Bir Bahar Akşamı
*Güneş doğuyor, iki saat sonra Ankara’dayım. Bakalım umduğum gibi mi olacak? Evden çıkarken annem ağladı. Ben de ağladım ama çaktırmadım. Babam, yapmam gereken, yapmamam gereken işleri sıraladı. Bir an önce derslerime çalışmaya başlamam gerekiyor. Acaba arkadaş edinmekte güçlük çeker miyim? Bakalım, göreceğiz… Bu kadar zaman bu günleri görebilmek için çalıştım durdum, sonunda emeğimin karşılığını göreceğim. Geleceğim bu okulda öğreneceklerimle şekillenecek büyük oranda. Bakalım, göreceğiz…
“Kaç gündür uyuyamıyorum. Uyumak, gülünç, aptalca geliyor. Onu bana yaklaştıran şey neydi acaba? Görünüşüm; olabilir! Karakterim; olabilir! Peki beni ona yaklaştıran: görünüşü…. Zıtlıklar var, belki de beni çeken yanı onda gördüğüm zıtlıklar. Uğraşmak… Evet uğraşmayı seviyorum.”
-Saat çalıyor; 07.30 olmuş. Onu uyandırayım. “Günaydın!”. Yine benden önce uyanmış: “Günaydın!”. Kahvaltı etmeden evden çıkmamak lazım. “Ben ocağın altını yakıyorum.” Bugün uzun bir gün olacak. Bakalım bugün daha ne saçma sapan işlerle uğraşacağız. “Kahvaltı hazır sayılır, tıraşını olduysan hemen gel, çayları koyuyorum.” “Tamam hayatım hemen geliyorum.”
“Kuzey Irak operasyonu başarıyla sürdürülüyor.”
*Burada insanlar sanki başka işleri yokmuş gibi sürekli konuşuyorlar. Ne kadar da çok konuşuyorlar. Hepsi kendini anlatıyor. İlginç. Ben de anlatıyorum kendimi. Kendini kabullendirmek çabası… Benimkisi ne? Bilmiyorum…
“Aramızdaki iletişimi sağlayan eşit, ortak olan tek etken; dil… Evet, dil. Yazdıklarım, onlar beni anlatıyor, olabilir… Onu bana yaklaştırmada etkili olabilirler. Görüngünün üstünde düşünmek… evet, “öz”, beni ona yaklaştıran onun özü, zekası… ama onu kullanımı bana zıt, ters… aslında ona çok benziyorum. Ne oluyor, bırakıyor muyum kendimi? Sevmeye mi başlıyorum? İstediğin bu değil… (mi?) Edimsel bir uğraşı bulmak güç. Kendimi geliştirmeliyim. Okumalı, düşünmeliyim. Yazmak, belki de… evet, ama içimdeki yoğunluğu anlamlandırma adına birisine ihtiyacım var. Kendi söylemimi oluşturma adına… ortak bir ben… gelecek… bugün… an… İnsanlar ne kadar gülenç… komiklik bile değil aslında, sıkıntının yanılsaması… Yazmak, neyi yazmak? Bütün olanların üstünde, olamamış gibi göstermek olanları. Hangi doğruluk adına böyle bir “gerçeklik” oluşturmaya kalkma? Hakkın var mı? Yazmak, yazmak adına doğru mu? Okuyucuyu kendi adına sapkınlığa sürüklemez mi bu? Etiksel doğrulamasını yapabilir, temellendirebilirsin belki ama ahlaksal bir tutarlılığı olur mu, bilemem. Kandırmaca…”
-“Hayatım, bir dakika bekler misin, çantamı unuttum da…” Kızmıyorum. Alıştım bir çoğuna. Bir çoğuna alıştığım gibi ona da alıştım. Arabanın da bakıma ihtiyacı var. “Geldim, gidebiliriz.” “Bugün kaçta alayım seni?” “Akşamüzeri, bir ara uğra!” “Peki!” Yüzeysel düşünmek insanı rahatsız etmemeye başlıyor bir müddet sonra… sonra onlar, onlar gibi düşünmeye başlıyorsun… yaşamayı yaşamak… yine önceki… unutmamışım demek ki bazılarını…
“Şırnak’ta güvenlik güçleriyle çatışmaya giren 9 terörist ölü ele geçirildi.”
