- 873 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
HAYATIN SIRRI
O (cc) “gizli bir hazineydi bilinmek istedi”… Tıpkı kendisini anlayabilmesi için insana da verdiği “görünme, bilinme, sevilme arzuları” gibi…
Herkes kabul edecektir ki güzellik varsa görülmeli, takdir edilmeli… Sergilenmeyen ve kimseye gösterilmeyen resim çalışmalarının değeri ne kadardır?
Çok büyük merhamet sahibi muhtaçlara, zavallılara merhametini göstermedikten sonra merhameti nerede kalır?
Muazzam güç sahibi gerektiğinde gücünü göstermedikten sonra güçlülüğü nasıl belli olur?
Eşsiz bir adalet sahibi bir adil, ezilenleri, haksızlığa uğrayanları gözetmedikten, zalimleri cezalandırmadıktan sonra nerde kaldı adaleti?
Bu maksatlarla çok ve çeşitli hayatlar yarattı. Ancak bu bilinme, sevilme hadisesini en kıymetlisi birilerinin kendi hür iradesi ile olanı olsa gerekti… Bu da insan denen canlının yaratılışını gerektirdi.
Etrafımıza, dünyaya baktığımızda insanın yapmadığı hatta yapamadığı “kendi kendine” olmuş denilen pek çok şeyler var… Mesela rengârenk bir kelebek… Zevki bozulmamış aklı başında hiç kimse ona çirkin diyemez. Yani ortada apaçık bir güzellik var. Bir güzellik kastı, niyeti, amacı, iradesi var. Kendi kendine olabilecek kadar basit, sade, zevksiz olmayacağına göre demek bir Güzelin (cc) dünyadaki yansıması olsa gerek…
Veya bir portakal… Sivri istisnalar hariç kimse portakalın kokusundan rahatsız olmaz. Bilakis ferahlatıcı olduğunu her kes kabul eder. Rengi de öyle tadı da öyle.. Hem portakal elma, armut, karpuz vs. gibi ısırılarak yenmez. Etrafa dökülür. Hele bir toplum içinde hiç yenmez. Bakıyoruz ağzımıza uygun şekilde dilim dilim… Ama limon genelde sıkılarak tüketildiği için öyle çok dilimlemeye müsait değildir mesela. Portakalı yerken yutuyoruz gerisinden haberimiz yok. Ne nereye gidiyor bizim yönetimimizde olmamasından öte haberimiz bile olmuyor. Oysa C Vitamininden öte ne çok faydalarını olduğunu okuyoruz. Sonra görece kalın kabuğunun kışın yetişen ve tüketilen portakal için süper bi yalıtım ambalajı olduğu görülecektir… (hem bu kabuk da işe yarıyor. Reçeli süper oluyor valla!…) ayrıca istisnalar bir yana yazın kimse portakal yemek istemez… Portakalı kışın yemek isteriz ve portakal kışın vardır. (pek çok sebze-meyve böyle değildir… ) İçindeki vücuda yararlı şeyler de en çok kışın lazımmış…
Şimdiii bu denk gelmeleri, uygunlukları, işe yaramaları neye vereceğiz. Besbelli ki ortada bir şuur söz konusudur. Bir düzenleme, bir düşünüş, bir ayarlama söz konusudur. Bunların hepsine tesadüfen demek komik ve absürt olmaz mı biraz… Çarnaçar bu insan makinesini üreten Biri(cc) ihtiyaçlarını, levazımatını da doğada uygun şekilde üretmiş diyeceğiz… ve Ona teşekkür edeceğiz…
Ya da bebek… Yeni doğduğunda, 1 saat yaşındayken neler yapabilir ki o bebek? Gözü yok, dişi yok, eli var ama işlemiyor, aklı da öyle. Ama ona çok şey lazım: gıda, sıcaklık, hijyen ve sevgi! vs… yapabildiği basit ama hayatını kurtaran bir eylem var: biraz ağzını açıp emmek… tabi ağlamayı da iyi biliyor:) Hangi annenin haberi var bebeğine verdiği tam uygun sütün içeriğinden?... Üstelik bebeğin gelişimine bağlı olarak vücut yapısına göre anne sütündeki bu duruma paralel şekilde aydan aya olumlu değişim… Gelecekte bebeğe ne lazım olacaksa o maddelerin varlığını şaşkınlıkla süte ay ay konulduğunu öğreniyoruz. Doktorlar say say bitiremiyorlar faydalarını… sonra annelerin o şefkati!... en tembel kadın bile anne olunca adeta insanüstü bir çaba içinde olmuyor mu? Diğer canlılarda da böyle.. Korkak tavuk civcivi için kafasını köpeğe kaptırabiliyor, canavar aslan anne olunca ensesine vur önündekini al bir mülayim olmuyor mu yavrusu için… Demek bebeği yaratan arkasından sütünü gönderiyor. Anneyi sebep yapıyor. Ve maksimum ilgiye muhtaç o yavrular için her türlü canlıya şefkat denen şeyi de veriyor… Onda da canlıların kendi şuuruna emanet etmiyor zavallı minikleri…
İşte burada da bi düzenleme, bi düşünüş, bi tedbir söz konusudur. Verdiği sütün farkında olmayan anneler bunca işi ayarlayamayacağına göre… (arife fazla söz olmaz:) )
Bunlardan anlaşılacağı üzere kâinat Allahın ayrı ayetleridir. Kâinat Allahın insanı muhatap kabul ederek ona kendini anlatması, tanıtmasıdır. Kâinat Allahın kendini ifade etmesidir. Tanımadığımızı sevemeyiz… Çevrenizdeki en sevdiklerinizi düşünün… Onları iyi tanıdığınız için sevmiyor musunuz? O’nu layıkıyla sevememizin nedeni tanımama tembelliğimiz ve basitliğimizdir.
