- 602 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İYİ NİYET
HALDUN TANER ÖYKÜ ÖDÜLÜ
İYİ NİYET
Parkın en ıssız bir köşesinde, 20-23 yaş arasında olduğunu tahmin ettiğim bir kız oturmakta. Gecenin ilerleyen saati, geç bir vakit. İnsanın yaklaşımı, ülkenin şartlarında pek olası değil ama, yaklaşıyorum. Çaresiz yaşadığı olumsuzluklar, yaptığı çılgınlıklar, ebeveynlerinin patavatsızlığı, çevrenin ahlaksızlığı... bu genç kızın yüzünden okunuyor gibi...
Benden korkmamasını, yardımcı olmak istediğimi telkin etmeye çalışıyorum. Soruyorum bu güzel kıza; gecenin geç bir saatinde, bu geniş ve ıssız bir parkta ne aradığını...
Yanıtlıyor, “ailem bana sahip çıkmadı ve beni evden kovdu...” diyebiliyor.
İnsanın aklına değişik düşünceler geliyorken, başka yorumlara yöneliyorsunuz tüm benliğinizle ve utanarak... Bu kızın ; zor şartlar altında olduğu ailesi yüzünden, geçim sorunları yaşadığı kanısına varmışken, kız sizi yanıtlıyor. Ailesinin zengin olduğunu söylemine de ekleyerek, maddi sıkıntısının olmadığını söylediğinde bu yönden rahatlıyorsunuz. Çünkü en azından kötü bir şeylerin olmadığını algılıyorsunuz. Ancak kısa süren bu diyalogdan sonra, sorunun manevi olarak ne olduğunu öğrenmek istiyorsunuz.
Kızın sorunu bir aşk... ancak bu biraz az yaşanan ve ters bir durum. Çünkü kızın aşkı büyükçe bir aşk... Yani kendince büyük saydığı bir aşk. Nedenine gelince, yaşanılan aşkın mimarı kendinden tam 20 yaş büyük... hem de evli... Doğal olarak kızın cephesinde aile bireyleri bu duruma pek sıcak değiller.
Düşünüyorum, insanın kendisinden yaşça büyük birisinin olup olamayacağının, getirilerini ve ötürülerini... Oysa bizim ülkemizin dışında, anlaşıldıktan sonra, kişiler arasında kalan bu tercih; aile bireylerinin değil, hatta tabuların bile değil... tamamen iki kişinin yansıttığı bir durumdur. Ancak toplumumuzda ve bazı toplumlarda hala yıkılamayan tabular maalesef olabilmekte...
Kız saatine baktı.Vaktin epeyce ilerlemiş olduğunun ancak farkına vardı. Ve benim söylediklerimi pek umursamıyor, adeta hiçe sayıyormuşçasına... Varsıllığımdan yoksunca davranışına, fütursuzca sergilediği tavırlarına rağmen, yardım isteyen bakışlarına karşılık vermeden edemedim. Ve “hadi kalk gidiyoruz” dediğimde, yüzüme şöyle bir baktı. Ve “sende bildiğim erkeklerdenmişsin...” dedi. Durum böyle olunca da, insanın içinden pek yardım edesi gelmiyor. Bu nedenledir ki, kanımca da bu böyledir, ülkemiz insanları iyi niyetini kullanamıyor... Ya da yaşanılan bazı olumsuzluklar nedeni ile, bu düşüncelere pek olumlu bakılamıyor galiba...
Bu cici kızı bir otele götürdüm. Evliydim evime götüremezdim. Ayrıca başka bir yere de götüremezdim. Otelin resepsiyonundaki genç yüzüme baktığında, bir şeylerin anlamışlığıyla sırıttı. Önemsemedim. Çünkü böyle basit düşünceler, tarzımca pek dikkate değer değildi.
