- 651 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
"Param Yok ki Valla Sokağı" (Mizah Hikayesi)
Bu dünyada servetin ve şöhretin varsa yaşarsın. Yoksa sıkıntılara katlanmak zorundasın. Ya da ben öyle bilmekteydim.
İnsanları anlamam nedense. Kendilerine ait servetleri, malları mülkleri olduğu halde, hep gözleri başkalarının tahsil teperek, emek vererek edindikleri mesleklerini icra ederek emeklerini harcayarak kazandıkları maaşlarındadır . Onların maaşlarını dillerine dolamaktan, her fırsatta sanki bir suç imiş veya ayıp imiş gibi “ Benim maaşım yok” gibi saçma sapan konuşmaktan kaçınmazlar.Halbuki o garibanların , ne maaşları çok yüksektir , ne de onları çekiştirenler gibi ne evleri vardır ne arabaları memur ve işçi gibi maaşlı geçinenlerin. Gene de servet avcılarının dedikodularına takılmaktan kaçınamazlar.
Genç adam servet yığmak yerine , okumayı, yüksek öğrenim yaparak mesleğini icra ederek ailesini geçindirmeyi amaçlamıştı.Ama öğretmen olmak istemişti. İlkokuldan sonra ailesi okutmak istememişti ama , babası onun okuma sevgisini görünce kasabada bulunan liseye kadar okumasına ses çıkaramamıştı. “Biraz okusa hevesi geçer” diye düşünmüşken, oğlu okudukça okuyası gelmiş, abisinin, ablalarının ve kardeşinin çocukları içerisinde kimse onun kadar azimle okumamıştı. Liseden sonra Üniversite okumak ve öğretmen olmak istemişti. Hayda… Koskoca sülalede Üniversite okuyan yoktu ki. Üniversitenin ne olduğunu babası ve akrabalarından çoğu bilmezdi. Ne edecekti Üniversite okuyup da ne olacaktı. Askere gidip geldikten sonra babası bir motor (traktör) alırdı ona , bir de evlendirirdi tama olurdu. Oğlum okuyacak diye koskoca sülaleyi nasıl karşısına alabilirdi.
Dursun’ un Üniversite okumak istediğini ve Üniversite sınavına hazırlandığını öğrenen amcası Hasan ağa bir gün Dursun’ un babası Hüseyin efendinin yanına gelerek sert şekilde tartışmıştı.Hasan ağa ile Hüseyin Efendi arasında şöyle bir konuşma geçti . Hasan ağa.
– Bak Kardeşim Hüseyin edendi. Benim 5 çocuğum var.
Biraz sustu. Kardeşlerinin çocuk sayısını da söyleyecekti ama sayamadı galiba. Gene de konuşmasına devam etti.
– İçlerinde bir tane ortaokul mezunu yok. Senin 4 kızın var içlerinde ortaokul mezunu yok. Bak onları sattık , kocalarına ne güzel hizmet etmekteler. Bizim küçük Orhan Kardeşimizin oğlu lise tamamladı ama o da çiftçi. Kızı lise tamamladı ama o da köyde gelin. Baksana kocasına ve kocasının sülalesine ne güzel hizmet etmekte. Okudu da ne oldu ? Senin oğlan okuyacakta ne olacak ki ? Bak sen şu Üniversite sevdasından vaz geçir oğlunu da .Üniversite ye vereceği paranın yarısından daha azı ile traktör alırsın . Bir de dağ köyünden gözü açılmamış bir kız alırsın tamam olur. Benim gibi yaşlanınca, bir de hacca giderse tamam olur. Baksana ben ömrüm boyunca okumadım, çalışmadım ama bomba gibiyim. Benim yaşıtlarım öldü ama ben hala ayaktayım. , bunları derken kardeşine tepeden bakmayı da ihmal etmemekteydi.
