Küçük Bir Şey
Baharın geldiği şu günlerde, içimde tuhaf bir dürtü hissediyorum. Haydi koş diyor bir ses. Koş ve sen de baharda açan çiçeklerin renkleri arasına karış. O an kalbimde bir sızı hissediyorum. Derin bir acı… Bahardaki çiçeklere koşamayacak kadar yorgun. Ne oldu bana? İçimdeki insanla uzun süredir doğru dürüst hiç konuşmadığımı fark ettim. Onunsa umudu kesilmiş olmalıydı benden yana. Kalbimde bir sızıya dönüşmüştü. Bu şekilde onu fark ediyorum. Kalbimdeki derin sızıyla.
Sadece insan olmanın yetmediğini öğrendiğim kederli tecrübelere gidiyorum. Sürekli bir yarış atı gibi koşturulmaya adandığım günlere. Alınan notların varlığımın çok ötesindeki önemine. Başkalarının bir şey üzerindeki fikirlerinin benim fikrimden daha üstün olduğuna ikna edilmiştim. Saygı kazanmak zor bir şeydi. Saygın olmak daha da zordu. Önemli kişilerin protokolde yerlerini aldığı mekanlarda, geride standart koltuklarda oturmak artık tuhafıma gitmiyordu, bu gayet olağandı.
Koşulsuz sevgiyle gelmiştim dünyaya. Sonra, beni sevmek için sıralanmış listeyi tutuşturdular elime. Uslu olursan, iyi olursan, şunu yaparsan, bunu yersen, oradan geçersen, buraya gidersen, şöyle davranırsan, böyle giyinirsen, öyle yaparsan… diye uzanan upuzun bir liseydi bu. Sevilmem buna bağlıydı. Çünkü listeyi ihlal edecek herhangi bir davranışımda ağzımın payını alıyordum. Beni sevgisizlikle cezalandırıyorlardı. En ağır şekilde… Çünkü herkes biliyordu, bir insan için sevilmenin ne kadar önemli bir şey olduğunu. Ve en büyük ceza da sevgisizlikti. Annemin, babamın ve akrabalarımın beni sevmesi için sürekli listeye bağımlı kalmalıydım. Düşünebiliyor musunuz? Sadece ben- tek başına sevilmeye değmiyordum. Sevilmeye değmek için mutlaka işe yarayan bir şeyler yapmalıydım. Yaptım mı, pek sayılmaz. Genelde listeleri ihlal eden bir yapım vardır. Ve bu yüzden tek ayak üzerinde cezaya çarptırıldım.
Bana bir şey öğretilmişti: Küçük bir şeydim… Dünyadaki yerim sınırlarla belirlenmişti. Ve ben de bu sınırları ya zorlayacak, ya aşacak ya da bana sunulanı kabullenecektim. Ben ne yaptım? Hepsini reddettim.
Önüme ne konulursa konulsun benim tavrım açıktı. Asiydim…
Kendime yeni bir dünya kurabilecek kadar özgür olmadığımı bağırıp duruyorlardı etrafta. İnsan özgür değildi. Koşullar vardı, şartlar vardı, zirve vardı bir de yerin yedi kat dibi… Zirveye herkes çıkmak istediği için orası biraz kalabalıktı. Yerin yedi kat dibi de aynı kalabalıkla doluydu. Çünkü zirveyi çıkmak isteyip de bir şekilde başarılı olmayanlar yerin yedi kat dibine düşüp orada hatırı sayılır bir kalabalık yaratmışlardı.
Bana ise boşlukta bir yer kaldı. Zirveye çıkmaya çalışsam büyük olasılıkla ben de yerin yedi kat dibindeki kalabalığa karışacaktım. Bu kaçınılmazdı. Gözlem yapmak önemli bir şey. Vaktimin büyük çoğunluğunu zirvedekilerle, yerin yedi kat dibine düşenleri gözlemleyerek geçiriyorum.
Eee peki sonuç ne mi? Açıklıyorum sıkı durun: Aradığınız her şeyin ruhunuzdaki kapalı kalmış kapının gerisinde olduğunu söyleyenler haklılar.
Ruhumuz kapalı, çünkü toplumsal bir yaşamda en-lerin, miş-lerin, ol-ların, yap-ların, et-lerin yeri büyük bir alan teşkil ediyor. Onların teşkil ettikleri alanda ruha pek bir yer kalmıyor. Böylece yaralı, sancılı, mutsuz, hüzünlü, ıstıraplı, kederli hikayeler elini nereye atsan sana çarpıyor.
Bir defa olan olmuş. Testi su yolunda kırılır derler ya, bir yetişkin de çocuklukta kırılıyor, eğiliyor, bükülüyor… Sonra düzelt düzeltebilirsen!
Kendime dönüp, sen değerli ve önemlisin demem gerekiyor. Çünkü ben yaralıyım. Bu sözü duymaya kalbimin ihtiyacı var. Bunu kimsenin benim için söylemesini beklemeden, kendi kendime yapmalıyım.
Başarısızlıklarım upuzun kuyruklar oluştursa da, toplumsal anlamda takdir edilip alkışlanmasam da, bir yerlerde unutulmuş olsam da, yüreğimdeki aşk kimse tarafından anlaşılmamış olsa da, küçük bir şey de olsam… Bunların önemli olmadığını şimdi anlamalıyım. Yoksa hapı yuttum. Hayat orada akıp gidiyor. Bahar mevsimini şimdi yakaladım yakaladım yoksa bahar beni beklemez. Günü geldiğinde çekip gidecek. Bir saniye bahar kardeş, en güzel çiçeklerini benim problemlerimden sonraya saklayabilir misin, denilemez ki… Ne kadar saçma sapan duruyor böyle söylenince. Ama olan da tam bu işte. Aynı saçmalığın içindeyim. Burnumun dibinden mavi bir kelebek geçip gidiyor ve ben onu son anda fark ediyorum. Tam kuyruğunun ucundan renginin mavi olduğunu görüyorum. Ve kederleniyorum. Tüh! Geçip gitti diye. Bazen de hiç göremiyorum geçip gittiğini.
Dik ve kararlı durmalıyım. Tam da bu noktada. Küçücük bir şey olmayı kabulleneceğim. Ve bunu kendimi büyültmek için de yapmayacağım. Evren sonsuz küçücük bir şeyin oluşturduğu bütünlüğün söylediği muhteşem bir şarkı!.. Eminim ki, benim gibi küçük bir şeyin eksikliği o şarkıda muhakkak bir boşluk yaratacaktır.
Eh bu biraz ruhumu okşadı. Demek ki, küçük bir şey olan ben, diğer birçok küçük şeyle birlikte aslında hiç farkına varmadığım bir şarkıyım!..
Benim gibi biri bunu çok sever. Öyle çok sever ki… Bir daha bu durumdan çıkmamak için sonuna bir türlü noktayı koyacak cümleyi yazmaz!...
Küçük bir şeyden sevgilerle…