- 2258 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
KADIN GÜVENİRSE
Türk kadını ne zaman tercihlerini doğru yaparsa, kendine güvenirse, insan olduğunu fark ederse güneşli günleri görecektir. Kendine güvenen, mücadele eden kadın hedefine ulaşır. Bir kadın sevilir de sevmezse sevenin değerini bilemez, sever de sevilmezse mutlu olamaz,
sever ama güvenemezse hayırlı olmaz, hem sever hem de güvenirse konuşmayı hatırlayamaz!
Kadın güvenirse polise güvenir değil mi öncelikle? İşte yaşanmış bir olay…
“Sabah gazetesinin haberine göre; Eşinden ayrıldığı yetmezmiş gibi bir de 9 ve 10 yaşındaki yavrularını ona göstermiyorlardı. Sıkıntılarını unutmak için arada bir Galata Köprüsü’ne gidip balık tutuyordu. 28 yaşındaki Gülcan Köse, 12 Haziran günü yine aynı şeyi yaptı. Öğlene kadar 5-6 balık tuttu. Yanına gelen iki güvenlik görevlisinin "bacakları güzelmiş" diye laf attığını duyduğunda daha öğlen olmamıştı. "Beni rahat bırakın" dedi. O da yetmeyince küfrü bastı. Onlar da uzaklaştı. Yarım saat geçmeden bu sefer bir polis ekibi belirdi yanında. Gülcan Köse’nin verdiği bilgiye göre, "Üzerinizde dekolte kıyafet var. Bu şekilde burada duramazsınız" dediler. Beyninden vurulmuşa döndü; kıyafetleri dekolte değildi kesinlikle... Dizine kadar siyah bir tayt giymişti. Dizlerinin hemen üstüne inen pileli bir de elbisesi vardı.
Gülcan Köse, polislere derdini anlatmaya çalışırken, Köprü’de bulunan bir genç polislere, "Hanımın kıyafetinde bir şey yok. Neden müdahale ediyorsunuz" diye çıkıştı. Ancak polisler, "Sen avukat mısın" diyerek genci tokatladılar. Gülcan Köse, olayın büyümemesi için ekip otosuna bindi. Polisler onu Küçükpazar Karakolu’na götürdüler. Ama araçta 2 saat beklettikleri halde ifadesini almadılar. Sirkeci’deki polis merkezine götüreceklerini söylüyorlardı. Fakat onun yerine Sarayburnu’ndaki otoparka götürdüler. Köse’nin iddiasına göre, yanına gelen iki polis elle taciz etmeye çalıştı. Bir başka polis de olan biteni cep telefonuyla kayda aldı. Polisler, birlikte bir simitevine gidip birkaç saat oturmayı teklif ettiler. Merkeze ise kaçtığı bilgisini vereceklerdi. Gülcan Köse teklifi kabul etmeyince de arabadan indirdiler.
Uğradığı taciz olayını bildirmek için Sirkeci’deki polis merkezine gitti Köse. Buradaki komiser, teşhis etmesi için 15-20 polisi karşısına dizdi. Gülcan Köse üç polisi teşhis etti. Olanları cep telefonuna kaydeden polis üzerine saldırıp saçını çekti, karnına tekme attı. Genç kadın ifade verip karakoldan ayrıldı. Korktuğu içinse şikâyetçi olmadı. Bir süre sonra hakkında "hayasızca hareketlerde bulunmak" suçundan 1 yıla kadar hapis istemiyle dava açıldığını duydu... "Bir kadının eteği rüzgârdan dolayı açıldığı için nasıl dava açılır? Üzerinizde etek ve tayt varken mahrem yerler gözükür mü" diyerek tepkisini dile getiren Köse, önümüzdeki günlerde İstanbul Sulh Ceza Mahkemesi’nde hâkim karşısına çıkacak. Avukat verilmesi için de İstanbul Barosu’ndan yardım isteyecek. “
Kadın güvenirse toplum ahlaki ve kültürel gelişimini tamamlamış demektir. Kadınları güvenmeyen bir toplum karanlık bir toplumdur. Kadın güvenirse analık görevini layıkıyla yapar. Kadın güvenirse tinerci çocuklar olmaz. Kadın güvenirse sarhoş kocalar olmaz. Kadın güvenirse korkmaz erkeğinden saygı duyar sadece. Kadın güvenirse iyi eştir. Kadın güvenirse kutsal anadır. Kadın güvenirse paylaşır.