Kızın, o masumane yüzüne baktığımda... uyku dolu gözleri boşluğa bakar gibiydi. “Sen” diye hitap ettiğimde, aynı masumiyetlilikle yüzüme baktı. Ve devamla “yukarıya, odaya çıkalım, bu gece burada kalıyorsun ve yarın gündüz gözüyle seni ailene bırakırım...” dedim ama sanki ben bunları söylemiyordum. Sanki ben orada değildim. Yorgun ve bitkin vücudu, bu ince bedene çoktan yük olmaya başlamıştı bile... Vakit kaybetmeden otelin küçük ama temiz odasında, rahat uyuyabilmesi için bir an önce çıkardım... Kalacağı odanın kapısını bizimle birlikte yukarıya gelen genç resepsiyoncu arkadaşla birlikte açtık. Nihayet bu cici kız, resepsiyoncu gittikten sonra, benim onu yatağa girerken ve sabaha kadar da orada beklememi söyledi. Bende elbette dedim ama, maalesef uyuduktan sonra oradan ayrıldım... Ve bunu bir zorunluluk gibi benliğimde hissettim...
Otelin lobisine indim. Yapımızda mertlik var ya...oradan ayrılmama gibi bir zorunluluğumuz var sanki... Ama resepsiyonda bulunan genç ile otelin sahibi yaşlı kurdu pek gözüm tutmadı.
Neyse, ben sabahladım lobide... Tabi yarım yamalak bir uyku. Çünkü hemen sabaha kadar bütün bir gece bu kızı ve benim durumumu düşündüm. Çünkü evli birinin, bir genç kızı sabaha kadar, bir otel odasında alıkoymaktı. Reşit olan bir/birileri için bu durum olağandı belki ama, evli biri için pek etik değildi... Fakat düşüncelerimin yoğunluğunda kıza hak vermemek pek olası değildi. Çünkü bu masum kızın (elbette bence masum...) ailesince böyle terk edilmesi, hem etik değil hem de bilemiyorum... bilemiyorum ama pek masumca bir şey değildi...
Sabaha karşıydı, uykuya yenilmişim. Aradan geçen zaman zannederim bir hayli olmuş. Bir, ya da birkaç rüya gördüm sabaha değin bilemiyorum... Rüyamda, bulunduğum şehirden kilometrelerce uzakta bulunan eşimi gördüm. Bana doğru koşuyor ve bana doğru gülüyordu. Ve kendince, benim iyi bir şey yaptığımı vurguluyordu... Uyandım sonra. Ancak kısa da olsa gördüğüm bu rüyanın etkisinde kaldım bir süre. Eşimin, benim için belki psikolojik bir duygu ama nedense beni veya bazı insanları etkiler. Ve bu destek olumlu bir şekilde, hassas olan benliğime bir kamçıydı... Elbette yaptığım güzel bir şeydi... Ama bir an kendi egomun beğenisine yenildiğimi hissettim. Oysa bir çok güzel tarafımın yanı sıra, şu kendini beğenmişliğim yokmu... beni ne kadar da olumsuzluğa itiyor...
Günün aydınlık ışıkları yüzümü yalarken, resepsiyonda bulunan genç, nedense ilk bakıştığım birisi oldu. Sonra aklıma yukarıda, oda da yatmakta olan genç kız geldi. Kolumdaki saate baktım, sabahın ilk saatleri. Lobide biraz oturup, bir sigara yaktım. Sonra aklımdan hemen hiç çıkmayan, malum düşüncelere yöneldim. Kendimce bir iyilik yapabilmenin huzuru içindeydim. Varsın bazılarınca bu düşüncelere enayi gözüyle bakılsın. İsterim ülkemin tüm insanları bu tür benzer yaklaşımlar da bulunsunlar. Bulunsunlar ki resepsiyondaki genç, yüzüme doğru tüm pisliğini kusarcasına sırıtmasın... Bulunsunlar ki bu masum, bu zavallı cici kızın yaşantısı görkemli olsun...
