- 736 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Adrenalin (2)
“ Her şey biter,gençlik güzellik,mutluluk ve bir gün öykü de .”
Başını yere eğmişti. Ancak burnunun ucunu görebiliyordum. Bir ara soğuk bir havada üşümüşçesine titredi. Titremenin hemen ardından gözlerime baktı. Yüzü solgundu. Başını yeniden öne eğdi. O soğuklarda orada burada gezişlerimizin sonucu işte hasta olmuştu.
-Ne oldu, yoksa kendini iyi hissetmiyor musun ?
Gerçi bunu sorarken korkularının üzerine gidiyordum. Alacağım yanıtta belki dudaklarından çıkmasını istemediğim sözcükleri duyacak ama sonunda üzülsem de gerçeklerle yüzleşecektim. Bunu hissediyordum.
Müge başını yavaşça kaldırdı. Gözlerime baktı. Yüzü, içerinin loş ışığında ve pencerenin içeri aldığı karanlıkta kararmıştı. Ama bu kararmada başka bir neden daha vardı. Gözleri bir kararın habercisiydi. Tüm yaşamımda insanların önemli kararlar alırken ya da kararlarını karşısındakine söylerken yüzüne takındıkları bu söylediklerim önemli görünüşüyle kim bilir kaç kez karşılaşmıştım. Saçlarını düzeltmek istiyordum. Bir kaç saattir öpüşmelerden dağılmış olan kırlaşmış,biraz da kıvırcığa yakın olan saçlarımı nedenini bilmeden düzeltmeye çalışıyordum .
-Kızına ne diyeceğim...Bir gün karşıma geçip de yaşadıklarımızı ya da yaşayacaklarımızı öğrenip sorgularsa ona ne diyeceğim... .
Dinliyordum. Bu konuşmanın neye varacağını merak ediyordum ama sonunun iyi bitmeyeceğini de seziyordum.
-Artık beni arama .Ben de seni aramayacağım... bitire ... Sözünü henüz tamamlamadan konuşmasını kestim:
-Bunu bir kez daha denemiştin .O gün benim ne durum da olduğumu anlamadın mı?Bir daha deneme lütfen . Bana söz verdin. Bir daha bana bu konuda bir şey söylemeyecektin.
Yalvarır gibi bir ses tonuyla ısrarcıydı.
-Ama bitmesi gerek. Bir gün nasıl olsa bitmeyecek mi?
İçimde isyan duyguları başlıyordu. Ben bu “bitirme” gerekçesindeki mantığın yanlış olduğunu düşünüyordum.
- Biz birlikte bir öykü kurguladık , kahramanlarına bir yaşam sunduk, Onlar birbiriyle tanıştırdık , bir aşk yaşattık. Öykü henüz gelişme bölümünde . Daha bunun düğümleri, çözümleri için erken. Ama sen bu öykünün hemen sonucuna gelmek istiyorsun. O zaman bu bir öykü olmaz. Bu aşk öyküsü burada bitmemeli, bitemez.
Konuşmamın her sesinde bir titreyiş olduğunu, sözcüklerimin boğazımı adeta boğduğunu hissediyordum.
-Bitmeli. Çünkü bu öykünün başlangıcını sen yirmi iki yıl önce yapmıştın. Şimdi burada da bitirmelisin. Okuyucu bizi anlayacak. Bizim sorumluluklarımız olduğunu, eşlerimiz olduğunu biliyor. Bize hak verecek inan bana...
Sözlerinden bana gün geçtikçe bağlandığının ve bir gün benden vazgeçemeyeceğinin korkuların duyduğunu düşündüm.” Keşke diyordum, keşke..”
İçimdeki çiçekler kuruyordu. Şimdi şu an içimde bu soğuk konuşmalardan bir buzlanma oluşuyordu.. Yaşamın kar ve tipisi birdenbire bastırmış ve ben bu tipide donuyordum. İçime sardığım kiraz dalı da benimle birlikte donuyordu.Yaşamımın baharını yitirdiği an açıvermiştin .Ben bu kiraz dalını öperek koklayarak, onunla yaşama bağlanacaktım. Ama şimdi yağan kar kiraz dalını üşüttü. Kiraz ağacının çiçekleri tek tek dökülüyor. Karda kiraz çiçeği döküldü. Kaybetmek istemediğim bu genç kadını, yaşamımın son akşam güzelliğini, tüm gücümle tutuyor bırakmak istemiyordum. Ben sımsıkı tuttukça kiraz dalı donmaya başlayan elimden kabuklarından soyularak kayıyordu.
