- 1732 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
KADIN ANNEYSE
Kadın anneyse erkek de baba olmalıdır. Babasız bir çocuğa maddi sıkıntısı yoksa anne hem analık hem babalık yapar. Ama nedense annesiz bir çocuğa baba, üstelik maddi bir sıkıntısı olmadığı halde hem annelik hem babalık yapmak istemez.
Oysa bunlar istisnai durumdur. Erkek bu istisnanın kendisini bulmasında dolayı kendini mağdur göstererek hemen evlenme yoluna gitmemelidir.
Kadın anneyse ve çalışıyorsa gerçekten baba “Adam gibi adam” olmak zorundadır.
Çalışan kadınların omuzlarında ki yük oldukça ağırdır. Hele bu çalışan kadın evli ve bir de anneyse. Kadın, iyi anne, iyi eş, iyi ev kadını ve aynı zamanda iş yaşamında, mesleğinde başarılı olmak zorundadır. Bunlarda yetmezmiş gibi kadının akademik kariyer yapması, siyasette aktif rol alması, sosyal ve kültürel faaliyetlerde bulunması vs. beklenir. Toplum modernleştikçe, kadınlar meslek sahibi olup iş yaşamındaki yerini aldıkça, kadının omuzlarındaki yük azalacağına, katmerlenerek artmaktadır.
Kadın çalışsa dahi ondan ev işlerini bizzat yapması, eşinin ve çocuklarının her türlü ihtiyacını daha onlar istemeden düşünüp gidermesi beklenir. Çocuk hastalanırsa ertesi gün işe gidecek olmasına rağmen gözünü kırpmadan çocuğunun başında beklemesi, gerekirse işten izin alıp evde çocuğuna bakması, akşam eve girer girmez, mutfağa koşturup yemek yapılması, sofranın hazırlanması, çocuğun yemeğinin yedirilmesi, ardından sofranın toplanıp bulaşıkların yıkanması, eve gelen misafirler için ikram edilecek bir şeyler hazırlaması ve eşi gelen misafirlerle sohbet ederken servis etmesi, arada güler yüzle, hiç yorgunluk emaresi göstermeden bir iki laf etmesi, akşam yatmadan evin dağınıklığını toplayıp, eşinin ve çocuklarının yarın giyeceği kıyafetleri gözden geçirip hazırlaması, ve sayıp içinizi sıkmak istemediğim daha bir sürü şeyi yapması kadın çalışsa dahi kadından beklenir.
Üstelik bunca gayretine rağmen hiç bir takdire de hak kazanmaz. Öyle ya, bunlar zaten onun görevidir. Eşiyle aynı saatte eve giren erkekte, TV nin karşısındaki yerini alır. Adamcağız bütün gün çalıştı didindi, ülkede ne olup bitmiş, siyasiler ne demiş, ekonomik gelişmeler nedir vs vs. takip etmeli öyle değil mi?
Sabahları bir yandan kahvaltı hazırlayıp bir yandan çocuklarının öğlen yiyeceklerini hazırlayan, hem kendisi giyinip, hem çocuklarını giydiren, eşinin çorabına kadar eline veren, yatakları toparlayan, işe giderken bakımlı olmak zorunda olan, bütün bu koşuşturmaca yüzünden belki işine geç kalıp, amirinden, patronundan laf işiten de ne yazık ki kadınlardır.
Günlük bunca koşuşturmanın arasında günlük gazeteyi okuyabilirse ne ala. Kitap okumak, bir iki arkadaşı ile bir araya gelip bir kafe de sohbet etmek, sergiye tiyatroya gitmek, film izlemek çalışan kadın hele çalışan anne için çok lüks beklentilerdir.