Ve ben, yüzümde belirdiğini hissettiğim gülücüklerimin tüm içtenliğiyle yukarıya, kızın uyumakta olduğu odaya çıktım. Kapıyı açtım. Zavallı kız...uykulu bedenine baktığımda duygulandığımı hissettim. Umarsızlık, sanki bu küçük, bu körpe bedeninin tümünü sarmıştı... Yattığı yerde uzun uzadıya seyrettim. Arada pek uyanmadan, salt silkiniyordu. Usulca açtığım otel odasının kapısını kapattım. Çünkü o denli yorgun ve güzel uyuyordu ki, nedense uyandırmak istemedim. Aşağıya, lobiye indim. Resepsiyondaki gençle yüz yüze geldim tabi. Takındığı ifadenin hissettiğini sandığı haklılığıyla yüzüme bakıp, tüm pisliliğini kusarcasına sırıtıyordu. Asabımı daha fazla rencide etmeden, lobideki yerime geçip oturdum.
Oturdum oturmasına ama, düşünmeden de yapamadım. Uyandırmak istememiştim, ancak aç midesinin, açlığı ne zamana değin dayanırdı... kimbilir... usuma geldiğinde böyle rahatlığıma bir an hayıflandım. O masum kız yukarıda uyuyordu, veya öyle sanıyordum. İçimde bulunan sıkıntı, beni yukarıya, odaya çıkarttı. Artık yeter dedim kendi kendime. Yeter, bir an önce uyandırmak istiyordum. Kapıyı açtım. Kapının çıkartmış olduğu sesten mi, yoksa daha önce uyandığından mı bilemiyorum ama, kalkmış, yatağın üzerinde öylece bana bakıyordu... Belki de kimilerimizin düşüncesizce yapılan davranışlarından dolayı, benden gizleyemediği korkusundandı...
Güldüm, bu saf, içten samimi haline. Elbette o da güldü. “Kahvaltıya inecek misin diye geldim” dediğimde, daha bir güvenle gülücüğüne içtenlik kattı. “Hazırlanır ve aşağıya gelirim” diye yanıtladı...Kapısını kapatıp, merdivenlere yöneldim. Aşağıya indim. Lobide oturup bu masum kızı bekledim. Başımı yukarıya kaldırdığımda, masum ve cici yüzüyle belirdi. Merdivenlerden ağır iniyordu. Mahmur yüzü ve uykusunu daha alamamışlığının ifadesiyle bana doğru bakarak gülüyordu. Merdivenlerden inip, yanıma geldiğinde hemen sıcak bir çay söyledim. Resepsiyondaki genç nedendir bilinmez yüzüme bakmak gibi bir eğilim gösterdi. Benim çayımda bittiğinden, iki bardak çay söyledim. Yine aynı edayla ve sırıtarak yerine getirdi. Gelen çayları içerken bir an göz göze geldim bu cici kızla... Ve tüm masumiyetiyle “aileme ne zaman teslim edeceksin...” dedi. Buğulanan gözünde yüzüme doğru yönelttiği bir itiraf vardı. Kimbilir belki de öyle sandım.Bir anda, nedendir bilinmez bu masum kıza karşı duygulandığımı itiraf edebilmeyi düşündüm... Oysa yaşam çarkı değirmeninde yoğrulan benliğimin faturasını bu masum kızdan çıkarmak...nedendir bilemem ama ağrıma gitti bir anda... Oysa suçladığım kişilikleri az önce kendim yadsıyordum. Ve konuşmalarımız kahvaltı içeriğinde, samimi bir atmosfer içerisinde geçti. Daha sonra özel olmayan ama, birbirini henüz tanımaya çalışan iki insanın konuşma biçimini aldı diyalogumuz... Biraz daha ailesini, ona uzanan olumlu veya olumsuz elleri, kızdığı ve kızmadığı insanları anlamaya, algılamaya çalıştım biraz... Çok yormuşlar, çok rencide etmişler bu masum kızı. Elimden geldiğince bu kıza yardımcı olmak gibi bir düşünceye kapıldım. Bu nedenle son anda düşüncelerimin doğrultusunda bir karar verdim. Verdiğim karar da belki de biraz bende acı çekecektim. Ve bu masum kızı ailesine teslim etmeyecektim. Evet, evet teslim etmeyecektim... Peki ama ne yapabilirdim ki... Sonra, sonra usumda bir ışık belirdi. Ne olursa olsun bu masum kızı evime götürecektim. Evet karım kızacaktı belki ama, bu masum kızı da böyle uluorta bırakmak, bilemiyorum kendime yediremedim... Bugüne değin, yani ilk kez böyle bir durumla karşılaşıyordum. Bilinmez, bu belki bir kaderdi... Ve bu kader, Tanrının bir izlencesi olarak benliğime sunulmuştu... Az önce bu kıza, onu ailesine teslim edeceğimi düşünürken... bilemiyorum ama, bu fikrimden bir anda uzaklaştım. Neydi beni düşüncemden alıkoyan . Bu düşüncelere karşı gelen, hemen herkesi kınayan ben...nasıl oluyordu olumsuz düşüncelere yakın olabiliyordum... Ve bir anda kimseyi kınamamak gibi bir düşünceye yenildiğimi hissettim.