Küçük kız çocuğu aile içi şiddete maruz kalmış. Gazeteci röportaj yapıyor. Tespitleri çok ilginç.
“Küçücük bir kız, henüz kime güvenip kime güvenemeyeceğinin bile farkında değil. Büyük sırrını paylaştığı gazetecinin gerçekten de sırrını tutacağını düşünerek diyalogu sonlandırmak, bir an önce oyununa geri dönmek istiyor. Gazeteci soruyor, küçük kızın yanıklar içindeki kol ve bacaklarını işaret ederek, “kim yaptı sana bunları” diye.
Kız isteksiz, ve kayda değer bir ürküntü içinde, söylediklerini kimsenin duyamayacağını düşündüğü sakin bir köşeyi işaret ediyor, “kapının oraya gel, orada söyleyeceğim”. Nihayet kapının önüne gidiliyor, savcılık ve emniyet makamlarının güvenilir bulup kaale almadığı bilgiyi gazeteci ağabeye veriyor, “babam yaptı, babam yaktı beni." Sonra oyununa devam etmek üzere koşarak uzaklaşıyor.
"Adana’nın karmakarışık sokaklarından birine açılan bir kapı önünde çocuk terbiyesi üzerine Türkiye çeşitlemelerinden birine tanık oluyoruz. Polis ve savcılığın dikkate almadığı bu bilgiyi, gazeteci ağabey ciddi buluyor, gerçeği bulmanın ve görüntülemenin verdiği zafer duygusu ile haber kaydını merkez stüdyolarına gönderiyor, haber merkezi de 4-5 yaşından fazla olmadığını tahmin ettiğim küçüğün yüzünü ayan beyan kamu vicdanı önünde polis, sosyal hizmetler ve savcılığın ihmalini yermek üzere ifşa ediyor. "
Geçtiğimiz hafta Makine Kimya Endüstrisi Kurumu, son zamanların en büyük uygunsuzluklarından birini icra ederek, elindeki stok fazlası silahları kredi kartına taksit karşılığında satışa sunacağını açıkladı. Ve fakat son bir yılda ruhsatlı silah sayısında yüzde 40, ruhsatsız silah kullanımında yüzde 100 artış kaydedilen, her hafta mutlaka maganda kurşunu, silahlı çatışma ve gasp vakalarıyla dolu gazete sütunlarından geçilmeyen ülkemizde, “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” dedik yine.
Kentsel şiddet ve bireye yönelik suç istatistiklerini kabartan bireysel silahlanma meselesi değilmiş gibi, bir de bazı aklı evvel aileleri çocuklarıyla birlikte MKE teşhir ve satış bölümüne hücum ederken izledik. Bu ailelerin bazısı çocuklarının fikrini sordular görüntülerden anladığımız kadarıyla, stok fazlası 45 tür silahtan hangi modeli edinmek istediklerine karar verirken.
“Suçu işleyen silah değil, silahın tetiğini çeken eldir” diyebilirsiniz.
Ben de şunu tekrar etmek istiyorum, inatla, başı sıkıştığında silaha başvuracak, tetiği çekecek, türüne ve sosyalliğimize yabancılaşacak “canavarları” biz yaratmıyor muyuz? O canavarları daha da canavarlaştıracak imkanı, silah edinmeyi kolaylaştırarak biz sağlamıyor muyuz?
Silah korumasındaki evlerde, dayakla, şiddetle, oyuncak tabancalarla, kabadayılıkla terbiye ederek çocuklarımıza nasıl alternatifler sunuyoruz, düşünüyor muyuz merak içerisindeyim.