Kadının görevlerinden en zoru ve en önemlisi anneliktir. Bir insana hayat verme, onun her türlü ihtiyacını karşılama, en önemlisi çocuğun kişiliğini şekillendirme ve geleceğine yön vermede en önemli rol annelerindir. Biliyoruz ki, toplumu oluşturan bireyler ne kadar sağlıklı-gerek bedensel gerek ruhsal açıdan, ne kadar bilgili ve kültürlü ise oluşturdukları toplumda öyle olacaktır. Kadından bu kadar ağır beklentileri olan, kadının kitap okumasını, sosyal faaliyetlerde bulunmasını lüks olarak gören, hatta kız çocuklarının okula gitmesini, okuma yazma bilmesini bile gereksiz, hatta tehlikeli bulan bir toplumun, Avrupalı olmayı, onlar gibi yaşamayı istemesi büyük bir çelişkidir.
Ne acıdır ki bu çağda ülkemizde kız çocuklarının okula gönderilmesi için kampanyalar düzenleniyor, hem devlet hem sivil toplum örgütleri büyük çabalar harcıyor. Ne yazık ki ülkemizde hala kadının başının örtülmesi isteniyor, daha acı olan, bunu erkekler kadar kadınlar istiyor ve bunun için mücadele veriyor. Ülkemizde haremlik selamlık uygulamaları görülüyor, bunu kadınlarda destekliyor.
Gerçek şu ki, erkekleri de anneleri büyütüyor, yetiştiriyor. Anneler erkek çocuklarına kız çocuklarından farklı davranmaya, kızından ev işlerine yardım bekleyip, içeceği suyu dahi oğlunun ayağına götürmeye, kızına oğlunun dağınıklığını toplatıp, erkek kardeşine yemek hazırlatmaya devam ettikçe, toplumun kadına bakışı, kadının toplumdaki yeri değişmeyecektir.
Türk toplumunda kadının ikinci sınıf olmasının sorumlusu kadınlardır.Kendisi ezilmekten şikayet edip, kızını , gelinini ezmek için elinden geleni ardına koymayan kadınlardır. Bu zihniyetteki kadınlarda ezilmeyi, ikinci, sınıf insan muamelesi görmeyi hak ediyorlar. Ancak ne yazık ki kurunun yanında yaş ta yanıyor.
Yeni evlenecek ya da evlenmiş kadınlara hemcinsleri nasihatler eder. Kızım erkeğine her zaman güler yüz göstereceksin, o eve gelmeden süsleneceksin, hiç bir isteğine yüz çevirmeyeceksin, o bağırırsa sen susacaksın, tartışmaya girmeyeceksin, hangi yemekleri seviyorsa onu yapacaksın. Bunlar gibi yüzlerce nasihat verilir evlenecek kızlara. Bunların karşılıklı olması gerektiği, kadının da bunları eşinden beklemeye hakkı olduğu yoktur nasihatlerin içeriğinde.
Elbette ki kadın ve erkek farklı cinslerdir. Fiziki olarak birçok farklılık vardır iki cins arasında. Kadındır doğurgan olan, çocuğunu emzirebilen. Ama baba da gerektiğinde çocuğunu biberonla, kaşıkla besleyebilir. Yeni doğum yapmış eşine her konuda yardımcı olup, yeni doğum yapmış kadının psikolojisini anlamaya, onu birde ev işleri ile bunaltmamaya çalışabilir. Çocuğun altını temizlemek sadece annelerin görevi neden olsun?
Neden erkekler, sanki bu sadece kadınların yapabileceği bir şeymiş gibi, çocuğunun altı kirlendiğinde karısına seslenirler? Lafa geldi mi, maşallah ellerinden her iş gelir, çok maharetlidirler, ama işlerine gelmeyen konularda. Ben beceremem çocuğun altını temizlemeyi! Elbette ki her anne çocuğuna zevkle bakar, hiç bir anne çocuğunun altını temizlemekten yüksünmez. Ama erkeklerin zor, emek gerektiren, insanı yoran her şeyi kadına yüklemek, kadınlardan beklemek gibi bir alışkanlıkları var. Burnu akmış, ağzına sümük dolan çocuğunun burnunu temizlemektense, git annene burnunu silsin demek daha kolay tabi.
Eve misafir geldiğinde kadın çay ve yanında kurabiye getirir, ardından meyve getirilir, eğer meyveler soyulup dilimlenmeden getirilirse evin beyi, misafirlerin yanında, niye soyup, doğramadın meyveleri? diye tersler, meyve servisini henüz toplamışken kadın, beyimiz, misafirlere dönerek, birer kahve içeriz değil mi? diye karısının sırtından ikramda bulunur.
