- 3020 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR DOSTA MEKTUP YAZMAK İSTEDİM
Sevgili Ahmet AVCI,
Paylaştığınız kıssadan hikayeyi okurken aldığım keyfi anlatamam. Yüksek sesle ikinci defa okudum. Hani çok leziz bir yemek yersiniz de doyamazsınız, işte öyle bir tat idi. Okurken, belleğimin arşivinden benzer hikayeler "bir bir" dökülüverdi. Ve her birinde aynı hatalarımız vardı, yani eşdeğerde kıssadan hisselerdi. Bu durum oldukça düşündürdü beni. Gülümseten hikayelerdi. İşte bir tanesi;
"Yurt dışında ilahiyat okuyan bir Türk son sınıfta hocasının "bu dersi mutlaka okumalısın çünkü Türkiye gibi müslüman bir Ülkede ’İslamda Siyaset şarttır’ demiş. Ama bizim Türk, vatan özlemi ile bu dersi almanın gerekli olmadığını düşünmüş. Çünkü Laik bir ülkede yaşadığını çok iyi biliyormuş. Yurada döndüğünde herhangi bir camiye gidip namazını kılmış. Hocanın vaazını dinlemiş. Bakmış ki, hoca yalan/yanlış fetvalar vermekte, dayanamamış ve almış olduğu yüksek İslam bilgilerini paylaşmak istemiş.
"Eyy, cemaat, bu hoca yanlış biliyor, doğru söylemiyor. Doğrusu Kuran’da yazılıdır. Çünkü peygamberimiz, ’Emin olmadığınız imamın ardında durmayınız’ hadisini okudum. Eğer bu hocaya inanırsanız yeriniz cennet değil cehennem olacaktır."
Yüksek sesle karşı çıkmış. Camide bir sessizlik olmuş, halk bir hocaya bir aralarındaki bu yeni yabancıya baka durunca, hoca da rahat durmaz tabi... Hoca o malum işaret parmağını şiddetle gösterip;
"Kafire gerekeni yapın, dinimize nifak sokmuştur! Cehennemliktir. Her kim bir kafiri döverse yeri cennetliktir!" gibi sözler ile cemaati kışkırtmış.
"Vay efendim bunu bizim hocamıza nasıl dersin?"
Bizim aydın ve bilinçli Türk insanını yaka paça, al aşağı etmişler. Bir güzel dövüp, kemiklerini kırmışlar. Kan revan içinde kalan adam, ülkesindeki bu ilk deneyiminde hocasını dinlemediğine pişman olmuş. İyileştikten sonra varmış ilahiyat fakültesine ve "İslamda Siyaset" dersini bir sene okumuş.
Yine o cami ve yine o hocanın vaazını dinlemiş. Değişen bir şey yok. Yine cahil halk ve yine uydurma dini fetvalar.
"Deprem olunca öküz başını sallarmış, bir saç teli yüzlerce zina..." gibi kendince söylevleri dinlemiş sabırla. Hocanın sözleri bitince seslenmiş cemaate ve hocaya:
"Eyy, cemaat bu hoca öyle bir hoca ki, her söylediği söz doğrudur ve her kim bu hocanın bir saç telini elde ederse cennete gidecektir."
Cemaat hocanın bir saç telini elde etmek için üzerine üşüşmüşler. Bu kez de hoca kalmış kan revam içinde.
Gülümseten ve düşündüren fıkra belleğimin çekmecesinden çıkınca, sizin araştırma yazınız, "Menemen Olayları ve Kubilay" adlı yazınızı anımsadım. Fıkra gerçek olmamış mıydı?
Aklıma hemen şu soru geliverdi.
"Osmanlı’nın genlerini taşıyoruz. Türklerin genlerini taşıyoruz. Genlerimizde arızalı olan ’algılama’ geni, nesilden nesile geçiyor. Biz ’hasta adam’ etiketinden kurtulma gibi bir lüksümüz olmayacak mı?"
Ee, peki böyle bir durum tüm gerçekliği ile dururken karşımızda, günümüzde gelişen toplumsal hatalarımız, yanılgılarla, hayal kırıkıkları ile, başarısızlıklar ile dağılmış bir ruh hali içinde TÜRK insanı bu durumdan nasıl kurtulabilir?"
Asıl buna bir çözüm bulmalıyız.