Oturduğum sokakta tatilin ve yazın son günlerinin tadını çıkartmaya çalışan çocuklar oyun oynuyorlar.Oyunlarına oyun diyebilmekte zorlanıyorum çünkü oyuncakları oyuncak olmaktan çok uzak. Her birinin elinde gerçeğinden ayırt etmekte zorlanacağınız büyüklü küçüklü oyuncak silahlar. Hedefleri ya sahipsiz kedi-köpekler yada birbirleri.
Bölgesel güç olmaya, barışı sınırlarımız ötesinde tesis etmeye namzet olduğumuz şu günlerde evlerimiz ve sokaklarımızın savaş meydanlarından farkı yok.”
Kadın güvenirse üretir. Kadın güvenirse özgürdür. Kadın güvenirse insandır. Kadın güvenirse erkekle eşittir. Kadın güvenirse toplumun ruh sağlığı yerindedir. Kadın güvenirse yaratır ve yaşatır. Kadın güvenirse bakışları karanlık değildir. Güzeldir güvenen kadın alımlıdır. Çevresine pozitif enerji verir.
İşte kadın yanlış kişiye güvenirse başına gelen başka bir olay…
5 yıl önce PKK’dan kaçarak Erbil’de bir eve sığınan kadın terörist A.Ç. İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’ne giderek teslim oldu. A.Ç., PKK’dan ayrıldıktan sonra “Özgürlüğe Kaçış” adlı bir kitap kaleme almış, örgütün kadınlara bakışını ve gerçek yüzünü gözler önüne sermişti
PKK’da 1991-2003 yılları arasında silahlı mücadeleye katılan A.Ç. erkek arkadaşı M.K.İle İstanbul Polisi’ne teslim oldu. A.Ç., 2 yıl önce yazdığı “Özgürlüğe Kaçış” kitabında Abdullah Öcalan’ın kendisine ve daha bir çok kadına tecavüz ettiğini ifade etmişti. 2006 yılında Hürriyet Gazetesi’ne Dilaram rumuzuyla verdiği röportaj ve pozlarla gündeme gelen A.Ç., İstanbul polisindeki ifadesinde Türkiye’yi, ailesini çok özlediğini, hayatında yeni bir sayfa açtığını belirtirken örgütün bitme noktasında olduğunu ve kaçmak isteyen birçok kişinin fırsat kolladığını söyledi. Erkek arkadaşı M.K. ile evlenip hayatlarında yeni bir sayfa açtıklarını söyleyen 31 yaşındaki itirafçı kadın terörist, pişmanlık yasası gereği nöbetçi mahkemece serbest bırakıldı. İşte A.Ç.’nin ağzından PKK’nın gerçek yüzü:
“Dağdaki Mahkumlar’a 13’ümde katıldım 1991 baharıydı. 13 yaşında, kıpır kıpırdım. Bir gün ablamla dağa pancar toplamaya gittik. PKK’lıları ilk o zaman gördüm. Kadınlar da vardı. Önce korktum. Çünkü köylüler onlar için dağdaki mahkumlar, diyorlardı. O an, kaderimin değişeceği yer burası, dedim. Mutlaka onlarla olmalıydım. Tarihini okumuştum ama Kürdistan neresi, bilmiyordum. Babam, yaşadığımız köy, derdi. PKK’lılar “Kürdistan için savaşıyoruz. Siz niçin bize katılmıyorsunuz” dediler. Akşam düşündüm. Anneme, dağdaki mahkumlara katılacağımı söyledim. Sonra köye gelip bayrak açtılar. Muhtarın evinde toplandılar. O gün kararımı verdim. Nöbetçi PKK’lıya ben de geliyorum, dedim. Yaşın küçük, dedi. Amcamın oğlu Welad’la katıldık. Welad sonra mayına bastı, öldü. Babam örgüte ayda 50 milyon verirdi.”