Fincanlar toplanırken, evde kuruyemiş yok mu? Birer kadeh bir şeyler alalım, buyurur beyefendi. Kadıncağız tepesi atsa da misafire ayıp olur diye olağanüstü bir gayretle otuz iki dişiyle zoraki sırıtarak servise devam eder. Erkek, misafir beyle hükümet kurup yıkarken, misafir kadıncağız da ev hanımının yükünü biraz hafifletmek için ona yardım eder, mutfakta ayaküstü, iki laf etmeye çalışırlar. Tüm bunları görmesine rağmen erkeğin düşüncesi değişmez.
“Kadın dediğin kan kusup, kızılcık şerbeti içtim diyecek. Öyle akşam koca gelir gelmez, söylenmek, şikâyet etmek yok. Çocuklar yaramazlık yapmışsa yapmış, olabilir, adamcağız telefonda üç kez hatırlatmana rağmen yine yoğurt ve ekmek almayı unutmuş olabilir, ne var söylenecek, canın sağ olsun kocacım, diyeceksin.
Dırlanıp adamı eve geldiğine geleceğine niye pişman ediyorsunuz. Erkeği güler yüzle karşılayacaksın ki, eve gelmek için can atsın. Sen sıkılmış bunalmış, kızmış olabilirsin. Adamın niye canını sıkıyorsun? Tamam, çamaşır makinesi da bozuk, bir aydır tamir bekliyor olabilir, ne yapsın adam, o tamirci mi? Bakın, bu erkek milletini üzmeye sıkmaya gelmez. Kadın olun canım. Adamı evden kaçıracaksınız. O zaman kendi anneniz dahi, kadın olsaydın da, elinde tutsaydın adamı diyecek size. Kesin sesinizi, gülümseyin bakalım...”
Kadın anneyse dadı demek değildir. Kadın anneyse aşçı demek değildir. Kadın anneyse çamaşırcı demek değildir. Kadın anneyse garson demek değildir. Kadın anneyse sadece annedir. Annelik ne ise babalık odur. Kadının anneliği kadar erkeğin babalığı da ciddi bir iştir. Erkek babalığını yapmadığı zaman kadının anneliği daha da zorlaşır.
Çalışan bir kadın, bir de anneyse yaşantısının iki kat ağır olduğuna dikkat çeken bilim adamları, ’Evde aile üyelerinin bütün yükü genellikle annededir. Türk kültüründe çalışan kadın hem çalışıp hem evde yemek yapar. Ancak eskiden mutfakta tencere yemekleri ağırlıktayken şu anda fast food yemekler daha çok tercih edilir duruma geldi.
Hele kahvaltı alışkanlığı çoğu çalışan kadında hiç yok. Oysa kahvaltı yapma alışkanlığı çok önemli. Çünkü uyurken bütün enerji rezervleri tüketildiği için bir aletin nasıl pili biterse uykudayken de vücudun enerjisi tükeniyor, kahvaltı yeniden pili dolduruyor’ diyor.”
Kadın ve erkeğin, ne kadar eşit olsalar da yine eşit olamayacakları tek bir konu varsa eğer, işte o da budur: Hamilelik! Evet, kadın ne kadar anneyse; erkek o kadar baba. Zaten normali de birlikte oturup karar vermeleri. Ama anlaşamadıkları noktada nihai karar hakkı elbette kadında olmalı. Beden kadının, tercih kadının. Çünkü kadının içinde büyüyor o bebek. Var mı ötesi?
“Bayanlar çalışmalı mı, çalışmamalı mı?” türünden bir soru sorsak ne olur acaba? Çalışanların büyük bir bölümü: “Çalışmamalı, ama bu hayat şartlarında mecbur” derken, ev hanımlarının azınlık kısmı “Çalışsalar daha iyi. Hiç olmazsa ekonomik özgürlüğünü kazanırlar” türünden yorumlar yaparlar.
