- 568 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KAVRAMLARIN SAVAŞI
Osmanlının son yıllarından bu yana yaklaşık bir buçuk asırdır, Batı’ya ait her yeniyi göklere çıkarırken, bizim olan her eskiyi yerin dibine batırdık. Yeni medeniyetin büyülenmiş sevdalısı olduk. Yeni, yeniyi hissetmek için arayışlar içine girdik. Bunun için, kendi öz güneşine sırtımızı çevirdik, güneşimizin gölgeleri istikametinde, Güneş’in battığı yerde ışık arayan, Batı hayranı aydınlarımız bu yeni nesle hemen kimlik arama yarışına koyuldular.
Bir yığın kelime, kavramlar ithal edildi. Kimisi cicili bicili, kimisi maskeli, kimisi makyajlı, kimisi büyülü kavramlar… Bunlar hem yeni, hem de Avrupalı kavramlardı. Bu yüzden caziptiler, havalıydılar…
Bizdenmiş gibi gözüken kavramlar dizisi fikir hayatımıza süzüldü: Çağdaşlık, ilericilik, aydınlık…
Herkes kabullendi bu kavramları. Gözümüz kapalı şuursuzca alkışladık. Onları şeref madalyası gibi âdeta göğsümüzde taşıdık. Çocuklarımıza yenilik şarkıları ezberlettik. [b]’’Eskiyi unut, yeni yol tut, / Umut sen ol çocuğum’’[/b] dedik. Yani bir bakıma eski unutmalarını tembih ettik. Çünkü eskiden utanıyorduk, utancımızdan onları yaftaladık gerici, yobaz, çağdışı diye… Artık çağdaş olacaktık. Çağdaş insan…
Çağdaş insan; kâmil insan, üstün insan, bütün çağların efendisi olan insan olarak lanse etmeye çalıştık.
Çağdaş insan; yaşadığı asrı kutsayan insan…
Çağdaş insan; asrın gereklerini yerine getiren insan…
Çağdaş insan; asrın hayat tarzını, hâl ve gidişatını yaşayan insan…
Çağdaş insan; Batı’nın değerlerine körü körüne bağlı/ bağnaz insan…
Cemil Meriç diyor ki: [b]’’Batı dillerinde, çağdaş kelimesinin karşılığını bulamazsınız’’[/b], tabii ki bizi dilimizde kazandığı anlamıyla bulamazsınız diyor. Böyle bir anlamda çağdaş kelimesi değil batı dillerinde, dünyanın hiçbir dilinde bulmamız mümkün değildir.
Çağdaş insan, batı’ya hayran duymaya başladıkça, kendi değerlerinden kaçan, kendinden utanç duyar. Bunun getirdiği eziklik ile teslimiyetçi, iyi bir taklitçi, iyi bir takipçi olmaya başladı. Âdeta Batı’nın tanıtım bürosunun ücretsiz reklamını yapan, sloganlardan ileri gitmeyen tanıtım broşürleri haline geldi.
Sonra kavramlarla sürüp gidecek bir savaş başlattık. İmtiyazlı kavramların bağımlıları hor görülen kavramları suçladılar, aşağıladılar ve mahkûm etti. İlerici-gerici, sağcı-solcu, yobaz-aydın, çağdaş-çağdışı diye…
Bunların hepsini batılı dostlarımızı memnun etmek için yapıyorduk. Böyle bir kimlik Batı’nın işine geliyordu. Çünkü bu dev bir gün nereden geldiğini, kim olduğunu eski kimliğine bakarak hatırlayacak olursa, sözde dostlarımız için çok tehlikeli olabilir, silkinip kendine dönebilirdi maazallah!
Eteklerine yapıştığımız, güvenip bel bağladığımız yeni kavramlar bizi irfanî kıymetlerimizden mahrum bırakıyor, irfan fukarası haline gelmiştik. Geçmişiyle küskün, ondan utanç duyan, meçhul limanlara yelken açan bir millet olmuştuk. Kendi kendimizi inkâr edişimiz, kendi değerlerimizden kaçışımız, nefretimizi, utancımızı hissettiren bu mefhum çağ, kelimenin kökü itibariyle masumdu. O yüz yıllık bir zaman dilimini ifade etmekteydi. Bu çağa yüklenen anlam ise dışı hoş içi bomboş idi. Oysa yobaz diye utandığımız mahkûm ettiklerimiz ise kelimenin kökü itibariyle yoz; iyiyi, güzeli terk etmekti.
Çağdaşlık gibi bir kimlik taşımakla övünüp dururken, millet olarak nasıl bir çağa gözlerimizi açtığımızı hiç düşünmedik.
Çağın getirdiği teknolojik modern vasıtalar onun başını döndürmüş, mutluluklar içinde yüzdüğünü sanmıştı. Teknolojinin getirdiği modern vasıtaları düşlediğinde bir ironinin içinde kaldığını gördü. İcat ettiği vasıtalar bir silahı şeklini almış âdeta ölüm makinelerine dönüşmüştü.
Hatırladı..!
Hiroşimaları, Nagazakileri, Çernobilleri, Afganistan’ı, Bosna’yı, Irak’ı, Filistin’i, daha bunun gibi nicelerini. Tepemizde delinmiş vaziyette duran ozon tabakasının hep onun eseri olduğunu. Üretip tüketen; üretip tüketirken yaşadığı çevreyi bir çöplük, kimyasal atıklar mezbelesi haline getiren sorumsuz insanı…
Cemil Meriç ne kadar haklı! [b]’’Savaş artık insanla kader arasında değil, insanla kelime arasında’’[/b] derken, gerçektende öyle… Savaş artık insanlarla kavramlar arasında. Uydurduğumuz kavramlarla kişiliklerimize isimler koyuyoruz, sonrada [b]’sen busun, ben buyum’[/b] diyerek karşımızdakini ötekileştiriyoruz.
Bunları hatırladıkça mutluluğuna gölgeler düştü. Kendi ironisi içinde boğulduğu hissine kapılarak, sakin sulara dönmek istedi. Ama artık çok geçti. Yelkenleri rüzgârla dolmuş sular kabarmış, dalgalarla boğuşur haldeydi. Gemisinin dümenini kırmaya çalıştıkça dalgalar rüzgârın etkisiyle gemisini bir sağa, bir sola savuruyor, her savruluşunda bir yukarı, bir aşağıya inip duruyordu. Her iniş çıkışında, her savruluşunda gücü biraz daha azalıyordu. Gücünün tükendiği hissine kapılmıştı. Dalgaların bitmez tükenmez salvoları bitmek bilmiyordu. Teslim mi olmalıydı? Ama teslim olmak yitip gitmekti. Geçmişte yitip gidenler gibi… Hayır, yitmemek için mücadele etmeliydi.
Bir ağaç gibi
Bekleyebilmek
Sessiz, sabırlı, sakin,
Bir gün yeniden yeşermek için;
Dal dal vererek
Sararan yapraklarını yağmura, kara
Göğüs germek
En zorlu fırtınalara…
Kuvvetli köklere sarılarak toprağın sıcak bağrına
Direnmek
Ta derinden,
Sessiz, sabırlı, kuvvetli
Bir ağaç gibi ([b]Müzehher Erim[/b])
Rüzgâr atlasını yırtmış, dalgalarda serenini yıkmış, yer yer gemisinde gedikler açmış halde gemisinin dümenini kırmayı başarmıştı.
[b]Haydi, İSKELE SANCAK ALABANDA!!![/b]
Bu yazıyı yazarken Faruk Gürbüz’ün Suskun Deniz kitabından faydalanılmıştır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.