- 684 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
"OTUZ MİLYON LİRA"
Rahmetli Işılak Sımayıl babam seksen yedi yaşında Hakkın rahmetine kavuştu. Rahmetli ölümünün yaklaştığı son yıllarda, halını hatırını her sorduğumda, �Balam bu sene geçen seneden iyi değilim� derdi. Ben de babama moral vermek için �Baba çok iyisin çok iyisin. Maşallah senin yaşındaki insanlar yaşamıyorlar. Yaşayanlar da senden daha kötü durumdalar� diye teselli ederdim. O bu sözlerime tabiî ki inanmazdı. Çünkü gerçektende babam her yıl bir önceki yıla göre bedenen bir çınar ağacının çöktüğü gibi gün be gün eriyordu. Ama zihinsel olarak hiçbir zaman hafızasını kaybetmemişti. Öldüğü ana kadar da kendinde idi. Geçmiş ile ilgili hatıralarını hiç unutmadı. Kendini ziyaret edenleri hep tanıdı. Kısacası aklı başında idi.
Rahmetli babam bir cumartesi sabah (13.04.2002) saat yediye doğru gözlerini bir daha açmamak üzere kapamıştı. Ölüm anında yanında değildim. Ankara�dan o sabah yanına gitmeye hazırlanıyordum ki ev telefonum acı acı çaldı. Telefonun öbür ucundaki kardeşim Yusuf, üzgün ve ağlamaklı bir sesle, � Abi babam çok rahatsızlandı. Acele gel� diyordu. �Yusuf yoksa öldü mü?� demişim, gayri ihtiyari. �Evet abi. Babamı kaybettik. Başımız sağ olsun� deyip telefonu kapatmıştı.
Babamın ölüm haberini almıştım. Her insan gibi ben de babamın ölüm haberini duyar duymaz çok üzülmüştüm. Ne yapacağımı bilememiştim. Arabama nasıl bindiğimi, Alaca�ya iki saatte Ankara�dan nasıl gittiğimi hâlâ hatırlamıyorum. Aslında yaptığım hiç de doğru bir hareket değildi. Çünkü o saatten sonra babamı yeniden diriltebilir miydim? Asla. Öyle ise babam öldükten sonra kendimi kaybedercesine, kendi canımı düşünmeden hız sınırını aşarak üç saatlik yolu iki saatte nasıl aldım? Kendimi hâlâ affedemiyorum. Belki o süratli yolculuğumda kaza yapıp, başkalarının hayatına sebep olabilirdim, belki de ben de ölebilirdim. Ne kadar yanlış bir hareket. Böyle durumlarda insanoğlunun sakin olması gerek. Ama maalesef olmuyor.
Ölüm Allahın emri. Her canlı ölümü tadacak. Babamın da vakti saati gelmişti. Bugün saat onun için durmuştu. Bizler ise yaşıyorduk. Kıyamete kadar insanlar doğacak, yaşayacak, zamanı gelince de ebedî âleme yolcu olacaklar. Gerçek hayat aslında öldükten sonra başlıyor.
Acaba oraya gitmeye hazır mıyız?
Heybemizde bizlerin yüzünü ağartacak gıdalar (namaz, oruç, zekât, hac, iman) var mı?
Eğer bu gıdalar varsa ölümden korkmayın. Eğer yoksa vay halimize!
Rahmetli babamın heybesi hem bu dünyalık hem de öbür dünyalık için dolu idi. Çünkü babam haramı helali bilen, heybesine koyduğu bir keser sapıyla sadece alın teri ile rızkını kazanan ve kimselere bizleri muhtaç etmeden büyüten, namazında niyazında ve çevresine yardım eden, sevilen, sayılan çok iyi bir insandı. O öbür dünyası için heybesine gıdalarını bu dünyada hazırlamıştı. İki kere annemi de yanına alarak hacca gitmişti. İçkisi, kumarı yoktu. Kahvede dahi çay içmeyen ender insanlardan biri di.
