KIRILASI AYNALAR
Bir bardak soğuk su ,senin için gibi.Gırtlağımı yakan su mideme inerken yine aklımda sen
vardın. Sadece aklımda mı tüm benliğimde.8 gündür hep aynı hayatı yaşıyordum, 8 gün dışarı
çıkmamış; bütün gün vakitleri öldürüyordum ağlamakla. Peki ya sen , tüm bunlardan haberdar
mıydın? Belki de. Benim gibi miydin yoksa çoktan yeni hayatlar mı yaşamaya başlamıştın.
Gittiğin o 8 günden beri hangi yeni korkular girmişti hayatına ya da hangi yeni seviçler.
Bırakıp gitmek yani yaralar açmış mıydı derinlerinde? Bilmiyorum ama; ben de tedavisi
olmayan hastalıklar doğmuştu. Sevinçlerim kanser, ümitlerim bir vebayla kıvranıyordu.
Seni düşünerek geçtim mutfaktan salona. Antredeki aynaya bakmadım, 8 gündür olduğu
gibi. Oysa ki ordan her geçtiğimde gayri ihtiyarı bakardım. Beğenme beğenilme düşüncesiyle
çünkü; sen vardın. Senin için bakardım aynaya, anlamını öyle kazanırdı bakmak. Ben
değildim orada görünen senin için bakılan bir benlik vardı. Yıllarca hep seninle bu evde, iki
kişilik tek bir ruhla bakmıştım ya, öyle seyretmiştim kendimi. Ama artık ne önemi vardı ki?
Anlamsızdı bakmak aynalara. Orda göreceğim saf benimden başka bir şey değildi. Biliyorum
saçlarım karışmış, gözlerim kançanağı, burnum kızarmıştır. Şimdi gerçekten kendimdim, tüm
bağlarımdan ayrılmış, tüm sahipliklerimden sahipsizdim. Ama bakamadım işte, sahipsiz aldı
ayna.
Ne garipti. Bu ev sanki en başından beri iki kişi için yapılmıştı. Bu evi yıllar önce almış ve
bana hediye etmiştin. Zaten bizden önce de kimse yaşamamıştı bu evde. 5 yıl boyunca iki
kişilik tek bir ruh yaşamıştı bu evde. İki ses, iki yürek, iki beden ama tek ruh. Hep böyle
kalmalıydı; iki kişilik. 3 kişilik değil tek kişilik de değil yalnızca iki kişi. Oysa bir haftadan
beri hayır tam olarak 8 günden beri tek kişi yaşıyordu, tabi yaşamak denirse. Şüphesiz
fazlaydım artık bu evde. Sen gittiğinden beri birine aitti ama o biri fazla geliyordu artık. Zaten
yokluğunun dördüncü günü satışa çıkamıştım. Ayna gibi ev de kimliksiz kalmıştı.
Ellerimin arasına aldım başımı. Ağlamaktan başım ağrımıştı. Sen ne yapıyordun şimdi
diye düşündüm sonra vazgeçtim bu düşüncemden. Demek yaşamayı beceriyordun bensiz. O
halde ben de sensiz yaşayabilirdim. Varsın dünya bir labirent olsundu hiç çıkamasamda,
varsın insan insanın kurdu olsun, ayakta kalabilirim diye geçirdim içimden. Her ne kadar
yalnız ayağa kalkmayı hiç denememiş olsam da.
8 gün öncesin hatırladım.Yayınevinden geldiğimde kitaplığın şiir kitapları olan bölümnde
o beyaz kağıdı gördüğüm anı hatırladım. Sahi neden oraya koydun ki, konulası yerler varken.
Beyaz değil kırmızı bir kağıda yazmalıydın ayrıca vedanın delilini. Ateş kırmızısı, kan
kırmızısı, terk etme kırmızı... Bu beyaz sayfa böylesi bir suç için çok masumdu, yakışmıyordu
‘olmuyor, yapamıyorum,’ ve ‘gitmeliyim’ sözcükleri bu saflığa. Bu kadar basit miydi?
Basitmiş demek.
Elbette gidebilirdin. Ben seni hiç zincir altına almadım biliyorsun. Hep özgürdün,
sonsuzluğuna kilit vurmamıştım ki. Gidebilirdin elbet ama; gidebilmeyi ne zaman
öğrendin.Bu kelime ne zamandan beri zihninde yer ediyordu. Bensizliği öğrendin demek, iki
kişilik tek ruh değil tek kişilik tek ruh olma suçunu ne zaman yazdın düşüncelerine. Demek
uzun zaman bununla uğraştın; şüphesiz uzun zaman gerekliydi. Başardın da, gidiyorum
diyebildiysen başardın demektir. Gitmek öğrenilirmiş, alıştıklarımız, kopmaz parçalarımız
gün gelir koparmış demek. Adem bile yitirdiyse parçasını, herkes yitirebilir parçasını. Sende
yaptın bunu, öğrendin bensizliği, gözlerimden son damlayı silerken bunları düşündüm işte.