“Evden gizlice kaçmıştım. Altınlarımı, en güzel, rengarenk elbiselerimi, çoraplarımı yanıma almıştım. Bir de babamın en güzel kalemlerini, misafir odasının duvarındaki heybeyi ve kardeşimin mekabını çalmıştım. Heybeye yiyecek doldurmuştum. Yüküm ağırdı. Benimle alay ediyorlardı. Sarı pembeli giysilerim kilometrelerce öteden seçiliyordu. Kamuflaj nedir bilmiyordum ki. Alacakaranlıktan sabahın 5’ine kadar yürüdük. İkinci gün elime Kalaşnikof verdiler. 15 gün sonra babam haber yollamış, kızımı vermezseniz sizi buralarda barındırmam, diye. Babam zengin ve sözü geçen bir adamdı. PKK her ay babamdan 50 milyon alıyordu. Beni amcama teslim ettiler.Öcalan’ı peygamber diye hayal ettik.”
“Beyni yıkanmış gibiydim. Babam heder olacaksın dağlarda, dedi. 15 gün sonra halamın, amcalarımın oğullarını topladım, altı akrabamı yanıma alıp tekrar dağa gittim. Sonraları ölen bir doktor vardı, Kendal. Başkanın Abdullah Öcalan olduğunu söyledi. Anlattı şöyle böyle, peygamber diye. Kafamda hayal ettim Öcalan’ı. Elini uzatsa güneşi tutabiliyordu. Ayağa kalktığında dağlar, ayaklarının dibinde olacaktı. İlk aylarımda kafamda Apo’yu uçan mitolojik bir karakter olarak çizdim. Mantıklı düşünecek yaşta değildim. Köyden çıkmış, ilkokul mezunu bir kızdım. Ancak böyle hayal edebildim. 13 yıl boyunca hep önderlik gerçeğini yani Apo’nun çocukluğunu, babasına isyanını, hayatını öğrettiler. Apo’yu Bekaa’da gördüm, göbekliydi.”
“Onlara katıldığım yılın sonbaharında Bekaa Vadisi’ne eğitime gittim. Apo akademide kalmıyordu. Evi Barliya’daydı. Merakla mitolojik kahramanı görmeyi bekledim. Apo’yu ne kadar tanrılaştırırsam, örgüte o kadar bağlanmış olacaktım. Beni tembihlediler. Ne kadar hakaret ederse etsin, doğrudur başkanım, diyeceksin dediler. Bekliyordum, hayatımdaki en önemli insanı görecektim. Apo’yu görenler bayılırmış. Ben de bayılmaktan korkuyordum. Derken 50 kişilik M16’lı koruma ordusuyla geldi. Aramızda neden korunduğunu anlayamadım. Açık havada, Bekaa’da tek sıra halinde diziliydik. Afganistan komünistleri, Ermeniler, Avrupa’dan gelenler de vardı. Apo’yu görünce çok şaşırdım. Hiç hayalimdeki lider tipine benzemiyordu. İriyarılığı idare ederdi ama göbekliydi.”
“Bana ilk söylediği, “Senin baban bir alçak, senin baban bir düşman ajanı, senin baban bir reformist, senin evin bir düşman karakolu. Senin kafandaki düşman karakolunu yıkacağız” oldu. Öyle bir sevindim ki. Kocaman başkan beni, ailemi tanıyor, dedim. Eğitim bitti, Apo evine gitti. Küfürleri iltifat gibiydi. Şimdi babam ve ailem benim için kutsal ama o zaman emir verseydi git, babanın kafasına kurşun sık, diye, gözümü kırpmadan babamı, annemi yere sererdim. Şimdi silahım olsa kime yönelteceğimi bilirim ama bir daha elime silah almam. Geriye baktığımda o hayatı yaşamadım sanki. O Dilaram ben değildim.Kaçanlar tecrite uğruyor kimse konuşmuyor.”