Kızın yüzüne baktığımda, masumiyet tavrı devam ediyor ve bana bakışıyla, beklediği cevabında olumlu yada olumsuz yan arıyordu. O kadar sıcak, o denli içtendi ki... bilemiyorum. Adını veremediğim duygularıma yenik düşüyordum galiba...
Bu güzel, esrik ve içten kız tüm samimiyetiyle konuşmasını sürdürüyordu. Oysa ben, düşüncelerimin yoğunluğunda bu masum yüzü seyrediyordum. Ve bir anda düşüncelerimin yoğunluğunda pervasızlığından utandım. Düşüncelerimin bu denli özgürlüğü bile, benliğimde bastıramadığım bir sapıklıktı belki de... Fakat öyle hoş, öyle içten bakışları vardı ki... Bir türlü bakışlarımı başka bir tarafa yöneltemiyordum. Ve yine usumda bu masum kızı ailesine götürmek, onlara teslim etmek düşüncesi hakim oluyordu. Oysa benliğimde ve arzularımın hırçınlığında, bu düşüncemin olumsuzluğuyla karşılaşıyordum. Bir anda duyduğum platoniklik bile, benliğimde sanki bir iç savaşa dönüşüvermişti. Elbette bu tür düşüncelerin yoğunluğunda neye karar verebileceğimi pek bilemedim. Oysa tüm içtenliği ve sıcaklığı ile yüzüme bakan bu kız, ne yapacağımın gerekliliğini bildirmişti. Fakat onun düşüncelerinde, benim açımdan ne tür bir güzel yan vardı...kimbilir...
Gelen çayların sıcaklığı, sanki egomuza, sanki iç dünyamıza yansımıştı. Çünkü gelen çayların verdiği sıcaklıkla oluşan atmosfer, düşüncelerimizi açıkça ve net bir şekilde söylemeye, duygularımızı daha bir açıklıkla belirttik. Evet, bir genç kız olarak durumuna elbette o da üzülüyordu ama, umarsızlığının da bilincindeydi...
Yüzüme masumca bakarak “beni, eve göndermeyeceksin değil mi...” diye sordu. Bu durumda ister istemez bir an düşündüm. Hem bu cici kızı teslim etmek istemiyordum, hem istiyordum. Müthiş bir ikilem yaşıyordum. Yapılanların gerçek payını pek düşünmeden... Ve bu kızı ailesine edememenin ayıbını gizlesem de, tüm sıkıntısını kendimce yaşıyordum... Kız, bana göre daha değişik bir kaos yaşıyordu. Oysa ben egomla bir savaştaydım. Bu belki de onmaz ve olası dışı bir durumdu...
İçilen çaylarla ve sıcak sohbetlerle zamanın yitikliğini hissettik bir an. Zamanın geçmesi, bir anda yitip giden zaman, nedendir bilemediğim bir duyguyu da benliğime yüklemişti. Oysa, oysa götürüp ailesine teslim etmem gerekiyordu. Bildiğim, tabularımızın, yani yıkamadığımız tabularımızın olumsuz yüksünmeleriydi... kimbilir...
Bir anda duygulandığımı ve gözlerimin nemlendiğini hissettim. Umarsız masum yüzüne baktığımda sanki, sanki o da bana “beni götürme...” diyordu... Oysa yaşanılan her güzelliğin bittiğini bilirdim de, yaşanmayan veya yaşanılamayan güzelliğin, güzelliklerin bitmediğini bilemezdim...