Yorumlar her ne olursa olsun kadın çalışırken evet ekonomik özgürlüğünü kazanır, ama kadınlık özgürlüğünü kaybediyor. Hele bu kadın anneyse, yükü epey ağırlaşmış bir şekilde iki büklüm yaşıyor hayatın içinde. Bir yandan ev işleri, çocukların ilgisiz ve sevgisiz olarak kreş köşelerinde büyümesi, ilgi görmeyen eş, sürekli problem çıkaran anlayışsız kişiler derken sonuç kocaman bir hüsran.
Ancak ihtiyaçlar mecburiyeti aşıp, her şey ihtiyaç olunca çalışmadan da yapamıyorlar. Kazanılan para da, yarım yamalak analık yapan, bakıcı, kreş anaokulu gibi yerlere gidip elde avuçta bir şey kalmıyor. Hepsinden acı sevgisiz, ilgisiz büyüyen, küçük yaşlarda psikolojisi bozulup, depresyona giren çocuklar toplumun içine girip yetişiyorlar.
Ancak aşağıya aldığım hikâye, çalışan bir anne ve çocuğunun yaşadığı dramı açık bir dille nazara veriyor. Keşke anneler annelik gibi bir kutsal görevi her şeyin üstünde görüp, iktisatla yaşamayı başarabilseydi.
“Kapıdan içeri girer girmez neşeyle bağırdı: “‘Anne, biliyor musun bugün yuvada ne oldu?’ “‘Görmüyor musun? Telefonla konuşuyorum.” Hiç kimsenin sevdiği şey birbirine benzemiyordu. Annesi telefonu, babası arabayı seviyordu. Her şey erteleniyordu telefon ve araba söz konusu olduğunda. Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu. Nerelere gitsindi?
Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan tencere kaşık sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti. “Sana yardım edeyim mi?’ dedi en sevimli halini takınarak. Annesi mânâlı mânâlı baktı. “Hayırdır. Bir yaramazlık filan? Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten...”
“Yorgunluk nasıl bir şeydi? Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır, ‘Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni’ diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi. Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, ne diye annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu.
“Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın. Anneannem öyle söylüyor.” “Uykuya dalayım da gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum.” Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum. Yorgun olduğumdan. Böyle yorgun yorgunken. “Anneciğim sen yorulma diye...” “Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lâzım. Hadi sen oyna biraz.” “‘Hani siz yoruluyorsunuz ya...’ “‘Eeee.’ “‘Ben de oynamaktan yoruluyorum.’ “‘Ne yapayım?’ “‘Bilmem...”
“Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı.
“Işıklar söndü birden. Annesi öfkeyle söylenmeye başladı. ‘Mum da yok’ diye diye karıştırdı dolapları el yordamı ile.
“Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını. Deli tavşanın duvardaki aksini getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavşan kafesi yaptı. ‘Bak deli tavşan’ diyerek parmaklarını oynattı. Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı.
Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü o minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı. Neden sonra ışıklar geldi.
“Kadın çocuğun hiç konuşmadığını fark etti birden. Kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı. Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini. Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu.
Çocuk sanki bu öpücüğü bekliyormuşçasına: “‘İşin bitince beni sever misin anne?’ dedi. “Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı.”
Yüzyılın en uydurma en gazlama sloganı bu olsa gerek; çocuk da yaparım kariyer de! Zannedersin ki, kes-kopyala-yapıştır gibi bir şey bu da! O kadar kolay yani… Ya da hayat bir elişi dersi ve tüm ihtiyacın olan kâğıtla makas! Canının istediği her şeyi yapabilirsin… Kes, şekillendir, koy kenara, olsun bitsin…
Çocuk da yaparmış kariyer de! Yok ya! Zaten çocuklar da sulanarak büyüyor. Hadi diyelim yaptın. Kariyerine koştururken çocuğunu da yaptın. Eeee, peki sonra? Reklâmlar işin o kısmına hiç değinmiyor ki. Sanırsın dokuz ay dişini sıktın mı çocuk sahibi oluyorsun sonrada sonsuza dek mutlu yaşıyorsun. Yok böyle bir masal…
O çocuk hastalanır, o çocuk ateşlenir, o çocuk düşer, yaralanır, o çocuk diş çıkarır, vs vs vs… O çocuk defalar ve defalarca seni yanında ister. Çünkü çocuk her şeyden önce annesine ihtiyaç duyar! . Annesinin sevgisi, annesinin yoğun bakımı gerekir çocuğa. Eeee, ne yapacaksın o zaman?