Tüm saygın halini takınarak Hüseyin edendi dedi ki :
-Ağabey, seni sever , sayarım. Sizin devirler ve şimdiki devir geçti Ben oğlana laf anlatamamaktayım. Okumayı sevmekte. Ben bile kitaba para vereceğine süslenerek gezmesini söyledim . Bana “ Baba , Allah’ın ilk emri oku. Ben okumayı sevmekteyim. Siz çiftçi oldunuz diye bende çiftçi olamam . Ben okuyacağım önce ben, sonra çevrem , sonra da gelecek nesilleri eğiten öğretmen olacağım. Beni bu davamdan bir elimden ayı, öbür elimde güneşi koysanız vazgeçemem. Eğer okumama engel olursanız evden kaçarım. Siz beni kabullenmezseniz beni kabullenen ve okutacak alim amcalar, cemaatler var. Ben okusam sizlere faydası olacak evden kaçarsam size de faydam olmaz” deyince sustum. Ağabey, benim oğlum bir tane onu da kaybetmek istememekteyim, dedi
Bunun üzerine Hacı Hasan ağa homurdanarak, kapıyı sertçe çarparak gitmişti.
Okumaya öğrenmeye karşı olan bu adam, gelecek nesillerin hayatı ile oynadığının farkında bile değildi ve bunu da Müslümanlık, insanlık sanmaktaydı. Doğrusu da cahil cesareti demek bu olmalıydı.
Aradan bir süre geçtikten sonra Dursun İstanbul Üniversitesi Tarih bölümünü kazanmıştı. O kadar sevinmişti ki “ Hayatımın en mutlu gününü Üniversite kazandığımı öğrendiğim gün yaşamıştım” diyecekti ilerde hatıralarında.
Ama bu kazanmaya sevinmeyen , hatta üzülenlerde vardı . Ailesinden kimse gelip de O’nu tebrik etmedi. Bazıları okul kazandığına inanamamış, annesi de dahil, bazıları da okul okuyarak sülalenin kurallarına karşı çıktığı için onu asi olarak görmüşlerdi.Bu yüzden kimse O’nu tebrik etmemişti.
Dursun’ un okul kazandığını öğrenen , akrabalarından bazıları O’ nunla alay etmeyi de ihmal etmemişler. Hatta bir akrabası O’na tepeden bakarak şunları söylemişti
-İstanbul ’da okul kazandın ama , sen içki içmezsin, oyun oynamazsın, pavyona gitmezsin O şehrin tadını çıkaramazsın. İçki içmeyen, oyun oynamayan, pavyona gitmeyen adama ben adam demem, sen okumaya boşuna gitmektesin bak biz burada nasıl eğlenmekteyiz, dedi. (Bunu söyleyen akrabası yıllar sonra çocuklarının Üniversite okuması için çok çaba harcamıştı. Sen okursan kötü, benim oğlum, kızım okursa kral olur mantığının hakim olduğu zihniyet işte)
Dursun bu alay etmelerin, kıskanç davranışların kaynağının ne olduğunu çok iyi anlamaktaydı. Ama onlara uymamak susmak gereğine inanmaktaydı. Kendisi ile alay etmeye çalışan dayısının oğluna şu hikayeyle karşılık verdi:
- Su içmeye giden karıncanın ayağı kaymış. Kendisini bir anda suda bulmuş. Bağırarak elden günden yardım istemeye başlamış. O sırada yüksekten bir güvercin geçmekteymiş ve “ Şu zavallıcığa yardım edeyim “ demiş.Yerden bir saman çöpünü gagalayarak suya bırakmış. Karınca saman çöpünü sal yaparak ite kaka kıyıya çıkmış. “ Sağ ol güvercin Kardeş, bende bu iyiliğinin altında kalmam “ demiş. Güvercin bu tutum karşısında kibirlenerek” Senin etin ne budun ne karınca kardeş, sen kim bana iyilik etmek kim?” demiş. O sırada avcının birisi güvercini gözetler dururmuş ve güvercini ha vurdu ha vuracak . Karınca bunu görünce “ Güvercin elden gidecek” diyerek avcının üstüne yürüyerek avcının topuğunu öyle bir ısırmış ki, avcı sendelemiş ve hedefini şaşırarak güvercini vuramamış ve güvercinde durumu anlayarak pır diyerek uçmuş.
Dursun bu hikayeyi anlattığı zaman dayısının oğlu tabii ki anlayamadı ve , bön bön Dursun’un yüzüne baktı.
-Beni küçümseseniz de , beni aşağılasanız da ben okuyacağım ve bir çok kendini güvercin sananı cehaletten kurtaracağım, dedi.