-Bitmeyecek.
“Hayır “dercesine başımı iki tarafa sallıyordum. “ Kahveni bitir !” dedi.
Konuşmayı fazla uzatmak istemiyordu. Gidecekti. Oysa benim ona anlatacağım o kadar çok şey vardı ki. Kahvem acı ve soğuktu. O dediği için içtim. Nasıl dışarı çıktığımızı anımsamıyordum. Yürüyorduk.
-Eğer sen aramazsan ve ben bir yerlerde olacaksam o yer hep senin çevrende bir yer olacak. Nereye bakarsan bil ki ben oradayım.
Müge ,birkaç adım ilerleyip birisini arar gibi çevreye baktı.Tekrar yanıma gelerek yanaklarımdan öpüp “Hoşça kal.”dedi . “Hoşça kal “dedim.
Artık yolda yürümüyordum. Ayaklarım, sanki bedenimi bir polisin eylemciyi tutuklayıp araca götürmek istemesindeki direnişi gibi asla gitmek istemiyordu... Birkaç adım attıktan sonra onun tekrar dönüp arkamdan koşacağını, bana sesleneceğini ,benim de ona hızla koşacağımı,bütün gücümle ona sarılacağımı düşünüyordum.Düşünmüyor inanıyordum,inanmak istiyordum. Hatta bir ara bana sesleniyor sanıp geriye döndüm. Ama arkamdakiler yalnızca Ankara’nın o Kızılay’ında akşamın bu saatlerinde bile gidip gelmeleri hiç bitmek bilmeyen kalabalığından başkası değilldi.
Arabamı güçlükle buldum. Tam çalıştırırken onun oturduğu yerde gülü gördüm. Kırmızı gül. “Güller asla onun elinde kurumadı.” dedim içimden. O soğukta üşüyüp elimde gülümün kaldığı cumartesiyi anımsadım. Şimdi bu gülü sunmuştum ama o, bu akşam gülü bilerek bırakmıştı. Oysa bu sabah ne güzel başlamıştı. Hiçbir akşam hiçbir zaman bana bu kadar yırtıcı gelmemişti. Hiç bir sabahla akşam bu kadar çelişkili olamazdı ;ama olmuştu işte.
Daha bu acı gecenin yaşanmadığı üç gün öncesiydi. Yüreğim sevinçle doluyordu. Henüz “Bitirelim .”sözcüğünün sese dönüşmediği o sabah görmüştüm onu. “ Seni götüreyim.”dedim. Beklemişti.
Asfalt sanki altımızda akıyor gibiydi. Ne zamandır gidip gelmeme karşın yolun bu kadar hızlı bir biçimde bittiği olmamıştı. Oysa benim hiç acelem yoktu. Zaman hiç bitmesin, yol hiç tükenmesin istiyordum. Altımızdaki yolun gökyüzüne doğru gitmesini, bizim yalnızca bizim olan bir gökyüzü noktasında durarak orada aşkımızın sessizliğinin ve görkemli mutluluğunu duymak istiyordum.
-Hemen eve mi gideceksin? Benim ki de soru mu ,elbette gideceksin. Çünkü hastasın. Gidip dinlenmen gerekiyor. Ama unutma gününün birini tamamıyla bana verecektin,sözün vardı.
- Hayır,eve gitmek istemiyorum.
-O zaman birlikte olalım, yeni aldığım evi göstermemi ister misin?
“ Evet .”dedi .
Onu bir damadın gelini kollarına alması gibi kucağıma alarak kapıdan içeri girdim.
“Çılgınsın sen “ dedi . Odaları gezdik. Havasızlıktan ve sıcaktan bir koku yayılmıştı odaya. O odaları tahmin etmeye çalıştı. " Burası yatak odası olmalı” dedi. “Burası da oturma odasıdır. “
Pencereleri perdesiz odaları bir kelebek gibi oradan oraya dolaştı durdu.