Evet, ben bir bardaklık çay içiminde platonikliği yaşamıştım belki ama, maalesef bu masum kız bunun farkında değildi. Pek olacağını da sanmıyordum... Oysa ısrarla evine gitmemeyi, oraya bir daha dönmemeyi istiyordu ve benim onu geri götürmemi istiyordu.
Ve nereye diye sorduğumda, “nereye olursa...” diye yanıtlıyordu...
Evet, yaşadığım anlık çelişki, olumsuzca düşüncelerimi karşı yönden yanıtlıyor gibiydi. Fakat, yüzüne baktığım bu masum kız bu çelişkiler içinde olmamı sağlıyordu... Tanrım bu nasıl bir duyguydu...böylesine başına buyruk düşünüş... Acıma duygusu değil gibiydi... sevmek, sevi duygumsumuydu acaba... Fakat bu kısa, kısacık süren bir an... duygu yoğunluğu taşıyabilir miydi... Aldığımız terbiye bunu gerektiriyor gibiydi...
Oturduğum yerden ayağa kalktım. Yüzüme, ne oluyor gibisinden bir ifadeyle baktı. “Hadi kalk gidiyoruz” dediğimde “nereye” diye sanki sorduğum soruyu yanıtlarcasına, usunda belirdiğini sandığım düşüncesiyle ve olumsuz bir ifadeyle yüzüme baktı. Bu durumda nasıl bir cümleyle, bakışını adeta soruya çeviren benliğini yanıtlayabileceğimi düşündüm... Yüzüne bakmak istemiyordum. Konuşmak bile istemiyordum. Çünkü bu masum kız, bu güzel yüz bir anda hiç etmişti benliğimi. Sanki beni, benden almıştı... Acı bir tebessümle yüzüne baktığımda...ne acı ki o da anladı ve ağladı... Mahzunlaştım bir çocuk gibi. Gözlerim dolu dolu oldu bir anda... Başımı resepsiyona doğru çevirdiğimde, resepsiyondaki gençle yüz yüze geldim. Yüzüme, kızamayacağım ve açıkçası ondan beklemediğim bir ifadeyi takınarak, elinde bulunan bir peçeteyle gözünden akan yaşları siliyordu. Hatta yanıma gelerek, tabi ne anladığını pek bilmediğim düşüncesiyle omzumu sıvazladı.
Kıza, oradan ayrılma teklifimi yineledim. Sanki bir idam mahkumunun dünyadan ayrılışı mahzunluğuyla yüzüme bakması, düşüncelerimde yoğunluğu ister istemez arttırdı.
Aynı masum tavırlarıyla yerinden kalktı ve “hadi gidelim” dedi. Resepsiyonda ki genç üzüntüsünün yoğunluğunda bizi otelin kapısına kadar uğurladı.
Birlikte epey bir yol yürüdükten sonra oradan geçmekte olan bir taksiye işaret ettim. Önümüzdeki kaldırıma yanaşan taksiye ikimizde bindik ve sessizce taksinin arka koltuğuna yerleştik. Bu arada cebinden çıkarttığı adresin yazılı olduğu kağıdı, istemeyerekte olsa bana uzattı. Kağıdı taksi şoförüne uzatarak “bizi bu kağıtta yazılan adrese götürüver” dedim. Taksinin şoförü eline aldığı kağıda baktı, ardından yüzüme bakıp, güldü. Nedenini sorduğumda “abi burası çok uzakta, ama istiyorsan götüreyim...” . Elbette götüreceksin diye yanıtladım taksi şoförünü... Ancak bir haylide masraflı olacağının bilincindeydim. Bu arada da kız konuşmaya başladı...ilk kez konuşuyormuşçasına... “Hala götürmek istiyor musun...” dediğinde, yine karışık düşünceler hakim olmuştu benliğime... Bilemiyordum, oysa götürmeyi istiyordum, yürekten olmasa bile...
Epeyce bir yol aldıktan sonra taksi şoförüne yol kenarına yanaşmasını söyledim. Kıza doğru baktım. Kız ise tüm masumiyeti ve saflığı ile yüzüme bakıyordu. Sanki bir anda umutlanmıştı. Oysa ben...ben ise tüm benliğimle bir kaos yaşıyordum.