Bunu anlayamayan dayı oğlu çekip gitti. İçinden de “ Şu hala oğlu ile de şakalaşılmıyor , biz adamı küçümsedikçe o taşı gediğine koymaktan kaçmıyor” dedi.
Yanından ayrılırken de
- Halaoğlu sen hepten kafayı yemişsin , herke burada çalışarak servet biriktirmeye bakarken sen İstanbul’a okumaya gitmektesin. Bu enayilik, dedi.
Orada bulunan herkes gülmeye başlamıştı. Dursun’un haline mi yoksa kendi cahilliklerine mi , okumanın önemini anlayamamış olmanın gafletine mi güldükleri hiç belli olmamaktaydı.
Aradan bir süre daha geçmişti ki Dursun kazandığı okuldan vazgeçmeyerek , Onu yolundan döndürmeye direnerek , okuluna kaydolmaya İstanbul’a gitti.Babası ona para yolluyor ama herkese de oğlunun orada okuduğunu söyleyemiyordu. Sebepte baskılardan son derece bunamış olmasıydı. Oğlunun İstanbul’ da çalıştığını söylemekteydi. Çok insan kıskançlıktan oğlunun okuduğunu söylese Hüseyin efendi ile alay etmeye bakarlardı.
Dursun tatillerde her fırsatta kasabasına geldi. Her gelişte, O’nun İstanbul’da okuduğunu bilen amca kızları :
-Sizin oğlan temelli mi geldi, okumak zor muymuş, okuldan attılar mı yoksa ? diye Dursun’ un annesine sorarak , kıskançlıklarını göstermekteydiler.
Dursun’ un annesi ve babası bu durumu Dursun’ a hissettirmiyorlar ama dayılarına amcalarına fazla gitmemesi ve onlarla fazla muhatap olmaması konusunda tembihte bulunuyorlardı.
Dursun’ un tembel ve küfürbaz amcası,Dursun ’un okuması ile gurur duyacak yerde gördüğü zaman :
- Ooo , alimler alimi bizim yiğen gelmekte, diye laf atmaya çalışmaktaydı.
Bunun üzerine Dursun hemen cevap veriyor :
- Ooo cahiller cahili, tembeller tembeli amcamız buradan geçmekte, diyerek cevap veriyordu.
Bunun üzerine hemen bunu fırsat bilen Dursun’ un amcası kardeşine giderek :
-Sen oğlunu okutuyorsun ama o okumak ve büyüklerine saygılı olmak yerine , bizlere laf atmakta , demekteydi. Halbuki ilk sataşmayı kendisinin yaptığını gizleyerek sanki durduk yere Dursun ona cevap vermekteymiş gibi hava estirmekteydi. Amaç okuyana düşmanlık beslemek ve Onu küçük düşürmekti.
Tabii ki kasabanın genel kültüründe büyükler küfür etse bile onlara cevap vermemek gerekmekteydi. Ancak gençler yaşlılara yüzüne bir şey söylemese bile arkadan küfür, dedikodu yapmaktaydılar.Bu da kasabanın genel kültürüydü işte .
Dursun gördüğü eğitim ve okuduğu kitaplardan edindiği gelişim ile kendisine sataşanlara ve okuduğu için alay edenlere karşı hazır cevaplılığı ile tanınmış ama bu tutum , yaşlıların işine gelmemiş , “terbiyesiz” diyerek Dursun ’a hemen bir lakap takmakta da geri kalmamışlardı.
Dursun ortaokulda beraber okuduğu arkadaşlarının seneler sonra bile babalarının etkisinden kurtulamadıklarını görünce okuduğu için şükredecekti.
Dursun’ un bu açık sözlü tavrı bazen anne ve babasını rahatsız etmekte annesi “ Evladım biraz büyüklere saygılı ol, sana sonra deli derler” dedikçe “Anne , buradaki insanlar içki içmememi, sigara içmememe , açık sözlü olmama , kitap okumama delilik diyeceklerse varsın , desinler.İki yüzlü cahil kalmaktansa deli olmak daha iyi “ diye cevap veriyorlardı. Dursun’ un anne ve babası baktılar ki Dursun’ a laf anlatmak kolay değil, ona artık karışmamaya başladılar.