El mecbur ıkına sıkına izin isteyeceksin. “şeyy, bebeğim hasta da, acaba bugün gelmesem kem küm…” Bir olacak iki olacak üç olacak.
Artık söylerken bile yerin dibine girip çıkacaksın. Amirin yine mi der gibi bakacak suratına… İşte olduğuna, çalıştığına, ev kadını olmadığına lanet edeceksin… Ya da daha kötüsü, öyle bir işin öyle bir pozisyonun olacak ki, izin istemek gibi bir şeyi bile aklından geçiremeyip, çocuğu, şanslıysan annene değilsen bakıcıya/kreşe bırakıp için kan ağlayarak işine gideceksin, kreşi aramaya korkacaksın; ya “mutsuz bugün” derlerse diye…
Modumun hava durumu buna ayarlı benim. O mutluysa tamam, ben de rahat rahat çalışıyorum. Gün güneşli… Ama eğer o gün kreşe gitmek istemediyse, o gün ağladıysa gün bana zehir oluyor. Hava parçalı bulutlu, yer yer sağanak yağışlı… Hele sabah arabaya bindirildiğinde küsüp de başını cama çevirip hiç konuşmadan dışarıyı seyretmişse fırtınalar kopuyor o zaman içimde…
Tüm bunları anlatmıyor ki o slogan… Sonra ne olacağını söylemiyor ki bize… Sanıyorsun ki çok kolay bir şey, onu da yaparım bunu da… Öyle değil işte… Yapmakla da bitmeyen, hakkını vererek yapmak gereken şeyler vardır. İşte bunlardan birisidir annelik! Hakkını vererek yapman gerek. O bebeğe hak ettiği ilgiyi, sevgiyi, zamanı vererek yapman gerek. Yoksa kariyer yaparken -ki kariyer yapılıp bitirilen bir şey değil, sürekli devam eden bir şeydir- araya sıkıştırılıp da yapılacak bir şey değildir.
Tüm bunları biliyorum. Çünkü yaşıyorum… Çalışan bir anne olmanın tüm ağırlığını yaşıyorum bu günlerde…
Geçenlerde minik kızım yine hastaydı. Hafta sonunu evinde anne şefkatiyle geçirdikten sonra Pazartesi oldu ve büyü bozuldu… Annenin işe gitmesi gerekiyordu! Onun da kreşe! Ama kreşe gidemeyecek kadar hasta. Doktora götürmem gerek. Ama işe de gitmem gerek… Ne yapacağım?
İş yerimi arıyorum önce, utana sıkıla, “şeyy Parla yine hasta da acaba ben, şey…” ki ben bu tür konularda son derece anlayışlı ve yardımcı üstlerle çalışan, şanslı insanlardan biriyim. Sağ olsunlar, “tabiî ki” diyorlar.
Alıp doktoruna götürüyorum kızımı. Yeni reçetemizi alıyoruz. “Bu ilaçları kullanın, bir süre de evde dinlensin” diyor doktorumuz. Şimdi ne yapacağım?… İlaç tamam da, nasıl dinlendireceğim evde? Kreşe götüremem ki, çok hasta… Ama benim de işe mutlaka gitmem gerek, miatlı işim var…
Çaresiz, birlikte benim iş yerime geliyoruz. Anne-bebek beraber… Bir iki işimi yapıyorum o kucağımdayken.