Anımsarsak; yıllar önce Amerikan başkanı Clinton eşini oval ofiste Monica adlı genç bir bayanla aldatmıştı. Hala anımsadıkça gülümseriz, fıkralara konu olan bu aldatma hikayesini. Bilim adamları araştırmış ve çıkan sonuç çok şaşırtıcı. Başkan Clinton’un DNA sında olan "aldatma geni" hasarlıymış. Babasının ve dedesinin genleri incelenmiş, sonuç aynı. Demek ki, nesilden nesile hastalıklı gen taşınmakta, bilgi genlerimizin geçişi gibi...
Ve gen bilimi, yeni doğacak çocukları, henüz rahime düşmeden "hastalıklı geni" alıp yok etmektedir. Örneğin; eğer kanserli bir gen var ise bu gen çıkartılmaktadır. Ne hoş değil mi? İnsan hiç kötü bir hastalığa yakalanmayacak.
Bu gelişen sonuçtan yola çıkarak ben de derim ki; Türk insanı madem hep aynı hataları yapıyor, o halde bilinçli bir "Aile Planlaması" çalışması ile bu geleceğimize taşınmalı.
Sağlıklı, düşünmeyi bilen, doğruları masaya yatıran, kararlı ve gelişen bir Türkiye için bu şart.
Şimdi "bu da nerden çıktı Emine Hanım?" diye soru da aklınıza gelecek. Buna en doğru yanıt "kıssadan hikayeler" değil de, daha bilimsel bir kalemden size örnek vermek isterim.
Yıllar önce, belki de 15-16 sene olmuştur; Cumhuriyet gazetesinde sayın Prof. Özcan Köknel’in bir yazısını okumuştum. Kendileri İ.Ü.Tıp.Fak.Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim görevlisidir. Yazının içeriği oldukça beni etkilemiş hafızalardan asla çıkmayacak bir belge niteliğindedir. Hatta bir ay önce sevgili Profosörümüzle yaptığım telefon görüşmesinde bu yazı ile ilgili yorumlarımı kendilerine de ilettim. Ve
"Hocam izninizle sizin tespit ettiğiniz bu bilimsel gerçeği yazacağım, adınızı belirterek..." diye de izin aldım. Çok sevindi.
Sevgili Profesör Özcan Köknel Hocamıza tedavi için gelen hastaların çoğunda; uykusuzluk, asabilik, gerginlk, sözle ve fiili saldırganlık, kendini ve karşısındakini öldürme isteği, iştahsızlık, halsizllik, anksiyete, öfke, tembellik, unutkanlık, isteksizlik, cinsel aktivite bozuklukları, sürekli buhran, algılama bozuklukları, dikkat dağınıklığı, konsantrasyon bozuklukları,vs, vs...
Rahatızlıklar ve şikayetlerle gelen hastalara konulan teşhis ise, "şizofren, depresyon" gibi psikotik bozukluklarmış. Gerisini anımsadığım kadarıyla hocamızın kaleminden aktaracağım.
"Hastalarım bana bu tür şikayetlerden gelince, kendilerinden kan ve bazı labaratuvar analizleri istedim. Analiz sonuçlarında gördüm ki, hastalarımın çoğunluğuna yanlış teşhis konulmuş ve eksik olan ise B3 VİTAMİNİ idi. Yurdumuzda ilaç ve ecza şirketlerinin ürettikleri vitamin komplekslerinde bu vitamin hiçbir ilaca onulmadığı gibi üretilmemekteydi. Bu vitemin eksikliğine bağlı yıkarıda gelişen hastalık beirtileri oluşmakta ve hasta yanlış ilaç tedavisi ile doğru tedavi edilmemektedir. Hastalık olarak değerlendirilen bu durum ise "şizofren, depresyon, vb" teşhisler hekim tarafından konulduğunu tespit ettim.
Bana gelen hastalara Türkiye’de üretilmeyen bu ilacın "neden üretilmediği?" sorusunu sorup araştırdım. 1960 senesinde Amerika kendi ülkesinde, özellikle Orta Amerika’da, yani Meksika, El Salvador bölgelerinde ’PATATES" ekimini ve ilaçlardan B3 VİTAMİNİ yasaklamıştır.
Aynı seneler Amerika, ülkemize de bu yasağı koydurtmuş ve halen o yasak devam etmektedir. Bir kanunla bu yasak kaldırılmalı ama her nedense bu mümkün olamamıştır. Ben bu gerçekten yola çıkarak, B3 VİTAMİNİ Avrupa’dan ithal getirtip, hastalarıma uygulamaya başladım. Eski kullandıkları ilaçları kestim. Sonuç; hastalık belirtileri yok oldu ve hasta hasta olmaktan çıktı."