“Üç kez. Yönetimle zıtlaştım. Üç gün sosyal tecrite alındım. Kimse benimle konuşmuyordu. Birinde çok zorlanmıştım. 1995’ti. Yukarıdan gelen, ayrıcalıklı ve çatışmaya hiç katılmayanlar bize iş buyurup duruyorlardı. Şunu getir, bunu taşı, diye. Hayat çekilmez hale gelmişti. Saldırıya yazmışlardı beni Zagroslar’daki. Mektup yazdım. Gideceğim, kafama kurşun sıkıp öleceğim, dedim. Mektubu verdiğim arkadaşım sonucu göze alamayıp yönetime vermiş. Telsizle çağrıldık, geri dönün diye. Hemen anladım olanları. Tabur komutanı bana hakaret etmeye başladı. 15 gün tutuklu kaldım. Kimse konuşmuyordu benimle, yemeği ayrı yiyordum. Ne mektup, ne haber. Ne anne, ne baba... Kaçmayıp ne yapacaktım. Ama nereye gidecektim?”
“1996’dan itibaren savaşa gitmedim. Şemdinli’deki yaralanmadan sonra bir yıl yatalak kaldım. PKK doktorları altı kez ameliyat etti. Kandil’de radyoda çalıştım. 1999 Ocak’ında Ecevit’in konuşmasını duydum. Bu sırada eğitim veriyordum. Radyonun sesini açtım. İşin ciddiyetini anladık. “Bu iş bitti” dedik. Sonra rehavet başladı. Örgüt içi sistem, kadına yaklaşım, infazlar tartışılmaya başladı. Bazılarına itibarları, mertebeleri iade edilmeye başladı. Bir yerlere kaçsam, kurtulacağımı düşünmeye başladım. İki kadın, şimdiki eşim dahil iki erkek; dört kişi kaçmaya karar verdik. 21 Nisan 2001 gecesinde İran tarafına kaçtık. Arkamızdan atlarla geldiler ama yakalayamadılar.Kitabı örgütte tecavüze uğrayanlar için yazdım.”
Kaçarken mayınlı topraklardan geçtim. Yıllarca aynı mevziyi, yemek kabını paylaştığım yoldaşlarım tarafından vurulmayı göze aldım. Yaşadıklarımı, acılarımı bir kenara bırakıp kendi sade hayatımı yaşayacaktım. Ama vicdanım adına, delirdikten sonra infaz edilen yoldaşlarımın gözlerindeki son çaresiz bakışın borcunu ödemek, Apo ve komuta kademesindeki erkeklerin tecavüzüne uğrayan kadınlar için yazmaya başladım. 1992’de en yakın arkadaşlarım, PKK’nın insanlık dışı gaddar sistemine karşı çıktıkları için, aynı gün mahkeme edilip ertesi gün hepimizin gözleri önünde kurşuna dizildiler. İki avuç toprakla cesetlerinin üstü örtüldü. Sabah gittiğimizde tilkiler, kurtlar tarafından parçalanıp yendiklerini gördüm. Öldürülen her arkadaşımla birlikte benim ruhum ölüyordu. Ben o dağların ardında yaşananları yazıyorum. 40 bin kişi öldürüldü diyorlar. Bir bakın, eski kadrolardan kimse yok. İç infazlar tahmin edilemeyecek kadar kabarık. Habur’u aşşam toprağı öpeceğim.”
“Köye dönmek istiyorum. Annemi, kız kardeşlerimi 15 yıldır görmedim. Babamı almak için geçen yıl sınıra gittim. Ülkeme uzanan uzun yolları solumak için ağladım. Yıllar sonra ilk kez Türkiye’ye giden yolları gördüm. İçimde bir ses, git, ucunda ölüm olsa bile git, ülkende yaşa, dedi. Ben Türk düşmanı değildim, ülkeyi bölmek gibi bir hayalim yoktu. Durumum netleşecekse, hapse girmeyeceksem gelirim. Af çıkarılırsa İbrahim Halil’i (Habur) aştığımda toprağı öpeceğim. Türkiye’de işlenmiş bir suçum yok. Türkiye’ye hiç inmedim, orada kimseyi öldürmedim. Tecavüze uğrayan kız delirdi.”
