YAĞMUR GİYMİŞ GECE GÖZLÜ KADIN/KIYAMAM GÖZYAŞINA
Ertesi gün kalktığında gözlerinin altı mosmor olmuştu. Kendine bir kahve yaptı. Duşa girip dakikalarca duşun altında kaldı. Beyninin içindeki düşünceler sanki hiç uyumamıştı ve Yiğit uyanır uyanmaz tekrar taarruza geçmişlerdi. Ne yapacaktı şimdi. Zaten kız kendinden kaç yaş küçüktü. Cesaret edemiyordu bir şeyler teklif etmeye şimdi birde erkek arkadaşı çıkmıştı. Acaba ciddiler miydi? Yani evlilik falan düşünüyorlar mıydı? Hayatında il kez âşık olmuştu ve sevdiğini bile söyleyemeden ellerinin arasından kayıp gidiyordu. Savaşmalı mıydı? Ama nasıl? Beklemeli miydi? Peki neyi? O gençten ayrılsa bile kendisine evet der miydi bakalım? ‘’Daha yirmi üç yaşında!’’ dedi tekrar tekrar. Bu kadar çaresiz oluşunu kendine yediremiyordu.’’Tamam, bugün gidip bir bara oturacağım, kendime bir içki söyleyip güzel bir kızla geceyi geçireceğim ve seni unutacağım. Daha önce çok yaptım. Seni de unuturum!’’ dedi. Gitti üzerini giyindi ve büroya gitti. Gayet ciddi görünüyordu. Biraz haddini bildirmeliydi bu kıza. Neydi ki bu inatlar, kaprisler. Burada bir çalışandı. Diğerlerinden farkı yoktu. Bugün bu hissettirilecekti. Büroya vardığında henüz Zümrüt gelmemişti. Neden geç kaldığı hakkında bir bilgisi olanda yoktu. İşte kendisine gün doğmuştu. Geç geldiği için azarlayacak bunun bir daha tekrar etmemesini söyleyecekti.
İki saat olmuştu ama hala Zümrüt’ten bir haber yoktu. Kızmak yerine merak etmeye başlamıştı. O gelmeden dışarı da çıkmak istemiyordu. Cep telefonundan aramayı düşünüyordu ki; Zümrüt iki gözü iki çeşme ağlamaktan kızarmış gözlerle çıkageldi.
__Özür dilerim! Ama acilen gitmem gerek. Telefonla haber vermek istemedim. Ne kadar sürer bilmiyorum ama Bursa’ya gitmem gerek.
__Otur bir şöyle, ne oldu anlat bakalım. Ne bu halin?
__Babam! Babam dün gece bir kriz geçirmiş. Hastaneye kaldırmışlar. Yoğun bakımdaymış. Babam! Babam ölüyor!
__Tamam, sakin ol bakalım. Önce sakinleş ha!
__Yok, hemen gitmem gerek. Zaten yerimi ayırttırdım. Hemen otogara gidiyorum. Kötü bir şey oldu ve söylemiyorlar bana. Biliyorum yoksa çağırmazlardı beni!
__Hadi ama iyi düşün iyi şeyler olsun. İç şu suyu. Kalk bir elini yüzünü yıka!
__Yok, kalamam buralarda, hemen gitmeliyim…
Ne yapacağını şaşırmıştı Yiğit. Öyle kötü durumdaydı ki! Gözlerinden yaşlar yağmur gibi akıyordu. Hani elinde olsa bir damlasını ziyan etmez bir şişeye doldurur ömrünün sonuna kadar muska gibi saklardı yüreğinin üzerinde. Zümrüt koltukta oturuyor, Yiğit önünde eğilmiş onu teselli etmeye çalışıyordu. Birden Yiğit’in boynuna sarılıp daha beter ağlamaya başladı. Sarılmasına sevinsin mi; ağlamasına üzülsün mü bilemedi. Sıkıca sarılıp saçlarını okşadı.
__Bak şimdi öyle otobüslerle falan gitmiyorsun. Yol boyunca ağlamayacağına söz ver seni ben götüreceğim. Tamam mı?
__Olmaz! Bir sürü iş var burada. Siz buradan ayrılamazsınız. Ben otobüsle giderim. Ama beni otogara kadar bırakırlarsa…
__Saçmalama! Burada bir sürü insan var! Onlar yapar işleri! Hadi ama ağlama artık. Bak gör baban iyi olacak!
__Ya olmazsa?
__Bunu senin kadar inatçı biri mi söylüyor? Allahım yoksa sen bizim Zümrüt değil misin? Hani şu tuttuğunu koparan, inatçı mı inatçı!
Hafifte olsa yüzü gülmüştü. Hazırlanıp çıktılar. Yolda ara ara ağlama krizlerine girmişti ama kısa sürmüştü. Zaten Yiğit’te şakalar yapıyor ortamı sakin tutmaya çalışıyordu. Zamanı değildi ama şu Selçuk hakkında da bilgi almalıydı.
__Sevgilini de alsa mıydık Zümrüt; gelmek ister miydi?
__Sevgilim mi? O kim?
__Dünkü arkadaşın. Erkek arkadaşım demiştin ya?
__Selçuk mu? O hayatta en son sevgili olacağım insandır. O benim kankam! Aslında merak etmiştir beni ya sonra ararım artık! Otobüsle gideceğimi sanıyordu.