Taksiden indiğimizde,bir sahil kenarında olduğumuzun bilincindeydik. Bir hayli bu sahilde yürüdük. İlk söze başlayan ben oldum. “Biraz hava almak için taksiden inelim...” bu söze ne evet ne hayır diyebildi. Çünkü sonucunun istemediği bir yere teslim edileceğinin bilincindeydi. Oysa...ah bir bilebilse... Onu götürüp, hele istemediği bir yere teslim etmemeyi o kadar istiyordum ki... Ama bu cici kız nereden bunu bilebilecekti ki...kim bilir belki de hiç bilmeyecekti. Çünkü...çünkü...
Kolumdan hızla çekiştirip, gözünde biriken tomurcuk yaşlarla yüzüme bakıp “ne olur beni götürme...” diye yalvaran bir ses tonu ve masumiyet... Zaten duygulu olan benliğimi iyice egomdan soyutlamış, sanki beni benden almıştı. Ve sürekli ikilem içindeydim...
Suskunluğumun, kendisiyle konuşmama isteğinde olduğunu sanarak, daha bir yakınlıkla, gözlerini gözlerime dikerek “neden benimle hiç konuşmuyorsun...” dedi. Oysa bu soruyu sorduğunda bile ikilemime cevap arıyordum. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemez bir haldeydim. Usumda, hemen oracık da kısa bir döngü yarattım. Ve kendi kendime sordum; “Tanrım, bu bana bir kader oyunumuydu...yoksa bu çarkta bir tür değirmen vazifesinde miydim...yoksa bu çark içeriğinde bir tür taşaronmuydum...” bu ikilemin arasında yarattığım kaos, beni, uçurumların kenarında dolaştırıyordu. Birden kendime gelir gibi oldum. Çünkü yanımdaki kız bana, cevabını beklediği bir soruyla, beni sarsıyordu... Vereceğim cevap, onun geleceği için önemli olacağı gibi, şu anda bulunduğum ruh haliyle farkında olmadan aksi bir söz söyleyebilir, onu kırabilirim, sarsabileceğim ve hatta intihara bile teşebbüs ettirebilirdim. Bu nedenle ne diyeceğimi pek bilemiyordum. İçinden çıkamayacağım bir kaostu.Yüzüne baktım öyle masum bir ifade taşıyordu ki... Ne diyeceğimi bilemiyordum, kararsızlaşmıştım. Sonra, sonra ummadığım bir durum oldu. “Koluna girebilir miyim” dedi. Bir anda şaşırdım. Böyle bir şey başıma hiç gelmemişti. Ne diyeceğimi bilemedim. Dostlarım...dostlarım beni bu durumda bir görseler...olmaz, olamaz diye düşündüm. Egomla bir iç savaşım veriyordum. Basitçe bir düşünceye yakınlık... bana göre değildi. Bu kızın, bu durumdaki zavallılığından, bu durumdaki çaresizliğinden faydalanmak...hayır olamazdı. Bu duruma, verdiğim iç savaşımda zannederim galip gelmeliydim... İç dünyamda verdiğim bu savaşım sonucunda ne yazıktır galip gelemiyordum. Halbuki galip gelebilmeyi ne çok isterdim... Oysa kendi yaşantım, bu genç kızın hayatı...gözlerimin önüne gelen kısa bir film şeridi gibiydi sanki... Oysa silkinmem, kendime gelmem ve bu rüyadan artık uyanmam gerekiyordu. Durdum ve kızın yüzüne aniden baktım. Bu ani davranışımı sordu. Açıklamada bulunacakken maalesef... yapamadım yine. Garipliğin, garipçe bir duyguya yenik düşeceğimin hissindeydim sanki. Ama bu genç kızın işvelerine karşı koymalıydım. Sevi...ah,yok mu bu görkemli aşk duygusu. Kısa bir anlık bile olsa yaşadığım ve hissetmekte geciktiğim bu duygu... Ve bana yaşattığı bu kısa anlık da olsa, yine de ona teşekkür yetinebiliyordum... Evet, ancak teşekkür edebilirdim... Ve bu tür düşünceler, karıncalaşan usumda ivedi dolaştı durdu. Sanki aklım bende değildi. “Hadi güzel kız” dedim. Nereye diye heyecan ve mahzun bir ifadeyle yüzüme baktı. “Seni ailene teslim etmemin zamanı artık geldi...” deyince, gözünde biriken tomurcuk yaşlarla “hani gitmeyecektik, hani götürmeyecektik...sende babam gibisin demek ki...” Ve bu kelimelerden sonra boşluğa baktım bir an...çünkü son sözcük bir hayli etkilemişti beni... Belki ona göre genç biri değildim. Ama duygularım vardı. Oysa bu kavramı, yüzüme haykırmasıyla bir kez daha algıladım... Ayrıca babasının kendince kötü bir insan oluşu, beni babasına, yani her şeyden önce kötü varsılladığı birine benzetmesi... işte en çok bu dokunmuştu...