Hatta Dursun ’un liseden arkadaşları mektup yazarak ona “ Nasıl okuyabiliyor musun ?”diye açıkça sormadan edememekteydiler.
Dursun o zaman anladı ki , gerçekten de kasaba halkının işi gücü yokta kendisi ile uğraşmaktalar.
Dursun’ un anlamadığı bir şey daha vardı. Bu dinin ilk emri oku olduğu halde , bu kasaba halkı namaz kıldıkları halde, hacca gittikleri halde, yani Müslümanlıklarını ispatlamak için her şeyi yaptıkları halde, okuyan insanlara karşı nasıl böyle ön yargılı olurlardı ve okumaları için teşvik edecek yerde, okuyanla dalga geçmekteydiler. ? Bunu hayatı boyunca anlamakta zorlanacaktı.
Kasabaya bir yaz tatiline gelince bir arkadaşı çay bahçesinde çay içerken aynen şöyle demişti:
-Dursun seni anlayamıyorum. Bu kasabanın geleneklerine karşı İstanbul gibi yerde Tarih okumaktasın. Herkes seni okuldan atacaklar, okulu bırakacak gelecek, diye beklerken sen nasıl okuyorsun ya seni anlamak mümkün değil, demişti.
Bunun üzerine Dursun şu esprili ve ibret verici cevabı verdi:
-İlahi Kardeşim Osman, bu kasabada ve dünyada elin ağzı torba değil ki büzesin. Bak biz ilkokulu okuruz , ortaokulu okuyamaz derler. Ortaokulu okuruz , lise okuyamaz derler. Lise okursun bu sefer tamam Üniversite okuyamaz derler. Onu kazanırsın başarılı olsun tamamlasın derken bu seferde okuldan atacaklar derler. Diplomanı alır gelirsin, bu seferde iş bulamadı derler. Öğretmen olursun işe başlarsın maaşa geçersin . Bu sefer kimseye yardım etmiyor cimri derler.Okudu ama evlenecek bir kız bulamadı derler. Kasabanın ağasının kızı ile evlenmeni veya amca dayı kızını almanı isterler.. Sen kabul etmezsin, kafana göre öğretmen bir kızla evlenirsin bu seferde parası için evlendi derler. Eşinle konuşur birkaç sene çocuk yapmayalım diye , bu seferde çocuğu olmuyor parası var ama derler.. Bir çocuğun olur , sonra ikinci olmuyor derler. Eee bu dedikoduların sonu gelmez. En iyisi bu dedikodulara kulak asmamak.Ne derse desinler yav.
Arkadaşı bu konuşma karşısında susmak, kendi başaramadığı başardığı için onu tebrik etmek istedi ama onu da yapamadı..
Sadece gülümsemekle yetindi.
Onların konuştuklarını görenlerde bön bön bakmaya devam ettiler…
Atıldı atılacak, ha geri gelecek, baskılara dayanamayacak derken Dursun bir gün elinde diploması ve öğretmen olarak atandığını belirten belge ile kasabasına dönüş yaptı. Üstelikte hem okulunda hem de öğretmenlik sınavında derece yapıp,üstün başarıda bulunarak..
Duran öğretmen olmuştu. Artık öğrencileri ile mutluydu. Kendisi gibi çocukları okutacak, bilinçlendirecek ,onların çağdaş medeniyetler seviyesine çıkması için çaba harcayacaktı.Dini ve milli değerlere saygılı ve çalışkan insanlar çıkararak vatana millete faydalı olmaya bakacaktı.
Ama kasaba halkı ve okuyamayarak çiftçi kalan arkadaşlarının bunlarla hiç ilgilendikleri falan yoktu. Akrabaları içinde ilk defa maaşlı devamlı düzgün bir işi olan insan olarak çıktığı için şimdi de “ maaşı ne kadardır acaba bizde onun maaşından sebeplenir miyiz ?” dedikoduları başlamıştı.
