- 1088 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Aslı
Kapının tel fırçalarla sararttığı yıpranmış eşiğine oturdu. Eteğinin uçlarını ayak bileklerine doğru indirdi iki yanından çekerek. Ayak bileklerinden yukarısı görünmüyordu. Dizlerini kırmış, kendine doğru kıvırmıştı. Kenarları yırtılmaya başlamış mavi terliklerine baktı. Gri çoraplı parmaklarını oynattı içinde. Gülümsedi. Çiçeklerine takıldı gözleri bütün renkleri griye kaçmış eteğinin. İlk giydiğinde renklerinin nasıl parlak olduğunu düşündü.
Siyah bir karga gelmiş, yolun karşısında, yer yer sıvası dökülmüş ve altındaki kerpiçleri görünen evin önündeki ağaca konmuş, arada sırada rastgele yönlere doğru bağırmaya başlamıştı. Felaket habercisi gibi diye düşünür düşünmez aklına Biga gelmişti. “Hayatımın mahvolduğu yer .” dedi mırıltı halinde.
Gökyüzünde bulutlar ve yağmur olmadan, sabahın erken saatlerinde ebemkuşağının göründüğü sıcak bir gündü. Çocukları ailelerine teslim etmişti. Zaten dağılma saatinde anneleri ya da babaları muhakkak beklerlerdi yüzlerinde ciddi bir gülümsemeyle. Çocuklarının zaferden çıkmış gibi saçlarını okşamalarına hep bir tebessümle karşılık verirdi. Yine öyle yapmıştı. Çocukların hepsinin ailelerine teslim edildiğinden emin olduktan sonra okula geri dönmüş, sabah serinliğinden korunmak için giydiği, ince yün yeleğini ve çantasını almış, okul müdiresinin aralık duran kapısından içeriye “İyi akşamlar hocam. Ben çıkıyorum.” demiş ve okuldan ayrılmıştı. İzin almıştı bir gün öncesinden ve çocukların eline bir kâğıda yazarak,kâğıdı ailelerine vermelerini istemişti. Ertesi gün saat ikiye doğru gelip almaları için. Aslında akşama daha vardı.
" İzin alıp gitsem bu çocuklar ve aileleri zor durumda kalacak." diye düşünmüştü yol boyunca. Bir çare aramıştı. Annesi telefonda “İlk fırsatta gel kızım.” demiş, sebep de söylememişti. Artık kasabaya gitmek istemiyordu. Sessiz bir hayat vardı orada, hafif eğimli sokağın bazı yerleri kalkmış beton yolun üzerinde gezenlerde bir bıkkınlık vardı. Kalabalık olmalı yaşanılan yer, yürürken insanın omuzu başka insanlara çarpabilmeli diye düşünüyordu. Oysa bu kasabada, bu sokakta yaşayanlar bahar aylarından itibaren sadece geceleri hayata döner gibiydiler. Şafakla tarlalarına, bağlarına gider, akşama kadar çalışır ve hava kararınca da evlerine gelirlerdi. Sokaklar gündüz genellikle sessizliğe bürünürdü. Ya yolunu kaybetmiş bir kuş, ya da hasta bir kadının yanında kalan çocuğun dışarıdan haykırışı duyulurdu: “Anne acıktım!”
Yolun karşısına bahçeler dizilmişti. Bahçelerdeki meyve ağaçları çiçeklenmeye başlamıştı. Her bahçenin önünde de tahtalardan yapılmış, kasabaya gelen yabancıların telefon kulübesi sandığı ama şimdi evlerin içine taşınmış olan tuvaletlerin kalıntıları vardı. Kayısı ağaçlarına holder denilen aletle ilaç sıkıldığında kokusu bütün sokağa yayılırdı. İlacın kokusunu burnunda duyar gibi olunca,“Yok ben gitmeyeyim bir bahane bulup…” demişti yolun sol tarafına geçerken.
Aşağısı Kocabaş Çayı’ydı. Baharları pis kokulu coşkun bir su akardı bu dereden. Taşmasın diye ikiye bölünen derenin az sulu koluydu bu dere. Asıl yükü derenin diğer kolu çekermiş. Hiç görmemişti diğer kolunu zaten. Yolları pek bakımlı değildi. Batıda bir kasabaydı burası ve bakımsızdı. Önceleri yadırgamıştı bu olayı. Sonraları gözleri gibi kendi de alışmıştı. En güzel tarafı burasının kalabalık olmasıydı.
İlk geldiğinde bir zaman öğretmen evinde kalmıştı. Bekâr olduğunu öğrenince farklı bakmıştı herkes. Alışmıştı artık, “Acaba kimdir? Nasıl biridir? Nerelidir?” sorularını görürdü erkeklerin, özellikle bekâr erkeklerin bakışlarında. Tanıdıklarının ve öğretmen arkadaşlarının “Sana birini bulalım!” sözlerinden de bıkmıştı. Annesi de ısrarla “ Bir an önce evlen!” diyordu ya ne olacaksa?” Belki de birini bulmuş onun için çağırıyordu annem.” diye düşündü. Sonra “En iyisi telefonda iyice sorayım.” diye karar vermişti. Gözleri nereye aktığını bilmediği Kocabaş Çayı’na takıldı yürürken. Yamaç otlarla doluydu, yeşermiş ve bayağı uzamış papatyalar vardı yer yer."Sarı ve beyaz nasıl da yakışır" diye düşündü "Siyah ve beyaz gibi..."