Sonuç pek de iç açıcı değildir. Karışıklık ve iç savaş sonrası bozulan bir ekomomi. Meksika insanı uyuklamaya, tembellik, uyuşukluk, her an kavgaya açık bir toplumsal değişimle huzursuzluk olunca, Amerikan Hükümeti acil bir karar ile "ekmek fırınlarına" talimat verilmiş ve ekmekler B3 VİTAMİNİ konulmuş.
Sonuç? Tabiki değişmiş. Meksikalı patates ekmeye başlamış, sağlıklı düşünen Orta Amerika barışı hayal eder olmuş.
Peki bu B3 VİTANİNİ nedir ve nelerde vardır? Ben bir araştırma yaptım. Buyrun, siz de bakalım B3 vitamini gıdalarla yemekle alabilecek misiniz?
Sinir sistemini korumak için B3 vitamini
Niasin, Niasinamid veya Nikotin Amid olarak da adlandırılan B3 vitamini protein, yağ ve karbonhidrat metabolizması için gerekli olan bir vitamindir.
Yararları
B3 vitamini kan dolaşımını düzenler, sağlıklı bir deri sağlar ve santral sinir sisteminin çalışmasına yardımcı olur. Beyin ve hafızanın ileri fonksiyonlarının denetlemesinden dolayı sizofreni ve diğer zihinsel hastalıklarda tedavi edici rol oynar. Son olarak yeterli B3 düzeyinin insülin ile estrojen, progesteron ve testosteron gibi cinsiyet hormonlarının sentezi için hayati rol oynadığı gösterilmiştir. Son zamanlarda kan kolesterolünü ve trigliseritini yan etki olmadan emniyetle düşürebildiği için doktorlar tarafından bu amaçla sıklıkla kullanılmaktadır. Ancak B3 vitamininin kullanımında doz ayarlaması mutlaka doktor tarafından yapılmalıdır.
Hangi besinlerde bulunur?
B3 vitamini içeren doğal yiyecekler sığır eti, brokoli, karnabahar, havuç, peynir, mısır unu, yumurta, balık, süt, patates ve domatestir. Ette bol miktarda vardır. Vücut, süt ve yumurtadaki proteinlerden de niasin üretebilir.
Günlük ihtiyacınız nedir?
Kadınların günde 15, erkeklerin 19 mikrogram almaları gerekir.
Eksikliği nelere yol açar?
B3 vitamini eksikliğinde pellegra adi verilen ve sinir sisteminde fonksiyon bozukluğu, mide bağırsak sistemi bozukluğu, ishal, zihin bulanıklığı, depresyon, ve ağır dermatit ve çeşitli cilt lezyonlarina neden olan bir hastalık oluşur.
Fazlasının zararları
Yüksek miktarlarda alınan B3 vitamini doğal bir alerjik reaksiyon olan ciltte kızarmalara neden olabilir. Bu kızarmalar yanma, kasıntı ve ağrı ile beraber olabilir. Genellikle yüz, kollar ve gögüse yayılır. Zararsızdır ve 20 dakika ile bir saat arasında kendiliğinden geçer. Bir bardak su içilmesi de yardımcı olacaktır. Gebelikte B3 vitamini dikkatle kullanılmalıdır. Yüksek dozlarda saf nikotinik asit mide ülserleri, gut, glokom diyabet ve karaciğer hastalıklarında sağlık problemlerini arttırabilirler. Günde 1.000 mg’in üzerindeki dozlar için doktora danışmak gereklidir.
Gerçekler gün ışığına çıkmalı. 70 milyon TÜRK MİLLETİ’nin %70’i genç nüfus, ve sürekli çoğalmakta bu genç nüfus. Amerikan nüfusunun%70’i yaşlı ve doğum oranları azalmış. Yaşlanan bir nesil ile gençleşen bir neslin geleceğini düşündüğümüzde, şaşırtıcı sonuçlar görmek mümkün. Özellikle dünyamızın küresel ısınma gibi bir sorunu yaşıyorsa ve %70’i tarıma elverişli TÜRKİYE, yer altı ve yer üstü zenginlikleri ile de emperyalist güçlerin iştahını kabartacaktır.
PEKİ NE YAPMALIYIZ?
Güzel ve yerinde bir sorun. Peygamberimiz fani dünyadan göç ettiği zaman Hz. Ayşe’ye sormuşlar.
" Biz ne yapmalıyız, hangi yolu izlemeliyiz?"
Hz. Ayşe Validemiz bu soruları, Kuran_ı Kerimi okumamızı ve Hz. Peygamberimizin ahlakının Kuran ahlakı olduğunu aşağıdaki ayet ile açıklamıştır.
