- 813 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DUYGUSALLIĞIN KADERİ, ÖMÜR BOYU ÜZÜLMEKTİR.(Denemelerim)
DENEME
" Ömrümce hep omzuma başlarını dayayıp, ağladıkça müşfik kollarla sarıp, derdini dinleyip, çare olmaya çalıştığım insanlar; Ben başımı omuzlarına dayayıp, ağlamak istedikçe, bana sırtlarını döndüler. Derdimi söyletmediler, dinlemediler, çare olmayı bırakın, omuzları bana betondan duvar, kolları ise beni daha çok çıkmaza sokan, darbe unsuru oldular, Müşfik olmasını beklediğimiz elleri, boğazımıza geçirilecek yağlı urganı tuttular. Beni daha çok yaralayıp, yok edecek düşman sözler ve davranışlarla baş başa bıraktılar. Onlara en çok ihtiyacım olduğunda, batmak üzere olan gemiyi ilk önce terk eden fareler gibi, beni terk ettiler. Ben, yine de dimdik ayakta kalmaya karar vermiştim. Bu sözler; belki de benim hayat hikâyemi, belki de alın yazgımı sizlere anlatıyor. Çünkü benim hayatımla hem eşdeş, hem de özdeş;
İşte: bu, duygusal insan olmanın, acımanın, merhametin, sevginin ve karşındaki kişilere, insanca değer vermenin bedeli. Ödülü; Ölümcül madalyası. Fakat biliyor musunuz sevgili okuyucularım, ben vicdanen rahat, huzurlu ve kendince mutlu bir insanım. Küçük güzellikler, iyiliklerle, ne bileyim, küçük bir gülümseme, hafiften baş eğip bir; Merhaba! İle mutlu olabiliyorum. Bu da bana yetiyor; Neden mi? Çünkü içimde; en küçük bir kin, düşmanlık, kötülük, art düşünce yok. Her şeyi, herkesi, her olayı olduğu gibi kabul ediyorum. O gördüğüm davranışlar; o davranışı yapan kişinin, o ana kadar kat ettiği gelişme, olgunlaşma yaşının, eğitim ve kültürünün, insanlara, hayata verdikleri değerin bir ölçüsü, bakış açısıdır diye, kabul ediyorum. Bunu düşündüğüm zamansa, işte o zaman, kendi kendime teselli olabiliyor, doyuma erebiliyor ve de rahatlayabiliyorum.
Bu; hayata ve insanlara bağışıklık kazanmanın bir ulaşım yolu, çözüm şekli değil belki ama, insan olarak karakter yapılarını ve oluşumlarını da değiştiremem ya... Öyle ise; eldeki mevcutla yetinmek ve böylesi bir yaşama da alışmak zorundayız. Bu da tesellinin, ana merkezi.
Şimdi; durup dururken böylesi ağır konuyu yazmak, nereden aklına geldi? Diyenleriniz, olabilir. Az sonra onu da izah edeceğim.
Efendim, Polarma Dergisi’ nin, Eylül 2007 ayı, 6. sayısında sevgili kardeşim Nuh Günday’ın ( Bakı-Yorum) köşesindeki: Tüm inatlara rağmen yine de yazacağım, Boş odada kendi kendine konuşmak gibi! Çift başlıklı güncel yazısı, beni böyle bir yazı yazmaya yönlendirdi. Sebep; tabii ki, yalnız o da değil. Yaşadığımız, ömrümüzce katlandığımız bazı güncel olayların ve de bu olayları yaratan ( Başaktör ) arkadaşlarımızın da, böyle bir yazı yazmamda büyük payı var. Şu veya bu sebeplerle oluşan olayların önemi yok bizce.
(Çünkü arkadaşlık; amaç birliği, gönül birliği, yol birliği yoldaşlığın bozulması )nın yok olması, bir zaman sonra tüm önemli birliktelikleri, bir kalemde silecek kadar zayıf olması önemli, Üzücü. Kahredici.. Demek ki artık; dünyayı ayakta tutan çivi ( öyle derler ya eskiler)de yerinden oynamış, oynatılmış. Öyle değil mi!? Hiçbir değerin önemi kalmadığına göre, bence öyle.
Sevgili Nuh Günday, yazısının ilk sorusunda şöyle diyor : Ne yapıyorum? Ne için yapıyorum?, Niye buraya yazmaya devam ediyorum? Bu sitemli sorular; bana göre, bütün nedenleri ve niçinler inin cevabını içlerinde, birlikte taşıyorlar. Ve biz çoğumuz, belki de hepimiz, bu soruların cevaplarını da, çok iyi biliyoruz. Cevapları bilinen soruların, o bilinen cevapları ısrarla söylenmiyorsa eğer, veya; bile bile söylenmemekte ısrar ediliyorsa, o da bizlerin kişisel ya da toplumsal eksikliğimizdir.. İnsanlarımızın ve de toplumumuzun ahlak değerlerinin her gün biraz daha erimesi, yok oluşa gidişi demektir.
Bu acı gerçeğin yegâne sorumluları ise bizi yönetenlerin bu alana önem veremeyişi ve biz, eli kalem tutanların duyarsızlığıdır. Başka kapıyı çalmayalım. Suçlu, bizim çatımız altında.
Polarmanın bu Eylül ayında yayınlanan 6. Sayısı yine dopdolu, yine sitem kâr ama, gerçeğin aynası olmuş, tebrik ederim.. Sözlerimin sonunu bağlamadan hemen eklemek istiyorum. Sevgili Günday, yazısını şu iki cümle ile bitirmiş : ( Kimseye hiçbir faydası olmayacak bu yazıyla biraz içimi döktüm. Buraya bir şeyler yazmanın boş bir odada kendi kendine konuşmaktan bir farkı yok ama yazmaya devam ediyorum.)
Evet; sevgili Günday, sözlerin çok doğru.. Ama bunlar, yeni bilinen sonuç değil ki! Bizler bu sonucun içinde 1960 yılından beri boğuşuyor, boğuluyoruz. Defalarca kez. Her geçen yıl, (S.O.S. ) (yardım çağırısı) verdik. Kan kaybettik. Ömür tükettik. Değişen bir şeyi görmedik. Fakat; yine de, yılmadan yazmaya devam ettik.. Ediyoruz. Edeceğiz de. Taa ki, kalem elimizden düşene kadar. Çünkü biz; ( öğretmenlerimizden bunu öğrendik. "Gerçeğe sadık kalmayı" Yoksa, insan olmanın, insanca yaşamanın ne anlamı kalır !?..
18 Eylül 2007
Suat TUTAK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.