Kolundan tutup, yol kenarında ve oradan geçmekte olan bir taksiye el kaldırdım. Taksi önümüzde durduğunda, hala binmemeye ve beni etkilemeye çalışıyordu. Oysa kararımı vermiştim. Taksi şoförü bekliyor, kimbilir belki de iki sevgili gibi münakaşa ettiğimizi sanıyordu...
Taksiciye biraz beklemesini tembihledikten sonra, bu masum ve güzel kızı kendimce iknaya çalıştım. Nihayet gözleri ağlamaklı bir halde otomobile bindirdim. Çeşitli yollardan geçerek ve taksinin içinde biraz seyahat ettikten sonra kızın bulunduğu mahalleye, oturduğu evin önüne kadar geldik. Kız, taksi şoförüne daha fazla gitmemesini söyledikten sonra, duran taksiden, benimle vedalaşarak indi. İçim sanki kan ağlıyordu. Kıza göre ve kimbilir nicelerine göre çok rahat bir duygumla, bu küçük, bu sevimli kıza güle güle diyordum... Oysa hiç de öyle değil... Ve kız...yutkunuyordu. Konuşamaması doğaldı. Çünkü gözyaşları tomurcuklanmadan öte, sanki birden boşanmış ve sicim gibi iniyordu. Bu durum elbette ki beni daha da parçalıyordu. Bir an önce gitmesini ve oradan ayrılmasını istedim. Ve kız dönüp, arkasına bile bakmadan evinin kapısına yaklaşmıştı. Acaba dedim kendimce, bu cici kız salt evinden kaçmaktan öte şu an ne tür bir duygu atmosferindedir diye...
Taksi şoförüyle, arabanın içinde öylece oturuyorduk. Amacım bu cici kıza, ailesinin nasıl davrandığını veya o an için nasıl davranacaklarını öğrenmekti. Bu arada taksinin şoförü aynadan gördüğü kadarıyla yüzüme bakıp, “ağabey be...” dedi. “Buyurun” dedim. Taksi şoförünün, nedendir bilinmez ama, sanki gözlerinin buğulandığını hissettim. Taksi şoförü devamla; “ağabey, ayıp olmazsa sana bir şey soracağım...” “sor” dedim. “Bu masum kızı neden üzüyorsun...” Güldüm...parçalanan yüreğime sanki inatla. “Bu güzel kızı ben üzmüyorum, onu zamanında üzmüşler, ben sadece yardımcı olmaya çalıştım. Tabii elimden geldiğince...” Ve daha bir çok hikayeyi, başımızdan geçenleri de dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştım. Taksi şoförü tüm bunları büyük bir dikkatle dinledi. Tahminimden öte, ne denli duyguluymuş. Sanki küçük bir çocukmuş gibi ağlamaya başladı...
