadar açar, saatlerce karşısında durup seyretmekle yetinmez, dizginleyemediği hayranlığıyla, fotoğrafın yanına giderdi. Sarıya çalan kumral düz saçlarından başlayarak, pürüzsüz alnını yoklar, buğulu yeşil gözlere takılı kalır, küçücük burnunu okşayıp, bir kere bile öpemediği dudaklarında uzun uzun gezinen elleri boşluğa düşerdi.
Gönlünü kaptırdığı günden beri bırak özlemeyi bir an bile düşünmeden edemezdi. Arkadaşlarının ‘hadi biraz cesaretli ol’ dürtmesiyle yaptığı teklife, ‘Benim için çok değerli bir arkadaşsın, ama(şimdilik kimseyle ciddi bir şey düşünmüyorum) ötesi yok...’ demesinin yıkılganlığıyla boynunu bükünce, güzel Nadiye’sinden, ‘Öyle yapma ama!’ Sitemkâr cevabını almıştı.
O günden sonra her karşılaşmalarında merak etse de aynı cesareti gösteremediğinden Nadiye’nin duygularında değişiklik olup olmadığını öğrenememişti. Öğrenip de ne yapacaktı ki? Ya çok zorlar da arkadaşlığını tümden kaybederse hali nice olurdu! Olsun! Kendisini iyi bir arkadaş olarak görmesi de yeterliydi.
Nadiye ise, karşılık veremeyeceği Türker’in sevdasında ki içtenliği bildiği için ona karşı hep dürüst oldu, umut vermedi. Onun duygularına saygı duyarken bir o kadar da güvendi.
***
Bu güven her ikisi içinde o kadar önemliydi ki bir gün yanlış anlaşılma korkusuyla da olsa, işleri gereği bulunduğu şehire gelmeden önce kalabileceği misafirhane bulmasını istediğinde, Türker’in hali görülmeye değerdi. Havalara uçtu. Aklına ‘benim evde istediğin kadar kalabilirsin’i getiremedi bile. Koştu koşuşturdu koşuşturdu, halletmeye çalıştı.
Türker kanepeye uzandı, ellerini ensesine koydu, duvarda ki fotoğrafa, yakında görebilmenin tarifedilmez mutluluğuyla baktı. ’Yardımımı isterken telefonda ki sesi ne de mahcupdu, yük olmaktan çekindiğini o kadar belli ediyordu ki…’ Nadiye’nin bu halleri Türker’i daha da sarıyor, hiç eksilmeyen sevdası kat be kat artıyordu. Aklına lise yıllarında edebiyat öğretmeni Asuman Hanımın ‘Gerçek ve dürüst sevgi, karşılık beklemeden duyulan sevgidir’ sözleri geldi.
Asıl korktuğu karşılaştıklarında alacağını düşündüğü tepki nedeniyle duygularını söyleyemiyor olmasıydı. Oysa ne çok ortak yanları vardı. ’Eminim Nadiye de fark etmiştir’ düşüncesiyle bir hoş oldu. ’Bana karşı aynı duygularla bir şeyler hissetmese de, beni anlıyordur, ama elinden bir şey gelmiyordur,’ dediğinde ’hissetmese de’ ye takıldı. ’Üzdüm mü seni yine? Oysa en son üzeceğim kişi sensin!’ sözcükleri dudaklarından döküldü.
***
Misafirhaneye yerleştikten sonra buluştular da. Olduğundan daha uzun boylu gösteren incecik vücudunu, kendine has yürüyüşünü, hiç unutamadığı gülünce kısılan gözlerini, yanına gelinceye kadar usta bir ressamın tablosuna bakar gibi hayranlıkla izledi. Yüzünün yanlarından kulaklarını belli belirsiz kapatarak içe doğru kıvrılıp beline kadar uzanan saçlarıyla, makyajsız, doğal, uzman elinden çıkmışçasına güzel ve çocuksu haliyle bir kere daha karşısındaydı Nadiye. Sımsıkı sarılmamak için kendini zor tuttu Türker.