*Hemen herkes bir şeylerin savunuculuğunu yapıyor. İnanç! İnsanlar birbirlerinin aslında ne olduklarını da, ne olmadıklarını da kolayca söyleyebiliyorlar. Kendi inandıkları adına hüküm verebiliyorlar. Peki ben kendime ne diyorum?
“Bugün birlikteydik. Çokça bir şeyler konuşamadık. Zira, konuşacak pek bir şey bulamıyoruz. Sık sık öpüştük… Anlamsal ortaklılığı karmaşık… Düşünmemden şikâyetçi... haklı… yaşamayı, yaşamak… beklentilerim… kurduklarım… istençlerim… İşteş olamadıktan sonra düşünce bile olamıyor: düşüntü! Üşüdüm birden, bu da bir üşüme olmasa gerek: üşüntü… Hava kızarmaya başladı."
-"Onu arayıp nasılmış diye sorayım. Şimdi onun da canı sıkılıyordur. Zaten yapacak bir işim de yok…
“Hükümet özelleştirmeye öncelik verileceğini açıkladı.”
* Garip, herkes özgürlükten, özgünlükten bahsediyor. Benim saçımla, sakalımla uğraşıyorlar. Benden hoşlananlar var. Komik, basit… saçmalıyorum.
“ ……………………….”
-Telefon çalıyor. Açtı nihayet. “Merhaba!” Sesimden tanıdı. “Merhaba!” “Ne yapıyorsun?” “Ne yapacağım koşuştur dur, başım patlayacak gibi…” “Ağrı kesici alıp biraz dinlenmeye çalışsan.” “Ne diyorsun sen Allah aşkına, zamanım mı var? Ne oldu bir şey mi diyecektin? “Yoo, öylesine aradım.” “İyi, iyi sen, ne yapıyorsun?”
“İnşaatın temeli çöktü, 2 işçi hâlâ toprak altında.”
(İlintiyi sağlayan yapı boyutunda dil mi? Sadece yoksa dildeki anlam birimler mi? Fonemler yahut sözcükler… sözcükleri dilediğince kullanabilir misin? İstediğin tarafa çek! Hürsün sözcükleri kullanmada, buna da karışamazlar ya! Peki ukalalık değil mi bu? Belki. Nereye kadar ama…)
*Yaz tatili geldi. Eve gitmek için hazırlanmalıyım. Koskoca bir yıl geçti. Değişen… Devinimi kontrol altına almak… Sus! Kızıyorum.
“Birkaç yıllık çabalamamın sonucunda karşımda bir insan var. Ama çözemiyorum. Zıtlıklar… Toplumsal yaptırımların üstünde beni bulmak çok zor. Temele seviyi alıyorum. Seviyorum . Her şeyi, onun üzerine kurmaya çalışıyorum. Kuruyorum. Karşımdaki de bir insan kendince doğruları, istençleri olan. Çatışma doğuruyor bütün bu olanlar. Ama, yaşanan gerilimden sonra rahatlamaya ulaşılmalı.”
-Bu böyle devam edecek. Canım sıkılıyor birazcık, neyse, boş ver, zamanını daha fazla almayayım. “Canım, aramışsın artık söyle söyleyeceğini.” “Neyse, kolay gelsin, akşam üzeri uğrarım. Görüşürüz.”
Zaman…, kimin?