“Evin, çok güzel, fakir bir köylü kızıydı. Masmaviydi gözleri. Gece yarısı nöbette PKK’lı bir komutan tecavüz etti. Akli dengesini kaybetti. Çok tedavi gördü, elektrik şoku verildi. Gece yarısı oldumu, kızcağız çıldırıp kayalara tırmanıyordu. Herkes biliyordu. Tecavüzcü, Irak Kürdü’ydü. En sonunda Evin kaçtı ama kaçarken de mayına bastı. İki bacağını kaybetti. Köylüler bulup ailesine teslim ettiler. Evin, örgüt içindeki kadının trajik öyküsüdür.
5 yılda 5 bin kişi ayrıldı.”
“Türkiye’de af çıkarsa PKK çözülür. Çok insan yararlanır bu aftan. Herkes evine dönmek, yeni bir hayat kurmak istiyor. Af çıksa PKK’nın içyüzü ortaya çıkar. Toplum rahat nefes alır. İtirafçılık olursa insanlar zarar görürler, kimse kimseye güvenmez. Af çıkarsa kimi köyünde çiftçilik yapar, kimi ailesine döner. Son beş yılda 5 bin kişinin PKK’dan koptuğunu biliyorum. Kimi kayboldu, kimi kaybettirildi, kimi bulaşıkçı, kimi inşaatçı, kimi tuvaletçi... ODTÜ mezunu ama burada inşaatta çalışıyor. Bunları kazanmak, Türkiye’ye kazandırır. Örgüt içi çok karışık.”
“ÖCALAN’A tapmıştım. İnsanlar yaşadıkça akıllanıyor. Onun (Öcalan) kurduğu sistemde birbirimize o kadar düşmandık ki başka düşmana ihtiyacımız yoktu. Birbirimizi yok etmek için psikolojik savaş, hakaretin haddi hesabı yok. Kadınlar arasında yapılmadık hakaret, dedikodu, ayakoyunu, kariyer uğruna insanları kullanma kalmamıştı. Bana iyi davranmazsan, karşında ateş topu olurum.”
İşte kadın güvenirse sonuna kadar gidiyor. Başına gelen bütün belaları gözünü kırpmadan hazmediyor. Nereye kadar. Güveni sona erinceye yada tükeninceye kadar.
Kadınların başkasına güvenmesi için ilk önce kendine güvenmesi ve güçlü olması gerekir. Güçlü olabilmek yalnızca işiniz ve sosyal hayatınızda yakaladığınız başarıyla tamamlanmayabilir. İlk önce kendinize inanmanız ve güvenmeniz gerekiyor. Yaptığınız ve söylediğiniz sözlere her zaman dikkat edip arkasında durmalısınız. Kendinize güvendiğiniz takdirde etrafınızdakilerin size olan hayranlığı da artabilir. Kendine güvenmeyen bir kadın güçlü görünemez. Yürüyüşünüz, konuşmanız ve kıyafetleriniz kendinize güveninizle orantılı olarak değişir. Bu yüzden kendinize güvenin ve yaptıklarınızdan emin olun.
Kasdın güvenirse sizi aşırtmayacağı engel yoktur. Kadın güvenirse bütün zorluklarınızın çözüldüğünü, bütün imkansızlıkların imkana dönüştüğünü göreceksiniz. Kadın güvenirse kendinizi başarılı hissedeceksiniz. Yaşamak için, başarmak için cesaretiniz artacaktır. Çünkü kadınınız sizin hep arkanızda olacaktır.
KAYNAK:Tırnak içindeki yazılar GOOGLE arşivinden alınmıştır.
YORUMLAR
Kadınların bu yönünü seviyorum..
Gerçekten yaptığı/düşündüğü şeye güvenirlerse, sonuna kadar gidiyorlar...
Bir çok erkekten daha cesur daha kararlı ve akıllıca davranabiliyorlar.... Üstelik eğitimleri veya sosyal statüleri pek engel teşlik etmiyor..
bu yazı dizisini çok sevdim Albayraklım, devamını sabırsızlıka bekliyorum, saygılar