Çalışmayı çok seviyordu; gece demiyordu, kar kış demiyordu, yeter ki onun için iş olsundu. O bu dünyadan bir türlü ayrılmak istemiyordu. Ayakları tutmadığından altı aydır yatakta yatmasına rağmen Rahmetli babam daha uzun süre yaşamayı kafasına koymuştu. Öldüğü günün bir hafta önceki gün ziyaret ettiğimde, �Balam, gece rüyamda rahmetli bacanağım Hamit�i ve komşumuz Vahit Çavuşu gördüm� demişti. Bu iki kişiyi sağlıklarında çok severdi rahmetli. Ölüm yaklaştığında insanın sevdikleri ya rüyalarına ya da gözleri önüne gelirmiş. Ben de �Babama yoksa seni yanlarına mı çağırıyorlar� demiştim. Babam tek gözünü yumarak gözümün içine bakıp, �Balam senin dediğin gibi beni yanlarına çağırdılar. Ben de kendilerine �hadi varı verin varı verin� dedim. Ben yüz yaşına kadar yaşayacağım. Allah�tan mühlet aldım deyip onları gönderdim� demişti.
Alaca�ya ziyaretine her gittiğimde �Şükrü ne getirmiş �diye, elime çocuk gibi bakardı. Cevizli lokumu (Sadrazam lokumu) ve kuru üzümü çok severdi. Garajlardan iner inmez Zeki Yağlı�nın leblebici dükkânına uğrar, babamın sadrazam lokumunu ve kuru üzümünü alırdım. Bazen unuttuğum oluyordu. O zaman da hemen yüzüme �Hani benim sadrazamım ve hani benim üzümüm. Sen ne biçim evlatsın� diye lafları vururdu. �Baba unuttum. Çarşıya gideceğim. O zaman alırım� desem de gönlü olmazdı. Rahmetli biraz tez canlı idi. O anda dediği olacaktı. Daha sonra alıp gelsem de kıymete geçmezdi.
Rahmetliden ayrılacağım zaman elini öper �Babacığım Allah�a ısmarladık. Benden bir isteğin var mı?� derdim. Hemen bir gözünü yumar, başparmağı ile işaret parmağını bir birine ovuşturarak �Harçlığımı ver de nereye gidersen git �derdi. Ben de hiç ikilemeden elimi cebime atar, Merkez Bankası�ndan getirdiğim; el değmemiş gıcır gıcır parayı eline sayardım. Verdiğim taze paraları, beyaz nurlu sakallarının her iki yanına sürdükten sonra arkasında yığdığı yastıkların altına koyardı.
Anneme sorardım �Babam benden aldığı paraları ne yapıyor� diye. Annem de� Evladım senin verdiğin parayı baban bize hiç vermiyor. Onu kardeşin Yusuf�a veriyor. Sen gelmediğin hafta olursa, Yusuf�a sadrazam lokumunu ve kuru üzümü aldırıyor. Bazen de canı köfte isterse Yusuf�a köfte getirttiriyor� demişti.
Aslında babamın paraya ihtiyacı yoktu. Emekli maaşı alıyordu. Ama Alaca�ya her gittiğimde benden harçlığını almadan beni göndermezdi. Belki de benim verdiğim paraya çok memnun oluyordu. Parayı her verdiğimde bana �Oğlum Şükrü Allah sana darlık göstermesin� derdi. İster inanın ister inanmayın babamdan aldığım bu güzel duadan dolayı bugüne kadar maddi olarak hiçbir sıkıntı çekmedim. Ne zaman parasal bir bunalıma girsem, hiç ummadığım bir yerden sorunum çözümlendi. Bunu da hep babamın bana yaptığı duadan olduğuna inanıyorum.
Özellikle gençlerimize buradan sesleniyorum; babalarınızın ve analarınızın hayır duasını alın. Onların gönlünü almadığınız müddetçe, bu dünyada işleriniz istediğiniz şekilde gitmez.
Babam ölmeden önceki hafta elini öptüğümde, yine başparmağı ile işaret parmağını birbirine ovuşturarak, benden otuz milyon istemişti. O gün cebimde yirmi milyon vardı. �Baba şu anda yirmi milyon liram var. Bunun on milyon lirasını otobüse vereceğim. Diğer on milyon lirası da harçlığım. Gelecek hafta cumartesi tekrar geleceğim. O zaman senin istediğin otuz milyon lirayı vereyim� demiştim.
Babam bu sözlerimi duyar duymaz �Tamam. Yalnız otuz milyon vereceğine söz ver� demişti. Ben de �Baba Allah�tan bir şey olmazsa sana söz veriyorum� deyip, uzattığı pamuk ellerinden ve yanaklarından öpmüştüm. Kapının yanına geldiğimde, geri döndüm; sedirin köşesinde sırtını yastıklara dayayıp, ayaklarını uzatarak oturmuş babama son kez bir daha baktım. Bana babam mahzun mahzun bakıyordu. Dayanamadım, geri döndüm, bir kuzunun bir anasını yalar gibi babamın yanaklarından öptüm, öptüm.