"Bingöl’deki saldırıda bir er yaralandı. Güvenlik güçleri eylemi gerçekleştiren teröristleri yakalamak için…”
*Zaman: Toplumun zamanı, evrenin zamanı, benim, onun… Göreliliğini aşmalı zamanın. Toplumda nesne olmamak için, kendi hayatında bile nesne olmamak için, bireyin kendi etkenliğini yakalaması gerekiyor. Kendi, etkenliği, bireyin söylemi. Bilimsel bir bakış açısıyla olaylara yaklaşabilmeli, olanların “ne”liğine inmeli. Etken olmak yaşamda… Annemler beni çok özlemişler. Ben de onları özledim. Annemin yemekleri bir harikaydı yine…
(Yazmaya çalışmak için gerçeğin dışına çıkmak mı gerekiyor? Hayır! Gerçeklik olduğunu söyleyenlerin aksine gerçek diyorum yazınılanlara. Okunmak için birtakım genellemelerin olması gerekmiyor. Olayın da. Konu: yok konu…, konusu…)
-Arabayı bakıma sokmak lazım. İzin isteyip de bugün yaptırsam… vermezler ki! Akşam biraz kitap okusam iyi olacak. Onunla okurduk bir zamanlar. Zamanı yok ki şimdi.
“Yapılan ölçümlere göre bugün hava sıcaklığı doğu bölgelerimizde bir miktar azalacak.”
*Düşünülebilecek bir “o” bulamadım. Aradım mı, aramalı mıydım?
“Kendimden uzaklaşmaya başladığımı fark ettim. Ona, dizinlenmiş gibi, onunlayım beynimin en küçük yapıtaşında bile. Yanlış… Kendi yaşantım olmalı. Kendimle olabilmeliyim. Benimle olabilmesi için hak etmesi gerekiyor. Düşünmesi yani. Ortak bir “Ben”. (Hani büyük söylemler yoktu?)”
-Kaç saattir bomboş oturuyorum. Çıkıp biraz dolaşayım bari. Onu…
“Sevgilisi terk edince bunalıma giren genç… “
(Sözcüklerle fazla oynama. Zaten istediğin gibi de oynayamıyorsun.)
*Tatil dönüşü, acaba bazı şeyler değişecek mi? Boş vermeli bazılarını. Yaşamaya çalışmalı, yaşamışlık adına.
“Ona bir şiir yazmalıyım. Daha önce yazdıklarımdan farklı. Farkı, farklıca farklılaştıran bir şiir. Sözcük oyunundan uzak.”
-Hava soğukmuş, üşüdüm. Şu pastanede sıcak bir şey içeyim.
(Hava bugün çok güzel. Yemyeşil her taraf. Hep böyle miydi, yoksa ben mi yeni fark ediyorum.)
[ Bu kim? Söyledikleri de ne böyle?]
* “Seni seviyorum!” demek istiyorum. Diyorum da, ama her önüne gelen söyleyebiliyor bu sözü. Karşımdaki insanın, bu sözün söylenişindeki anlamlılığı yakalaması, tekrarlaması gerekiyor. O zaman sözün, söylenişindeki tüm kavramsal, anlamsal öğeler hak ettikleri yeri bulacaklar. Evcilik oynamak istemiyorum.
“Modernizm, çarpıklık… kavramlar birbiriyle çarpışıyor. Feodal varsıllıklarını aşamamış bireylerin söz söyleme hakkını elde etmede modernizmin öğelerini kullanması çarpışıklığı iki kat daha artırıyor. Ne yazık ki bu böyle. Bilime, bilgiye ters olsa da.”
-Çevremdeki masalarda oturanların hepsi genç çiftler. Ne kadar da mutlu görünüyorlar. Gülüyor muyum? Fark ettirmemeliyim. Yanlış anlayabilirler.
“Yerel yönetimlerde 1. yıl…”
(Ne söylemeli ki… söz söyleme sırası geldi diye bir şey söylemek zorunda değilsin ki! Sözcüklerle fazla oynama. Beyninde kavramlar yoğunluk kazanamamışsa konuşmaya çalışmanın bir anlamı yoktur. Laf karmaşası… Dile ihanet…)
*Uyumalıyım, sabah 09’da onunla buluşacağım. Hem de hiç sevmediğim, sevemediğim o kafeteryada. Off, ne oluyor?