Biz konuşmalarımızdan sıyrılıp, aramızdan ayrılan bu cici kızın tekrar dönmediğini ve dönmeyeceğini anladık. Taksinin şoförü yüzüme doğru baktı. Ne yapalım der gibiydi. Elbette orada duramazdık. “Artık evine teslim ettim, varsın bir hoşça kal demesin...” taksiciye “hadi gidelim artık...” dedim, yüreğim kanayarak... Konuşamıyordum... üstelik kısa zamanda kısa zamanda dostluğumu kazanmış taksi şoförü de konuşamıyor, ancak konuşmalarımızdan öte, birbirimize gözlerimizle umarsızlığımızı anlatabiliyorduk...
Taksi, geldiğinin aksi yönüne dönüp, gerisin geriye dönüp oradan uzaklaştı. Çeşitli yollardan ve mahalle aralarından geçti. Uzunca seyrettiği bir yolun sonunda, vardığımız bir deniz kenarında, sakin ve kimsesiz olduğuna inandığım bir yerde durmasını söyledim. Bana “ağabey ne yapacaksın bu ıssız yerde...” demesinin sonunu beklemeden taksiden aşağıya indim. Bu arada taksi şoförüne parasını vermek için uzandığımda, “güldürme beni ağabey, bu hayır işinde yaranı maddiyat kapatmaz ama, çorbada bizim de tuzumuz olmalı...” diye yanıtladı.
Ayrılmasını beklediğim taksi şoförü, oradan ayrılmadığı gibi “seni, tekrar götüreceğim” diyordu... Hatta ısrarla gitmesini belirtmeme rağmen... Ama bu sakin, bu ıssız deniz kenarında
inmeme de akıl erdiremiyordu. Ancak, ihtimal, bir müddet yalnız kalma isteğimdi. Ve o da bu gerekliliği biliyordu.
Taksiden uzaklaştım. Arkama baktığımda, uzaklaştığım taksi şoförü bir sigara yakmıştı. Ve ben uzaklara, çok uzaklara doğru baktım. Denizin mavilikleri bana ayrı bir huzur veriyordu. Bir gece bile olsa tanıdığım, belki de böyle temiz yürekli bir insanı tanımamanın vermiş olduğu rehavet, sarhoşluk içindeydim... Ve tanrıma bu güzelliği, bu masumiyeti yarattığı, benimle tanıştırdığı için teşekkür ediyordum. Oysa biten bir mutluluk, taşıdığım umudumla henüz bitmemişti.
Mutluluk...yakalamak için vardır. Oysa insanlar kıymetini bilemeyecek kadar cahilce hareket ederler. Ve yüreklerinde taşıdıkları kıskançlık duygusuyla mutluluklarına gölge düşürürler. Düşünün bir kez...ana rahminde onca embriyonun içinden, dünyaya gönderilmek... Bunun için bile tanrıya ne kadar teşekkür etsek azdır...
Taksiden uzaklaşmıştım ama, sanki taksi şoföründen uzaklaşmamıştım. Çünkü, gözlerimin dolu dolu olduğu bir anda, eminim ki taksi şoförü de ağlıyordu...hem de sessizce ve hıçkırarak...
Bir anda yaşadığım ya bir rüya, ya da bir kabustu... Elimi belime attım. Kemerimde bulunan tabancamı yerinden çıkararak başıma doğru yönelttim. Durumu uzaktan gören ve ne yapacağımı algılayan taksinin şoförünün, hızla, yanıma doğru koştuğunu hissettim. Ve onun yetişmesine pek fırsat vermeden, şakağıma dayadığım tabancamın tetiğini çektim...
Vücudumdan çekilen kanım, yavaşça benliğime huzur veriyordu sanki...
Yaşanan bir aşk...kısa da olsa yaşandı. Belki de yıllarca yaşanılacak... Belki de birilerinin yaşamına mutluluk verecek. Belki de birilerinin yaşamını son bulduracak. Ama yaşanılacak...ve yaşanması gereken aşk...aşklar olacak ve birilerini üzecek...üzmeli de...çünkü, çünkü sevi kucaklarken insanoğlunu, aşkın doruğu gizli olduğunca vardır ve var olmaya da devam edecektir... Aşk o denli güçlüdür ki, korkuyu benliğinde barındırmaz. Korkanlar bir köle, korkmayanlar ise ancak korkunun ve toplumunun bir efendisi olurlar...
Mustafa GÖKÇEK