-Çok şirin !
Sonra bir odanın dolabına geçti oraya oturmaya çalıştı. Gidip ona sarıldım. Müge, pantolon giymişti. Ben ayakta o, oturmuş durumda bacaklarının arasında duruyordum Müge kollarını boynuma sarmıştı. Onu öptüm. İçimdeki ateş ona sahip olmak isteğiyle doluyordu. Dudaklarının ince ve küçük pembeliğine kapılmıştım.,o dudakları bırakmak istemiyordum. Müge hasta olmasına karşın benim öpüşmelerime karşılık veriyordu. Fakat benim daha ileri gitmeme bir genç kız gibi karşı koyuyordu. Bunu benim de istemediğimi inanıyordu. Çünkü ilk buluşmalarımızda kulaklarımı büyük bir ateşle öpüyor,yavaşça kulağıma “ Seni istiyorum., seni istiyorum.” diyor, bense bu ateşli isteğe karşı direniyordum.“Seni ben de istiyorum. O zaman bendeki bu ateşli aşk ,bu çılgın aşk sönecek diye korkuyorum. Sen ulaşılması kolay olmayan bir değer olmalısın .”demiştim.
Sonraları bu yanan ateş hep yarım bırakılmış ve böylece aşkın gittikçe artmasına neden olmuştu. Ama bu defa burada onu istiyordum.
Boş olan bu evde ne uzanacak ne de oturacak bir eşya vardı. Müge , parke üzerine uzandı. Dizlerini arabada olduğu gibi karnına doğru çekerek kollarını bir yastık gibi başının altına aldı. Bu şekilde yatmaktan hoşlandığını düşündüm. Ayakta onu izledim. Bu yere uzanıp yatışı bir bebeğin ana karnında toplandığı gibi görülüyor ve bu bende onun bebek saflığında bir genç kadın olduğunu düşündürüyordu. Ceketimi ve kravatımı çıkardım. Sırtımı duvara dayayarak,onun başını dizime koydum. Onun saçlarını okşadım. Uyuyor gibiydi. yüzünde içinde bulunduğu durumdan mutlu olduğunun esinliği vardı. Bu mutlu yüzde onun babasını düşündüm. Kim bilir kaç kez onun başını dizine yaslayarak saçlarını okşamıştı. Müge ,belki de o günlere dönmenin mutluluğundaydı. Benimle onun arasında bir köprü kuruyor, benimle geçmişin çocukluk günlerine dönüyordu belki. Eğilip saçlarından öptüm. Yine burnuma bahar kokuları doluştu. Kasımpatıları öpüyordum. Genç kadının yüzüne baktım. İçime engel olamayacağım biçimde onu öpme isteği uyandı. Eğilmeye çalıştım. Ama yaşamın karnıma getirip bir bıçak gibi sapladığı küçük göbeğim buna engel oluyordu. Eğilemedim. Bir süre öylece kaldık. Sonra ayağa kalktı bende peşinden.. Pantolonun toz olan yerlerini temizlemeye çalışıyordu. Pencereye doğru gitti ve dışarıyı izliyordu. Ya da izlemiş görünüyordu. Onun yanına giderek arkasından sarıldım. Öylece neye baktığımızı bilmeden pencereden dışarı bakmıştık. Karşıda ne bir insan ne de bir ev vardı. Müge yüzünü döndü. Onu öptüm.
“Seni artık aramayacağım. “dedi. Ben ne olduğunu anlamamıştım.
-Ne diyorsun sen? Ne oldu ? Ne yaptım şimdi ben?
Şaşkın bir durumdaydım. Birdenbire aldığı bu karara sorular yağdırıyordum. Yüzünde şaka yaptığının izlerini taşıyacak bir tebessüm arıyordum. Yoktu.
-Bir daha böyle bir şey söyleme. Beni üzme ne olursun.
-Beni hiç anlayamayacaksın değil mi...Peki. Bir daha asla söylemeyeceğim. Bir daha asla bunu duymayacaksın .
Onun bu son söylediği sözden kuşku duydum. Bu konuşmadan “bir daha aramayacağım için bir daha asla söylemeyeceğim” anlamı da çıkıyordu.