“Şiir defterim… Ne kadar da çok şiir yazmışım. Hepsi de bir müddet sonra basitleşiyor. Değişiyorum demek ki!”
-Bayağı yorulmuşum. Üstelik yağmur da yağınca ıslandım. Ne oluyor bana? Unuttuğum, geçmişte bıraktığımı sandıklarım yeniden karşıma mı çıkıyor?
“Forest Gumb, 6 dalda Oscar aldı.”
(Saçmalıyorsunuz hepiniz, bırakın bunları. Anlamıyorum sizi. Aslında anlamak da istemem. Güzel güzel yaşamak varken ne diye bunlar?)
[ Karıştı hepsi birbirine karıştı.. kontrol edememekten korkmuyorum, öyle bir kaygım da olmasa gerek.]
*Artık benim de bir sevgilim var! Annemleri çok özledim bu arada. Çocukluk mu yapıyorum? Benim de hakkım değil mi, ben de bir çocuk değil miyim sanki?
“Davranışlarını anlayamıyorum. Bir anda değişiyor. Çok yakın, ama uzak… “Yakının uzağında” demiştim de bana kızmıştı. Vazgeçmeli. Kaybetmek olmaz mı, kendime ihanet etmiş olmaz mıyım? Benim mücadelem salt “o”nunla değil çünkü. Toplumla, çevreyle bir noktada. Yadsımaya çalışıyorum belki de; kapitali, gelenekleri. Olsun. Vazgeçmeyeceğim. Sonunda kaybedebilirim ama bir şekilde zaten kaybetmiş olacağım.”
“Millî futbol takımımız yüzümüzü güldürdü.”
(Okuduklarını, yaşadıklarını, gördüklerini insan kendine uygun olan şekliyle bünyesine aktarabilmeli. Bireyin özgürlüğü adına, etkenliğini yakalaması adına bunlar gerekli bir noktada. O zaman dille dilediğimce oynarım.)
[Bırakın bunları… Ne yaptığınızı bilmiyorsunuz. Gidin biraz gezip dolaşın. Eğlenin. ]
*Çocuksun sen, çocuk. Daha büyüyeceksin. Savunduğun bir idealin bile yok. Olmalı mı? Çoğuna göre yok. Ama birçoğuna göre de olması lazım. Bana göre ne olmalı, bunu düşünmedim mi acaba? Düşünüyorum elbette.
“Bugün yine beraberdik. Akşam ayrılmak üzereyken kavga ettik. Kavgayı o çıkardı. Yaptıklarımızın boşluğunu düşündü belki. Öpüştük. Sarıldığımda tepkisizdi. Öptüğünde tepkisiz kaldım.”
-Bu davetiye de nereden çıktı? Bir bu eksikti, işin yoksa saatlerce beyleri, hanımları memnun etmeye çalış. Yok bilmem kim ne almış, yok bilmem kim tatilde nereye gidiyormuş. Bana ne sanki!
“Vatandaş artık pahalılığa katlanamıyor. Bugün…”
(Anlattıkların anlamlı olmalı ya da anlamdan uzaksa eğlendirmeli. Öyle okuyanı sıkıp, küskünlüğe götürmemeli. “Senin işin zor dememeli” okuyan. Ama şu da bir gerçek ki okuyanın da olması gerekmeyebilir.)
[Sıkıntı… Hepsi sıkıntı. Ne yapacağını bilememe hepsi. Farkında olamama. ]
*Nerede kaldı bu otobüs? Zaten hiçbir defa tam vaktinde gelmez ki!
“Ne yapmalıyım ki? Her şeye rağmen ondan vazgeçemem. Seviyorum. Gülünç belki, ama ondan farklı birisiyle de yapamayacağımı düşünüyorum.”
-Gidip onu almalıyım. Geç kaldım. Şu işten de bir türlü çıkamadım gitti. Çantam artık hazır, çıkabilirim. Çıkmadan arkadaşlara bir “iyi akşamlar!” diyeyim.