Nerden bilebilirdim ki; bu öpüşüm babamı son öpüşüm ve son kucaklayışım olduğunu...
Annem bu hareketime şaşmış. Bacılarıma ben gittikten sonra �Şükrü babasının elini ve yüzünü öptükten sonra, kapının eşiğinden geri döndü, babasının yüzünü bir kaç kere daha öptü. Niye böyle yaptı? Anlayamadım� demiş.
Bir hafta sonra babamı sedirin köşesinde bana mahzun mahzun baktığı yerde değil de, odanın ortasında beton üzerinde bir battaniye örtülü olarak boylu boyunca yatarak buldum. Başucunda komşumuz Laz Hoca ve kardeşim Yusuf vardı. Laz Hoca �Başın sağ olsun. Allah Rahmet etsin. Baban iyi bir komşu idi. Çok güzel bir cenazesi var. Tertemiz. Allah herkese böyle ölüm nasip etsin. Üzülme yavrum Şükrü� demişti.
Babam öldüğü sabahı saat üçte kardeşim Yusuf�u yanına çağırmış. Kardeşimin adı aynı zamanda Çanakkale Savaşı�nda şehit olan dedemin adı idi. Yusuf Kardeşime �Yavrum beni sağa sola çevir � demiş. Yusuf kardeşimde babamın dediğini yapmış. Saat beşe doğru Yasin yeğenimi çağırmış. Yasin yeğenim de karşı odada yatıyormuş. Ona da �Yasin yavrum ben ölüyorum. Sakın elbiseni çıkarma. Elbisenle yat � demiş. Bacım Songül o gece sabah namazına kadar babama Kur�an okumuş. Sabah ezanından sonra babam �Kızım Fatma�yı çağırın� demiş. Fatma ismi de babamın annesinin adı idi. Bacım Fatma yeni evlenmişti, evinden çağırmışlar. Bacım Songül okuduğu Kur�anı bacım Fatma�ya vermiş ve uykuya dalmış. Fatma bacım da �Yasin Süresini� okumaya başlamış. İkinci sayfayı okurken babamın gözlerinin içine bakan annem �Akay (erkek) öldü� demiş. Saat tam o sırada yediyi gösteriyormuş. Allah herkese Kur�an okuyan evlatlarının ve gözlerinin içine bakan bir eşin yanında tertemiz bir ölüm nasip etsin.
Battaniyeyi ölmüş babamın yüzünden hafifçe çektim. Çenesi bağlanmıştı. Yüzü küçülmüştü. Çok güzelleşmişti. �Babacığım, işte sana geldim. İstediğin otuz milyon lirayı getirdim. Konuş benimle � deyip, giderken sıcak sıcak öptüğüm o nurlu sakallı yüzüne kapandım, hıçkırarak ağladım. Babamın yüzü sıcak değildi, soğuktu. Yoksa bana kızgın mı idi; otuz milyon liradan dolayı. Bunu bilmiyordum. Sadece bildiğim şu idi: Çok sevdiğim babama, ölmeden önce benden istediği otuz milyon lirayı verememiştim. Bu beni kahrediyordu. Yusuf kardeşimden borç alıp niye vermedim diye kendi kendime kızdım. Tek tesellim şu oldu. Rahmetli babamı son öptüğümde veremediğim otuz milyon liranın on katı bir para ile mezarını yaptırdım. Şimdi o mezarda rahat rahat uyuyor.
Mezarı başına her gittiğimde Fatihayı okuyup, �Senin son istediğini yerine getiremedim. Babacığım beni affet� deyip, kendimi affettirmeye çalışıyorum. Mezarından ayrılırken de dönüp arkama bakamıyorum; �Babam benden yine bir otuz milyon lira isteyecek� diye...
Allah rahmet eylesin�.
Her 13 Nisan’da Babamı Rahmetle anıyorum. Bu yazımı da bu vesilesi ile yazdım.
Not:Akay: Kırım Tatar Türkçesi�nde erkek anlamında kullanılır. Kadına da apakay denilir.
Şükrü BİLGİLİ
YORUMLAR
Öncelikle Hak Teala babanıza rahmet eylesin..mekanı cennet olsun..
bir sayfalık yazıdan bile hayırlı evlat olduğunuzu anlamak mümkün..içiniz rahat olsun bence...
babanız 30 lirayı istiyordur elbet..hayır ve dua ile...
Rabbim cennette kevuştursun..
kaleminize sağlık..saygı ve selamlar..