Yüzünün renginden Roman olduğu belli olan, yirmi beş otuz yaşları arasında iki kişinin geldiğini görmüştü karşıdan ve bakışlarını beğenmemişti. Adımları da bir garipti. Sarhoş olabilecekleri ihtimaliyle kaldırımın Kocabaş Çayı’na doğru olan sol tarafına doğru iyice yaklaşmıştı. Hâlâ bakıyorlar ve alçak sesle konuşuyorlardı. Başını önüne eğmişti. Sebebini bilmediği bir ürperti hissetmişti bütün vücudunda. Oldum olası sarhoşlardan korkardı. Gözleri yerde yürümeye başlamış, “ Kesin laf atacaklar.” diye düşünmüştü. Yaklaşırken aralarında boşluk bırakacak kadar açılmışlardı. Elle sarkıntılık yapabilecekleri aklına gelince iyice korkmaya başlamıştı. Tam aralarına girdiğinde, rahat bir nefes almaya hazırlanıyordu ki, aniden uzun boylu olanı arkasından sol eliyle ağzını kapamış, sağ eliyle de Aslı’nın sol bileğini sıkıca tutmuştu. Diğeri yere düşen çantasını almış, ayaklarını koltuğunun altına sıkıştırmış, dereye doğru bazen sürüyerek, bazen taşıyarak indiriyorlardı. Aslı çırpınmış, karşı koymaya, haykırmaya çalışmıştı. Yol tenhaydı.Yüreği deliler gibi çarpmıştı. Bu yoldan geldiğine bin pişman olmuştu. Sürüklenirken tekme atmaya çalışmış ama başarılı olamamıştı. Direnmeye çalıştığı her defasında daha sıkı tutmuşlardı.
Derenin kenarında otlarla kaplı, az meyilli bir alanda, sırt üstü yere yere yatırmıştı uzun boylu olanı. Bir ara ağzındaki el çekilmiş, yer değiştirmişlerdi aceleyle. Bütün gücüyle “İmdat!” diye bağırınca, sigara kokulu el tekrar ağzını kapamıştı. Diğeri Aslı’nın iki kolunu sırtına doğru bükmüş ve ters yönlerden ellerini alttan tutarak çekmişti. Sağ eli alttan sol tarafına, sol eli de sağ tarafına götürülmüştü. “ Dizlerinle omuzlarına bastır kollarını kurtarmasın!” demişti uzun boylu olan. Ağzını tutan da, dizlerini Aslı’nın omzuna koymuş: “ Kurtuluşun yok kızım çırpınma!” demişti pis bir sesle. Ayak bileklerinin üzerine diziyle çökmüş olan, kemerini açmaya çalışmıştı aceleyle. Kımıldayamamıştı. Bağırmaya çalışmıştı devamlı. Kollarını çıkarmaya çalıştıkça omuzlarına bastıran dizler de daha fazla bastırmıştı.
Omuzları ağrımış, kulakları uğuldamıştı. Yüreği yerinden çıkacakmış gibiydi. Bir türlü kurtulup kaçacak yol bulamıyordu çırpınmaları. “Ben mahvoldum!” düşüncesi ağır basmaya başlamıştı. “Acaba direnmesem gevşetirler mi?” demişti. Karşısındaki adamı öldürmek istemişti. Direnmekten vazgeçmiş gibi serbest bırakmıştı kendini. Adamın soğuk ellerini bacaklarında hissedince bütün gücüyle yan dönmeye çalışmış. Kalçalarını kaldırıp sağa sola kaçmaya çalışmış, direnmiş ama kurtulmayı başaramamış, gözlerinden yaşların akmasına engel olamamıştı. Bütün umudu kaybolmuştu.
Ne olduysa ellerin bacaklarından uzaklaştığını hissetmişti. Az önce duyduğu ama anlayamadığı üçüncü bir sesi tekrar duydu.” Hey! Polise telefon ettim. Bırakın kızı!” Önce dizlerin kalktığını hissetmişti omuzlarından, sonra kaçarak uzaklaştıklarını anlamıştı.
Tesadüfen oradan geçen biri, Aslı’nın haykırmaya çalışırken ağzından çıkardığı sesi ya da bir ara çıkarabildiği “İmdat!” sesini duymuş, olayı görünce de polisi aramıştı cep telefonuyla.
Aslı toparlanmaya çalışırken polisler gelmişler, eşkâllerini almış, karakola götürmüşlerdi. İfadesi bitmeden o iki kişi yakalanmış, bunlar mı diye gösterilmişti Aslı’ya. “Ne olur öldürün bunları!” diye yalvarmıştı polislere.
Saçları dalgalı, buğday benizli ve güzel bir kızdı. Gittiği her yerde dikkat çekiyordu. Hele gözlerine yeşilimsi far sürdüğünde çok yakışıyordu. Ama bu olaydan sonra bakışlar değişmişti Biga’da. Suçluymuş gibi, ya da tecavüz edilmiş gibi acınarak bakmışlardı. Buna bir türlü anlam verememişti. Kendini bir garip hissetmeye başlamıştı. “Benimle de yatar mısın?” diye laf atmalar başlayınca, okul müdürüne gitmiş, istifa dilekçesini vermişti. Sonra da alabildiği eşyalarını almış, diğerlerini ev sahibine bırakarak kendi kasabasına dönmüştü. Annesi, Aslı’nın gelişinden birkaç gün sonra kalp ameliyatı olmuş ve sağ çıkmamıştı ameliyattan.
Çenesini koyduğu dizlerine sarıldı iyice. Koluna yanağından süzülen yaşlar damladı. Derin bir nefes aldı ve aniden kalkıp içeri girdi.
Ertesi gün evin önünde jandarmalar vardı. Aslının cansız bedenini otopsi için cenaze arabasına koyuyorlardı. Kapının karşısında, tavandan kalın bir ip sarkıyordu.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.