Peygamberimiz bütün kemâl ve güzellikleri kendisinde toplamış, örnek bir şahsiyettir. O’nun mükemmel ahlâkını ciltler dolusu kitaplarla bile anlatmak mümkün değildir.
Peygamberimizin ahlâkı Kur’an ahlâkı idi.
Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah’ımız O’nun ahlâkını överek, şöyle buyurmuştur: "Yâ Muhammed! Şüphesiz sen yüce bir ahlâk üzeresin." (-Kalem Sûresi - ayet: 4. -)
O dönem insanı cahildi. Okumazdı. Kız çocuklarını diri diri gömerdi.
Bu dönemin insanı nasıl? Kız çocukları hala okutmuyoruz. Hala Amerika gibi dış güçlerin "Afyon ekme, patates ek" diye dışardan güdümlü bir tarım felsefesi ile Vitamin eksikliği ile uyuşmuş bir genç nesilin geleceği nasıl olur?
Buna ulu önderimizin söylevleri ile yanıtlayacağım. Çünkü TÜRK halkına yolu göstermiş ve ışık tutmuştur. Eğer onun yolunu izlersek dünyanın en ileri devleti olacağımız kaçınılmazdır.
• Memleketimizi, toplumumuz gerçek hedefe, mutluluğa eriştirmek için iki orduya ihtiyaç vardır. Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, diğeri milletin istikbalini yoğuran kültür ordusu. Bu iki ordunun her ikisi de kıymetlidir, yücedir, verimlidir, saygıdeğerdir. Fakat bu iki ordudan hangisi daha kıymetlidir, hangisi diğerine üstün tutulur? Şüphesiz böyle bir tercih yapılamaz, bu iki ordunun ikisi de hayatîdir.
Yalnız siz, kültür ordusu mensupları, sizleri bağlı olduğunuz ordunun kıymet ve kutsiyetini anlatmak için şunu söyleyeyim ki sizler ölen ve öldüren birinci orduya niçin öldürüp niçin öldüğünü öğreten bir ordunun fertlerisiniz.
Bir millet irfan ordusuna sahip olmadıkça, muharebe meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuna bağlıdır. ( 1923 )
• Büyük Türk milletine onun bütün emeklerini kısır yapan çorak yol haricinde kolay bir okuma yazma anahtarı vermek gereklidir. Büyük Türk milleti cahillikten az emekle kısa yoldan ancak kendi güzel ve asil diline kolay uyan böyle bir vasıta ile sıyrılabilir. Bu okuma yazma anahtarı ancak Lâtin esasından alınan Türk alfabesidir. Basit bir tecrübe Lâtin esasından Türk harflerinin, Türk diline ne kadar uygun olduğunu şehirde ve köyde yaşı ilerlemiş Türk evlatlarının ne kadar kolaylıkla okuyup yazdıklarını güneş gibi meydana çıkarmıştır. ( 1928 )
• Hepimize, bu memleketin bütün vatanını seven yetişkin evlatlarına önemli bir vazife düşüyor; bu vazife, milletimizin tümüyle okuyup yazmak için gösterdiği istek ve arzuya fiili olarak hizmet ve yardım etmektir. Hepimiz, özel ve toplum hayatımızda rastladığımız okuyup yazma bilmeyen erkek, kadın her vatandaşımıza öğretmek için candan arzu göstermeliyiz. ( 1928 )
(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt:I, 1945)
• Büyük davamız, en medeni ve en üst refah seviyesinde bir millet olarak varlığımızı yükseltmektir.
Bu, yalnız kurumlarda değil, düşüncelerinde de köklü bir inkılâp yapmış olan büyük Türk Milleti’nin dinamik idealidir. Bu ideali en kısa bir zamanda başarmak için, fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz.
Bu teşebbüste başarı, ancak, yasal bir planla ve en akılcı bir şekilde çalışmakla mümkün olabilir. Bu sebeple, okuma yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamak; memleketin bütün kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği teknik elemanları yetişitirmek; memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak, kişi ve kurumları yaratmak; işte bu önemli prensipleri en kısa zamanda sağlamak...
Bakanlığın üzerine aldığı büyük ve ağır vazife ve sorumluluklardır. İşaret ettiğim prensipleri Türk Gençliği’nin beyninde ve Türk Milleti’nin bilincinde daima canlı bir halde tutmak, üniversitelerimize ve yüksek okullarımıza düşen başlıca vazifedir. ( 1937 )
(Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt:I, 1945)
Aydınlık ve barış içinde bir Türkiye diliyorum.
Sevgi ve saygılarımla.
Emine Pişiren/Yeşil Bursa/07.04.2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.