Ben sen değil miydim, sen de ben. Alıştıysan bensizliğe, ben de sensizliğe alışabilirim.
Aynıydık biz, aynı acılara üzülen, aynı sevinçlere ağlayan, aynı anda korkulara kapılan.
Madem böyle yalın bir ikizlik vardı ruhlarımızda, senin yaptığını ben de yapabilirim.
Kimseye hitap etmeden okuyabilirim şiirlerimi, yemeğin tuzunu kaçırdığımda tek başıma
ekşitebilirim yüzümü, bir omuzda değil de yastığa koyup başımı uyuyabilirim. Sen yaptıysan
8 gündür ben de yapabilirim, dedim yapamayacağımı bilerek.
Peki ya ilk yazılarımı kime okuyacaktım. Sen tek otoritemdin. Sen beğenmezsen yakılırdı
o şiirler. Senin sesinden duymadıkça anlam kazanmazdı ki. Bir şeyi beğenmezsen eğer ben de
sonradan anlardım iyi olmadığını. Kim yazdıklarımı beğenmeyecekti şimdi, kim üzerini
karalayacak, buruşturup çöpe fırlatacaktı. Eğer yazılarımı okumadan durabildiysen 8 gün, ben
de yeni yazılarımı sana okutmadan beğenebilirim.
Aklıma ne geldi biliyor musun?Neden ben gitmeyi, başımı alıp kaygısız uzaklara yitip
gitmeyi hiç düşünmedim. Bir adım öndesin benden. Sen düşündün bunu, hem alıştırdın
kendini, hem öğrendin. Yine yapamadıklarımı yaptın. Takdir ettim seni doğrusu;
düşüncelerine yeni bir boyut kattığın, düşlerine bir farklılık getirdiğin için. Oysa ben hiç
düşünmedim bunu. Aklımın kıyılarında ki tek bir zerreye dahi getirmedim. Neler
düşünmüştün öyle; düşüncelerin de yabancılaşmıştı demek.
İşte; korkularıma ağlıyordum. Tek başıma ayakta duramayacağımı bildiğim için
ağlıyordum. 5 senedir sana bağlanmıştım. Hayata tutunurcasına sımsıkı, parmaklara yapışan
bebekler gibi. Ya senden öncesi neydi? Hatırlamıyorum. 29 senelik hayat kitabımı senle
geçen 5 yıl doldurmuştu. Ondan öncesi yazılmamıştı bu kitaba, kayda geçmemişti. Ama şimdi
başlamak zamanıydı. Yeni kitaplar yazmak, yeni kayıtlar tutabilmek zamanıydı. 29 senelik bu
kitaba yeni başlangıçlar girmeliydi artık. Ama işte asıl mesele başlayabilmekti. Bilirsin
şiirlerimin ilk kelimelerini günlerce yazamadığım olmuştu. Şimdi ilk lâfızı nasıl yazacaktım.
Yazamıyordum ki. ‘Oku’ gibi üç harflik girişler yapamıyordum. 8 gündür bir ârafta
yaşıyordum ama çıkmak lazımdı. İlk olarak da o aynaya bakmalı sonra paramparça
edilmeliydi. Ardından bu evden gitmeli, eve başkalarını alıştırmalıydı.
Kalktım ve aynaya yöneldim. Bakabilecek miydim sensiz. Senden arınmış bir şekilde
yalnız kendi benliğimle. Yeni yazgımı yaşamaya doğru yürüdüm. Gölgemi gördüm ilk,
derken irkildim birden kapı çalıyordu.
Aynaya mı bakmalı, kapımyı mı açmalıydım. Bir kaç saniye sonra aynaya bakamadan
kapıya yöneldim. Açtım sendin, gelen sendin. Başın öne eğik, elin duvara dayalı bir halde;
‘Yapamadım, affet’ dedin. Demek başaramamıştın bensizliği, denemiş ama başaramamıştın.
Benim gibi bir ârafta yaşamıştın 8 gün. Demek yeni yazgılar yazılmamıştı. İçeri girdin,
beraber yürürken salona doğru, ancak o zaman aynaya bakabilmiştim.
YORUMLAR
Hmm... Sonunda gelmiş, ama yazının 'rengine' bakılırsa, final yine de soru işareti tadında bitmiş sanki... Gelen gelmiş belki, ama yeni soru işaretleriyle gelmiş olabilir mi... Veya terk edilenin ruhunda 8 günlük deprem, onarılması çok güç kırıklar mı oluşturmuş... Belki biri, belki hiçbiri... Teşekkür...