Evden çıktık. Arabada aşık iki kişinin kavgalarının verdiği bir suskunluk var gibiydi. Makyaj yapıyordu. “Arabayı çukurlara sürmek zorunda mısın ?” diyerek bana çıkıştı.
İşte bu sabahın o dip ışıkları giderken şimdi akşamın ilk saatlerinde olmamıza karşın kışın erken çöken karanlığıyla adının “Hayal” olduğunu öğrendiğim Konur Sokaktaki kafeteryadaydık. Bu karanlığın beni diğer insanlara göre iki kat daha fazla sarıp boğazımı sıkacak kadar kararacağını da henüz bilemiyordum. Çünkü henüz akşamın çirkinleşmemiş saatleriydi. Çünkü kollarımdan kiraz çiçeğim bana henüz sımsıkı sarılıyor ve henüz aşk dolu saatlerle başlayan bu sabah “Hayal” adlı bu yerde “Bitirelim.”le sonuçlanmamıştı.
Arabaya geldiğimde onun oturduğu yerde soğuktan kararmış gülü gördüm. Ona acımıştım. Aşık olduğum kız için dalından koparak gelen ve onun ellerinde solmak isteyen bu gül, öylece bir kenara atılı kalmıştı. O ,bu haliyle bana benziyordu. Gülü Müge’ye uzattığım yerde o bu güle teşekkür etmişti. Çiftliğin o aşık dolu köşelerinden her zaman eksik olmayan sevdalılar bu gün yerini bizim aşkımız için bırakıp gitmişlerdi.
-Bu kez sana ben yemek ısmarlayacağım .
Atatürk Orman Çiftliği’ne gelmiştik . Kokoreç yemek istedi. Bu sonbaharın kışa çalan günlerinde güneş ancak insanı üşütmeyecek kadardı. Dışarı oturduk. Kokoreçlerin parasını kasiyere verdi. Masaya oturmuş , ekmek arası kokoreçleri iştahla yiyorduk. Yanımıza bir yavru kedi geldi. Ekmeklerimizin ucundan ona verdik.
Kokoreçlerimiz bitmişti. Kalktık. Yemek yediğimiz yerin kenarında yüksekçe bir sehpa üzerine kurulu büyük bir televizyon ekranında bir sarışın kadın kıvırtarak İngilizce şarkı söylüyordu. Yürürken Müge ona bakarak :
-Güzelim benim ! Şunun oynayışına bak, insanı baştan çıkarıyor, benim bile onunla yatacağım geliyor.
Tam olarak anlayamadığım bir konuşmaydı bu. Bendeki şaşkınlığa bakarak:
-Kocamla evlendiğimiz gün nikah zamanı kocam bir genç kızın bacaklarına baktı. şaşırmıştım. Oysa benim de bacaklarıma güvenecek kadar güzel olduğunu biliyorum. Ama önemli değildi bu. Ben de güzel birisini gördüğüm zaman bakarım.
Müge, benim kuşağın insanı değildi. Benim kuşağımda kızlar bu derece içinden geçenleri söyleyemeyecek kadar utangaçtı. Ama şimdi bu kuşak artık yüreğini ortaya koymayı, içinden geçeni olduğu gibi dışa vurmayı, hoşuna giden birisine gidip arkadaşlık önermeyi çekinmeksizin yapabiliyordu. Bu aşık olduğum kızda şaşırmadığım bir an bile yoktu. Cinsel konuları rahatlıkla söyleyebiliyor, cinsellikteki fantezilerini ,değişik biçimlerde zevk alış yollarını her şeyi ama her şeyi anlatabiliyordu. Bütün bunlar bende genç olmanın özellikle günümüz genci olmanın ne kadar güzel olduğunu düşündürüyordum. Ben de genç olmak istiyordum. Bu gençler gibi içimden geçenleri bir başkasına olduğu gibi aktarabilmeliydim. Toplumun ayıplayacağı korkusu ile yıllarca baskı altında tuttuğum içdünyamdaki aykırılıkları haykırmak, utanç duvarını yıkmak böylece herkese duyurmak istiyordum. Bizim kuşağı yetiştiren toplum, bu konudaki özgürlüğümüzü de elimizden almıştı. Ne zaman duygularımdaki çalkantıları dışavurmaya çalışsam sözcükler boğazımda düğümleniyordu. Oysa Müge,kendi kuşağının çok iyi bir örneğiydi. Gençliğimizden bu yana geçen yıllarda ne çok kültürel değişimler olmuşsa tümü onun aracılığıyla bana görünür oldu. Bunu burada şu an daha iyi anlayabiliyordum. Sevişmelere doymadığını söylemesi, çoğunlukla eşine, kendisinin sevişme isteminde bulunduğunu anlatması, daha nicelerini çekinmeden söylemesi bunun apaçık kanıtlarıydı.