Gözünü gözlerinden ayıramadığı gün boyunca, koyu sohbetlerinin ortasında hiç bir kızla sinemaya gitmediğini anımsadı. Gerçekten de gitmemişti. Kısa bir tereddütten sonra düşündüğü filmi büyük bir heyecanla söyledi. Nadiye şaşırdı. Türker, ona gerçekten sevdalıydı. Yetiştirilme tarzı bu kadarına bile müsaade etmezken, yanında rahat olmasını kendine bile açıklayamıyordu. Kazandığı okul nedeniyle evden ayrılırken annesinin, ‘Bak kızım, biz seni okumaya yolluyoruz, oynaşmaya değil!’ sözleri kulaklarını çınlattı. ’Bu kadarını bilseydi neler söylemezdi ki annem,’ vesveselerinden kurtulmak için Türker’in yüzüne baktı. ’Mahalleye taşındığımdan beri peşimdeydi; bir ara benim için kavga bile etmişti’ diye İçten içe gülümsedi.
Çevresinde dolanan, ona açık açık kur yapan diğer erkekler gibi olmadığını o zamanlar fark etmişti. Belki bu yüzden ilk defa göz göze gelişlerinden bu yana Türker’in utanarak kendisinden önce, kaçırdığı bakışlarını sevimli bulurdu. Ciddi olduğunu çok iyi bilmesine rağmen yıllar önce sevdasına karşılık vermeyi istememişti. Aksine, geçen onca zamanda sevdasının tutkuya dönüştüğünü görebiliyordu. Şimdi bu tutkuyla onu sinemaya davet ediyordu. ’İyi niyetimi su istimal ediyor’ düşüncesinden vazgeçti. Kendini onun yerine koymak istese de beceremedi Nadiye. Dakikaları bulan ’etseydi çoktan ederdi. Bugüne kadar beni hiç üzmedi, üstelik zor durumda da bırakmadı…’, gelgitleri yaşamasına rağmen yine de Türker’in sinema teklifini kabul etmedi.
Yıkıldı!.. ilk düşündüğü, ’fazla ileri gittin oğlum! Bak kızı ürküttün, bir daha zor arar seni’ oldu. Utandı, çok utandı. Nadiye’yi üzmüş, yanlış anlaşılmış olmanın ezikliğiyle üsteleyemedi. Israr etmeyi beceremediği gibi kendisine de ısrar edilmesinden hoşlanmazdı. Ne ise oydu işte. Diğer erkeklere benzemediğini boşuna söylemezdi çok sevdiği Ablası. ’Ah Ablam ah! Biraz yırtık biri olsaydım ne olurdu?’
Utangaç hali yüzünde belirip Nadiye’nin gülümsediğini gördüğünde, oturdukları kafenin duvarlarına kaçırdı gözlerini.
“Kıpkırmızı oldun farkında mısın?” diyen Nadiye’nin yüzündeki muzipliğin gözlerine verdiği ışıltı karşısında eridi adeta. Elinden tuttu, kaldırdı; herkesin şaşkın bakışları arasında olmayan müziğin ritmiyle dans etmeye başladı. Sıcacık nefesini hissetti, ona çok özel gelen teninin kokusunu içine çekti. ‘Bir, ki, üç… Bir, ki, üç, dört…’ Taa ki, Nadiye’nin:
’’Daldın yine’’ demesiyle masada olduğunu fark etti.
“…”
“Hayrola ne düşünüyordun?” Sorusuyla iyice afalladı. Suç işlemiş çocuklar gibi hissetti kendini. Sessizliği bozan yine Nadiye oldu.
“Eee bunca zaman başka neler yapıyorsun?”
“...”
“...”
“...”
“Gördüğüm kadarıyla...”
Kafe çalışanının isteklerini sormasıyla Nadiye’ye baktı. Bir şey istemediğini ima ettiğini görünce;
“Hayır! Birazdan kalkacağız” dedi ve Nadiye’ye döndü.
“Yarım kaldı. ‘Gördüğüm kadarıyla...’ diyordun.”
Nadiye bir an durdu. Bir şeyler düşündü ve sonra,
“Boş ver kalsın... Önemli değildi zaten” diye geçiştirdi.
***
Devam edecek-(2009)