Bir yandan ona masal anlatıyor bir yandan çıktı alıyorum bilgisayardan. Sonra koltukları birleştirip yatak yapıyorum ona. Uyutmaya çalışıyorum. Rahatsız oluyor ortamdan, ağlıyor… Eliyle kapıyı gösteriyor ağlarken, “anne didelimm ” diyor…
“Tamam kızım, anne işini bitirsin hemen gideceğiz” diyorum. Bir kolumda Parla bir kolumda klasör binalar arası gidip geliyorum. Sonra bitiriyorum işimi ve eve doğru yola çıkıyoruz. Sonrasını da planlıyoruz. Ertesi gün için babası ayarlıyor işlerini, yarın da o kalacak bebekle evde. Sonraki gün yine sıra anne de. Al sana Türkiye’den çalışan kadın manzarası! Çocuk da yaparım kariyer de ! Hatta kim tutar beni üç çocuk yaparım, üç de kariyer!
İşte bu drama bir annenin draması. Erkeğin böyle bir draması yok. Babalık, tohumu atıp, parayı kazanmakla bitmiyor. Kadın anneyse ve çalışıyorsa erkek yaşamın her safhasında onun yanında olmalı ve yaşamı paylaşmalıdır. Sadece akşam yatağı paylaşmak hayatı paylaşmak değildir. Yani bütün gün hayatı paylaşmadığı bir anneden gece yatağı paylaşmayı isteyen erkeğin kadının isteksizliğini bahane ederek dışarıdaki kadınlara yönelmesi kadar büyük bir vefasızlık olamaz.
Oysa nikah masasında imzalanan bir ahde vefa sözleşmesi olan ve kadınla erkeğin bir yuva kurması etrafındaki fikir ve emel birliğini yansıtan evlilik sözleşmesinin ne anlama geldiğini erkeklere kadınların mutlaka anlatması gerekir.
KAYNAK:Tırnak içindeki yazılar GOOGLE arşivinden alınmıştır.
YORUMLAR
Ben başka bir konuya değinmek istiyorum. Öyle babalar varki sizin bu anlattıklarınızın tam tersi olabiliyor.Hatta annelerden bile çok ilgili daha duyarlı ve seni hatta yakınlarınızın bile gıpta ile baktırabilirken gün geliyor evlilik bitiyor. Boşanma gerçekleşince bir bakıyorsunuz çocukların üstüne titreyen baba gitmiş hiç tanımadığınız biri gelmiş. Boşanırken çocuklarını da boşamış.Hiç ilgilenmeyen bütün yükü annelerine bırakan duyarsız vicdansız biri karşınızda ve o çocukların düştüğü durum ayrı tabi ki böyle erkeklerde var. İstisnalar da olabilir tabii . Onlara sözüm yok.. Sadece paylaşmak istedim.. Sevgiyle kalın..
Harika bir anlatım..
Annelik her kadının muhakkak ki tadmak isteyeceği kutsal duygu... Yaratılıştan öyle..
Ancak hayat hep mücadele kadın için...
Yuvası/işi/çocukları/hatta kendi anne-babası-kardeşleri adına....
Umarım ki kadınlar ile ilgili yerinde tespitlerinizi, duyarsız erkeklerimiz okur...
Gaza geldim eşime sesleneyimde, bugün o yapsın akşam yemeğini :))))
Sevgiler size / saygılar kaleme
Mavi Sihir tarafından 4/12/2009 6:47:02 PM zamanında düzenlenmiştir.
Mavi Sihir tarafından 4/12/2009 6:47:37 PM zamanında düzenlenmiştir.
Diğer yazılarınız gibi bu yazınızda hayatımızın acı gerçeklleri ...
Öyle güzel açık net ve akıcı anlatmışşınızki yürekten tebrik
ederim... annelere düşen görevlerin dahada çok olduğunu bir kez daha hatırlattınız ...çünkü rahatlığına düşkün erkeklerin bu yazıya nasıl tepki vereceğini merek etmedim değil doğrusu..tabuları ve ananeleri arasında sıkışmış bir toplumda anne olmanın dünyanın en zor işini gögüslemek kadar zor oysa..heleki çalışıyorsa...vefasız erkelerin her gecen gün arttığı günümüzde ve yalnızlığı kucaklayan annelerinde çokluğunu göz ardı etmemek gerekir ...oysa karşılıklı anlayış sevgi ve hoşgörü içinde olmakla hayat daha mükemmel olacak umuyorum...