Bir kez de” Çıplak yatmaktan çok hoşlanırım.”demişti. Çiftlikte bu şarkıcı kadınla başlayan konuşmalar, genç kadının bedensel duyumundaki istekliliği, bütün çıplaklığıyla ortaya koyuyordu.
Müge, belki de tanışdığım günlerde bu merak ettiği, beğendiği romantik serserisiyle yani benimle merakını giderecek ve sonra yine hiçbir şey olmamış gibi kendi dünyasında Amerika’yı keşfetmeye devam edecekti. O hep aşktan korkuyordu. Çünkü önüne geçemeyeceği bir aşk yüzünden tüm yaşamı değişebilirdi. Benim kendisine sunduğum yüreğimi yalnızca bir kısa aşk için değil tüm yaşamımı verebileceğimi anlamıştı. İşte bu gerçek onu korkutuyordu . Onun son günlerde isyan etmiş gibi sık sık yinelediği “Beni anlamıyorsun . “ sözü bu olsa gerekti.
-Kocamın kollarında seni düşünüyorum . O zaman kendimi bir sürtük gibi görüyorum. Ona ustaca yalan söylüyorum. Yüreğim bölüşmelerle bölünüyor. Yalnız yüreğim değil,usum,tüm bedenim ikiye bölünüyor. Nazım değil miydi yarin yanağından gayrı diyen... madem ki yarın yanağı bölüşülemez; biz de bitirelim artık...
Bölüşmenin, paylaşmanın bu yönünü düşünmüyordum. Aslında düşünürdüm ama bu yaşamımın en güzel günleri için kendimi paylaşmayla ilgili yargılayamazdım. Yargılamadım da. Dün ve bugün, “Yaşasın hakça paylaşım!” diyerek sokaklarda bağırışlarım bu tür ilişkiler içinde eriyip gitmedi mi? Halkça paylaşımın olacağı bir sistemin kıyısında gezip ve onu benimsemiş olan çoğumuz, aşk karşısında çözülmüyor muyuz?
Kendimi yargılayamadım. Çünkü yüreğine. söz geçiremiyordum. Ne zaman arasa ona “yok” diyemiyordum. Biliyordum ki kanatlarım olsa tıpkı onun da yapacağını bildiğim gibi uçup gelecektim. Müge:
- Yasak bir aşk... Aşk-ı Memnu bizimki .
-Yasakları koyan nedir?Kimdir?”.Özgürlük ... insanlar, özgürlük gerçeğini tartışıyorlar. Ama özgürlükler de her toplumun değerlerinde biçimleniyor. 21. yüzyılın değeri aşk için özgürlüğü bize dayattığı zaman özgürlük yeni biçimde yine dayatma olarak çıkıyor. Bence özgürlük dayatmasız bir yaşam olmalıdır. Baskılara karşı toplum özgürlük ister. Birey toplumun baskılarına karşı özgürlük ister. Aşk da bireylerin ve onun oluşturduğu toplumun kendi koydukları ahlaksal yargılamalara karşı özgürlük isteyemez mi? Yürek ikiye bölünmez diyorlar. Düşünleri teke indirmek gerçeği inkar değil midir. Hangi insan tek şey düşünebilir ?
Bencilliğimene çök kılıf hazırlamıştım. hepsi boşunaydı . Gitmişti. Elimde kalan gülümle kurumalıydım. Bu güzel rüyadan uyanmanın sıkıntısnadayda evdeydim yine. Odama kapanıp yaşlanmaya hazırdım artık...
Sait Açıkgöz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.