Peki neden kolayca her şeyi fark edemiyoruz?
Bunu rahatlıkla anlayamamızın tüm etkilerden arınık şekilde düşünemememizdir. Ta çocukluğumuzdan getirdiğimiz alışılmışlık tortuları var. Fark etme isteksizliği var… Buna dini literatürde “gaflet” deniyor. Malum herkesin kıymete karşı duyargaları açık olamıyor. Çok kimse bile bile vasata, kalitesizliğe razı olabiliyor… Mesela şimdi bi yerde yumurta ağacı olduğunu duysak çok şaşırırız. Ama bi 70 yıl sonra falan artık kimse şaşırmaz diye tahmin ediyorum. Biz de küçüklüğümüzden beri görmüş olsaydık bize de sıradan gelirdi yumurta ağacı. Tıpkı diğer ağaçlarda şimdi olduğu gibi…
Altı parmaklı bir insana hayret ederken beş parmaklı insanlarda parmakların ergonomik işlevselliği, maksimum işe yararlığının gözetilmiş olmasına hayret edecek yetkinlikten uzağız. Bu dağda yaşayan bir bedevinin bin terabytelik bir harddiske hayret edebilmesinden uzak olması gibi bi şey…
Hem hayatta mutlak adalet de tecelli etmiyor, edemiyor. Mesela aynı devirde yaşamış, koca dünyaya 46 yıl hükmetmiş Kanuni ile ihtiyarlayıncaya kadar 30 yıl karanlık ve pis bir gemi bodrumundaki kürek mahkûmu… O da insan bu da insan… Biri şehzade olarak doğmuş diğeri ülkesi için savaşırken esir düşmüş… E herkesi padişah da yapamayız. İnsanoğlu bütün imkânlarını seferber edip ne kadar uğraşsa da yine insanlar arasındaki imkân dengesizliğini gideremez. Bi yerlerde nispeten mahrumiyet içindekilerin varlığı kaçınılmazdır. Kaldı ki diğer canlılar arasında da bu türden durumlar var. Demek dengeleme, mutlak adalet ve herkesin rızası için ikinci bir hayat yani bir telafi diyarı şart.
Dünyanın dizaynı, insanın mahiyeti yaşamın salt yaşam için olmadığını gösterir. Dünya sırf yaşamak için olmadığına delil; gelenlerin gitmesi, gençlerin ihtiyarlaşması, hastalıklar, ölüme bağlı zorunlu ayrılıklar denebilir. “Her yaşın güzelliği vardır” avuntusu ve tesellisine de inanmam… Gençlik gibisi var mı? Bir kere yaşadığımız bu gençliğin hiç bitmeyeceği bir şekli şart.
Ve evet sırf yaşamak için yaşayamayız. Anlamakla, düşünmekle yükümlüyüz. “Mal olmayıp” maldan anlamakla sorumluyuz:) Gözümüzü açmalıyız. O bizden hep ibadet istemiyor. Farkındalık sayesinde ibadete dönüşebilen keyifli bir hayat gaye… Zaten gerçek mutluluk da burada. Yoksa gelişmiş ülkelerde her şeyi elde etmiş kişilerin intihar oranı yüksek olmazdı…
Biz yaşlanıp ölmek için yaratılmadık. Olgunlaşarak ebedi bir hayata layık olabilmek için yaratıldık.
Anlayabilene…
YORUMLAR
yazınız yine çok güzeldi tabii ki anlayanlara bende sizin fikirlerinize katılıyorum bu hayatta çok acılar sıkıntılar çektiysen elbet başka bir hayatında bunun karşılığını karmandan dolayı göreceksindir ama gençliğin en güzel bir zaman olduğunu söylemeniz içimi yaktı haklısınız tabii ki öyledir ama ben 26 yaşında üstteğmen tabip yavrumu kendimin yaptığı trafik kazasında kaybettim cenneti de cehennemi de bu dünyada gördüm sizi kutlarım arkadaşım mutlulukla kalın