__Nasıl yani? İyi de sen dün tanıştırırken erkek arkadaşım demiştin. Ben sandım ki sevgilin.
__Yok, hani tanıştırırken kız arkadaşım, kuzenim, yeğenim dersiniz ya. Selçuk’ta benim erkek arkadaşım. Hem kim benimle sevgili olmak ister ki? Erkekler yumuşak başlı kızları sever. Evet efendimci olanlarını. Oysa ben! Saatli bomba gibiyim. Kapanın elinde patlarım.
İçi ferahlamıştı Yiğit’in. Demek sevgilisi değildi. Demek başkası da sevgilisi değildi. Hani ayıp olmasa naralar atacaktı. Akşamdan beri kendini boş yere yemişti için için.
__Hadi; kendine haksızlık etme! Çok güzel bir kızsın, azimlisin, çalışkansın.
__Bunlar iş dünyası için iyi meziyetler ama sevgili olmak için yeterli değil. Hiçbir erkek kendinden daha çok şey bilen ya da kendinden bu kadar emin birini hayatına almaz. Çok zeki ve özgüvenli olmam da güzel olmamı geride bırakıyor. Erkek arkadaşlarımın kankasıyım. Kız arkadaşlarımın sırdaşıyım. İyi yanı ne biliyor musunuz? Kızlar sizi bir tehlike olarak görmüyorlar. Onların erkek arkadaşları size bakmazlar. Bundan eminler!
__Yapma mutlaka bir erkek arkadaşın olmuştur?
__Utanarak söylüyorum ama hayır! Hiç erkek arkadaşım olmadı. Üniversiteye kadar zaten ben istemedim. Hayallerim vardı. Önce onları gerçekleştirmeliydim. Okulu kazanıp gidince de sivri dilim başıma bela oldu. Benden resmen korkarlardı. Bayan bilmiş koymuşlardı adımı. Sonra da ben fazla takmadım bu konuyu kafama. Aslında çok önemli de değil. Bir gün acayip aşık olacağım ve ayaklarım yerden kesilecek nasıl olsa. (hayali bir yerleri göstererek) Oralarda bir yerlerde birisi benim gelmemi bekliyor. Bizim yollarımız bir gün kesişecek ve ben o güne kadar bekleyeceğim!
İçinden ‘’Bak ben buradayım. Yanı başındayım! Beklediğin aşk benim!’’ demek geçiyordu ama söyleyemezdi. Şimdi sırası değildi. Gözlerine aşkla baktı ve gülümsedi. Bir süre sessiz kaldılar. Bir sahil kenarında denizin üzerinde batan güneşi seyrediyor olmayı istedi onunla. Hiç konuşmadan. Sarılıp ona, Başını omzuna yaslayıp öylece seyredebilmeyi. ‘’Aşk güzel bir şeymiş!’’ diye düşündü. Şimdi yaşıyor olmak, nefes almak, onun mutluluğu, yanında bir dakika fazla kalabilmek, acı bile çekse onu yaşamak istemek… Âşık olmak için niye bu kadar geç kalmıştı ki? Ömrünün en güzel yıllarını hay huyla geçirmişti. Belki de yüreği onu bekliyordu! Hani şu hayatında bir kez sevenlerdendi belki de! Tıpkı Zümrüt gibi.
Bir süre sonra Bursa’ya vardılar. Hastaneye vardıklarında babası gerçekten yoğun bakımdaydı. Ama doktorları ümitliydi. Geceyi atlatırsa sabaha uyanırdı. Yiğit yalnız bırakmak istemedi Zümrüt’ü. Onunla beraber hastanede kaldı. Ailenin diğer fertleriyle tanıştı. Bir kız bir de erkek kardeşi vardı. Annesi banka memuruydu. Kız kardeşi ODTÜ tıp fakültesinde okuyordu. En küçüğü oğlan kardeşleri ise süper liseye gidiyordu. Babası makine mühendisi idi. Kamuda çalışıyordu. Henüz elli iki yaşındaydı ve emekli olmasına biraz daha vardı. Aslında sağlığına çok dikkat ederdi. Lakin damarlarının tıkanmış olduğunu fark edememişti. Zümrüt’ün anlattığına göre babasına çekmişti; inatçılığı ve aykırı oluşu. Hep destek verirmiş kızına; doğru bildiğinden şaşma diye. Onu tanıdıkça ne kadar düzgün ve kendi deyimiyle prensipli olduğunu görüyordu. Daha çok sevmeye başladı. O başına gelmiş bir tatlı bir bela mıydı yoksa güzel bir ödül müydü bunca aşksız geçen yıllarına? Bunu gelecek zamanlar gösterecekti. Önce ona onu sevdiğini hissettirecekti. Sonra doğru gün geldiğinde açık açık sevdiğini söyleyecekti. Dünkü gelgitlerini düşündü ve bugünkü yaşadıklarını. Hastanede bir bankın üzerinde oturuyorlardı. Zümrüt gözlü kız omzunda uyuyordu. Ve o bugün dünyanın en mutlu insanıydı. Bu anın bu saatlerin hiç geçmesini istemiyordu. Hep böyle başı omzunda sıcaklığını hissedebilseydi. Kim bilir belki yakında hiç ayrılmaz belki aynı yastığı paylaşırlardı.