- 499 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kurtuluşun Felsefesi 28
28]2-Üstelik bireysel insanların en temel, birincil var oluş haklarınızdan olan; ’güvende oluş’ duygunuz ortadan kalkmıştır. Bu açıkça demekti ki, son emperyal mülk olan Osmanlının; işgal edileceğinin ayak sesleriydi. Dahası da, sizin; karşı konulmaz bir ruhla, teslimiyetçi yapı içine sokuluşunuzdu.
3-Vahdettin, tam bir işbirlikçi idi, müstevlilerin arzusu hilafına davranış gösteremediği gibi, onları himaye eder görünümde idi. Zamandaşı olmayan, Diktatör Saddam kadar bile, yönetici olmanı gurur ve cesaretini, sorumluluğunu yapamıyordu!
Oysa Mustafa Kemal başını koltuğuna alan bir lider iken Vahdettin, kimilerinin gösterdiği gibi her nasılsa(!) düşmanla işbirliği edişle, yurdu kurtaracak olan bir kellesi esende olan bir insandı. Onca yurttaşı ölüyor, darp olup işgenceye tabi olup tecavüz görüyor, yeri yurdu yakılıyor, mülkü müsadereye uğruyordu. Ama Vahdettin esen de oluşla, yurt kurtaracaktı!
4-Halkın elindeki ya da özel kişilerde olan silahlar, eski idi ve miadı dolmuştu. Yeni silahlar karşısında şansı olmayan silahlardı. Ordular dağıtılmış, silahları işgalcilere teslim edilmişti.
5- Dağlar ve meskûn mahaller, durumun otoriter boşluğundan yaralanan haydutlarca mesken edilmişti. Ve dağlar kimi halktan kişilerin, askere gitmiş olup fakat askerden kaçmış, ya da askere gitmemek için izini azdırmak isteyen, asker kaçakları ile dolu idi. Otorite yoktu ve otorite, hak getire idi!
6-Halk ve asker yarı giyimli idi. Açlık sefalet kol geziyordu. Savaş sırasında asker çarığı pişirip yiyecekti.
7-Gurur ve onur gösteremeyen Vahdettin, tebaasının Hilafına, yeni ve bilinçli oluşan öz hareketi boğmak, bastırmak için, dinsel etkili vaaz verdirdiği yetmezmiş gibi; pervasızlığını her fırsatta oldukça ileri götüren tertipler içinde oldu. Örneğin adi hükümlü ve tutuklu mahkûmları, silah kuşanmaları şartı ile serbest bıraktı.
Silah kuşanan ve işgalcilerin emrine vererek, delibaşlar düşmanla çalışan istila kuvvetlerini oluşturuyordu. Bu delibaşları kuvvacı direnişe karşı kullandığı gibi, yine adi suçla dağa çıkmış haydutları da, kuvva ya karşı kullanarak, af edip, güya bunların yaptıklarına meşruiyetlik veriyordu. Bu, tam bir vatan hainliği değilse nedir?
Delibaşlar, saltanat ve hilafetçiler tarafından silahlandırılmıştır. Delibaşları, millicilerin karşısına gelişi güzel sürülmesi ise, hainliğin; şuursuzca bir fütursuzluğu idi.
8-Yurdun işgalleri yer yer başlamıştı. Bu hem şaşkınlık, hem de heyecan, hem de halkta infial yaratıyordu.
9-Bu durumu protesto eden kurmay heyetleri de vardı. Padişah ve hükümet ve işgalciler bundan aşırı rahatsızdı. Tabandan gelen protesto baskılarıyla ve işgalcilerin de bu sivil itaatsizlikten duydukları rahtsızlıklarını, sadarete bildirmeleri, zaten davranamaz olan padişahı ve onun işbirlikçi hükümetini iyice bunaltıyordu.
Bu bunalma, saltanatı patlama haline getiriyordu. Ne yapılacağını ve ne yapılacağını bilişilemez oluşlara dek bir şaşkınlığın ve çaresizliğin içinde, işgalcilerin hükmüne, belki de kendince çeşitli nedenleriyle, boyun eğiyordular! Bilinmeli ki, kendinize göre nedenler topluma göre nedenler değildirler.
10-Zaten zaman ömrünü tamamlamış olan Osmanlı İmparatorluğu ve onun yönetim kurumu durumunda olan meşru görünümlü saltanatıyla ve İstanbul’daki hükümetiyle; işgale karşı bir şeylerin yapılamayacağı, Mustafa Kemal ve kimi kadrodan kişilerce, iyice anlaşılır olmuştu. İstanbul dışındaki mücadele direnişine katılmak veya örgütlenmeleri orada kurup yönetmek için, Mustafa Kemal ve arkadaşları, bir tarihi karar almışlardı.
Bunun fiili günü saptandı ve uygulanmaya kondu. 19 Mayıs 1919’da Anadolu’ya geçilecekti. Mustafa Kemal her oluşmaya dek kararın içine girecek, ya da bizatihi direktifleri doğrultusunda oluşmaların toplanmasını sağlayacaktı. Temsili toplantılar da, tam istediği gibi kararlar aldıramıyordu. Bunu, şartların olgunlaşmamış olmasından ötürü olduğunu bilen Sevgili Gazi; kendi içinden ‘şimdilik’ kaydı ile alınan kararları onay yapıp, akışı; süreçle olgunlaştırıp, farklılaşacaktı.
Burada bir argüman yapalım. Bazı durumlar ortaya konur ki, yenilir yutulur gibi değildir. Akıla ziyandır. Padişah Vahdettin Protestocu kurmay askerleri, güya Anadolu’da, direniş yapmakla görevli kılıp da, ha keza onları bu işle görevlendirmesi konusunu, biraz kendimce irdeleyeceğim.
Doğru muydu? İşgale gıkı çıkmayanlar, Anadolu direnişine karşı; katil ve mahkûmlardan kuvvet kurarak, tabiri caiz ise; tam bir delibaşlardan, çapulculardan, ne pahasına olursa olsun, kuvvet oluşturan kişi; güya millicilere sahip çıkandı! Güya Anadolu’daki direnişin örgütlenmesini isteyip, planlayacaktı! Akıl alır bir çam devirme değildi bu!
Bu delibaşlardan oluşan, Anzavurlar hareketi ile kurulu Hilafet ordusunu, sanki Anadolu’daki bir avuç millicilerin üzerine salan kişi Vahdettin değildir! Yine bu çam deviricilere göre halkı manen çökertmek için İstanbul’dan Anadolu’ya, Anadolu direnişini kırmak ve pasifine etmek için, dinsel vaazlar verdirmek için, paralı vaizler gönderen sanki saltanat değildir!
Bu alanda alın size çarpıcı bir örnek: hem de, istiklal mahkemelerinin haksız idamları içinde mütala edilen Atıf Hoca’nın onca iyi gösterilen tavrı yanında, geleceğin doğuşuna ilişkin ne kadar takdire şayan bir kafa yapısının olduğunu, yukardaki açıklamaklara, ne denli denk düşer bir dindar vaiz olduğunu daha iyi anlayacaksınız.
İpin ucunu biraz bıraksanız, çam deviricilerin ‘Atatürk olurdu’ diyecekleri tipten kişiliklerden biri de budur! Kişi olarak sıradan bir yaşantı içinde birinci sınıf bir insan olabilir. Hiçbir diyeceğim yok. Ama önemli bir vahim durum karşısında, hayati bir olay arifesinde, bırakın Atatürk olmasını, kanaat önderi olamayacak denli bir kısır görüşlü akıl fukarasıdır.
Sürecek
Bayram KAYA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.