“Ankara- İstanbul yolunun 180. kilometresinde çarpışan…”
(Çok sıkıldınız gerçekten. İnsan sıkılmamalı ki ayrıştırmasını yapabilsin. Cennet için diyor ki: (Kim olduğu önemli değil.) “Cennet ne bir zamandır, ne de bir mekan. Cennet, yetkinliğin ta kendisidir.” Bu durumda bütün bunlar yetkinlik için olabilir. Olmalı mı? Unutmamalı mı bunları?)
*Kaç yıldır şöyle rahat bir otobüsle yolculuk yapamadım gitti. Birkaç saat sonra evdeyim. Güneş batıyor. Hava kızıllaştı. Çok hoş…
“Uymuyorum. Ona uymuyorum. Ters, bir şeyler ters. Onu kavramların üstünde düşünmeye zorlayamam. Öyle olsa bile kısa bir süre sonra kavramlar her tarafını sarıp sarmalayacaktır.”
- “Merhaba!” umarım bekletmedim. “Hayır, hemen çıkalım.” Gün boyu ne yaptığını sormayacağım. Yarın ki davete gideceğimizi söylediğim de sevinir mi acaba? Ben de sevinmeli miyim? Gittiğimizde davetteki birçok alıcı göz onun üzerinde dolaşacak. Ben de güzel bir eşe sahip olduğum için sahip olduğum şeyin beğenilmesinden ötürü haz alacağım. Yüzümdeki gülüşü fark etmez umarım. Yine tartışmak istemiyorum."
“Kabinede sen-ben kavgası…”
(Her şey senin gerçekten, özgürsün. Dilediğince kullan. Ne yapmak istersen onu yap. Sana karışan yok. Sen, ne yüce bir duygusun böyle özgürlük.)
* ……………………………
“Hava serinledi. Çimler çok güzel. Keşke o da benimle oturuyor olsaydı. Güneş batıyor, hava kızıllaştı”
-“Kapıyı açık bırak. Şimdi geliyorum.” Yemek yedikten sonra günlüklerimi okumak istiyorum. Akşam oluyor. Hava kızıllaşmaya başladı.
“Siyasete yeni yüzler bulunamıyor… Yedi kere gidenler sekizinci kez tekrar geliyor.”
(Bütün bunları söylemekle ne yaptığını zannediyorsun. Dili, dilediğince dillileştirmen yanılsamadan başka bir şey değil. Sözcüklerle dilediğince oyna, ama kendini kandırma. Sözcüklerle adeta mastürbasyon yaparak hiçbir yere varamazsın. Adına ister gerçek, ister gerçeklik de. Hepsi bir yanılsamadan ibaret olacaktır.)
* …………………………………..
“……………………………………”
“İyi uykular tatlım.” İyi uykular, ben biraz daha okuyacağım. “Sen bilirsin, ay, çok yorulmuşum, kapıyı kilitledin mi?” Evet, hadi sen yat!
“Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta”
(Ya da yaptığın, yapmaya çalıştığın işin, büyük toplumsal, genel söylemler yerine kendi söylemini yaratma çabası olduğunu düşün, söyle. Oluşturmaya çalıştığın “yapı”nın olabilmesi için “yapıntı”lığın ortadan kalkması, yani aşılması gerekir. Nesnel olmak gibi bir kaygı içinde olmanın hiçbir anlamı yok. Öznel olmadan nesnellik yakalanamaz diyebilmeli insan. Ya da kendi öznelliğini toplumsal nesnellikten daha yetkin görebilmeli. İnsanlar ne düşünürlerse düşünsünler, inansınlar ya da inanmasınlar “kavramlar” her zaman var olacaktır. Varlığı bulma, varlık olabilme adına… Bunları böylece addetmeli.
Zaman ve mekanın üstünde yetkin olabilmeli… ki …
Yoğunluğu kaybetmemeli!
O da belki de “öz”dür.
Peki ya gerçek!…)
Ankara 1994- İzmir 2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.