Bazen okuldan eve giderken , arkadaşları O’nu yolundan döndürerek çay içme bahanesi ile kahvehaneye davet ediyor, maaşının ne kadar olduğunu öğrenmek istiyorlardı:
-Dursun, ne kadar maaş alıyorsun ya , o kadar maaşı ne yapıyorsun? Diye soruyorlardı. Hazır cevap Dursun bunun üzerine :
-Siz harmandan ne kadar aldınız , pancardan ne kadar kazandınız ? N e kadar tarla kira geliri elde etiniz dediği zaman “ Terbiyesiz” demekteydiler. Öyle ya sorgulama hakkı hep onlardaydı, Hakkın hakkı doğuracağına inanamıyorlardı. Soranlar yaşlı oldukları için bazen de.
-Bizim burada soruyu yaşlılar sorar, cevabı gençler verir, senin bize soru sormaya hakkın yok, bizim sormaya hakkımız var demekteydiler.
Akrabalarından bazıları maaşını öğrenmek için Maliyeye gitmişler, kahvehanede babasına bile sormuşlardı .Dursun’ un babası Hüseyin efendi :
-Valla benim emekli maaşım var. Oğlum bir gün olsun bana maaşımı sormadı. Ben yaşça büyük olduğum halde ona maaşını sormaya utanırım, dediği zaman oradakiler
-Adama bak oğlunun maaşını sormayacak kadar kibarlık budalası kesildi, demişlerdi.
Dursun bir gün amcasına bir şey sormuştu. Bunun üzerine amcası :
-Benim maaşım yok, demişti.
Bu cevaba Dursun’ un cevabı şu olmuştu :
-İşsiz güçsüz tembel, onun bunun dedikodusunu yapan , okuyana destek verecek yerde engel olmaya çalışan insanların maaşı olmaz ki.
Bu cevap karşısında susmak zorunda kalmıştı amcası. Çünkü bilgi her zaman cehalete karşı galip gelirdi. Yeter ki insan ne zaman nasıl davranacağını, kiminle ne zaman ne konuşacağını bilebilsin.
Amcası Dursun’ a bu cevap karşısında terbiyesiz dedi. Bunun üzerine Dursun dedi ki :
-Ben size cevap verince terbiyesiz oluyorum. Burada soruyu büyükler sorar küçükler cevap verir. Küçükler soru soramazda sizin bende yaşça küçükleriniz hangi cesaretle bana maaşımın ne kadar olduğunu soruyorlar?
Bunun üzerine amcası :
-Sus , sus benim oğluma kızıma, torunlarıma laf etme , dedi ve hemen dudak bükerek oradan ayrıldı.
Bir gün Dursun evde kitap okurken , amcasının gelini gelmişti annesini ziyarete. Gelin o kadar bağıra bağıra konuşmaktaydı ki ,Dursun yan odada olmasına rağmen rahatça konuşmaları duymaktaydı. Dursun kulak kabarttı :
-yenge valla billa paramız yok. Sigorta pirimlerini bile Memed ödemekte sorlanmakta. Oğlanın kızın okul masraflarını karşılamakta zorlanıyoruz . Memed dükkan işletmekte ama karın doyurmuyor. Bizimkinin Dursun gibi maaşı da yok ki…
Bunu söyleyen yengenin kolundaki bilezikleri saymaya kalksan sayamazdın. Altın para olmuyordu. Dükkan geliri para olmuyordu. Ama Dursun’ un maaşı paraydı…
Dursun olanlara anlam verememekle beraber yapacak bir şey de bulamamaktaydı.İnsanlar hallerine şükretmek ve kendi geliri ve giderini denkleştirme için çaba harcamak yerine hep başkalarının geliri ile uğraşıyorlar ve bu da mutlu olmalarına engel olmaktaydı. İnsanoğlu ne kadar da cahil ve nankördü.
Bunu söyleyen , yengesi bir hafta sonra peşin para ile ev satın almıştı. Dursun bu eve hayırlı olsun demeye gitti. Hediyesini de götürdü. Ama yengesinin ayıbını ortaya koymadı. Bir öğretmene bu yakışmazdı tabii ki.
Bu arada Dursun amcasının kızının kendisinin çok parası olduğuna dair dedikodu yaptıklarını öğrenince çok şaşırdı.Çünkü parası yoktu.Aldığı maaşını çocuklara harcamakta, bolca kitap alıp okumaktaydı. Öyle parada pulda gözü olmayan insanın nasıl parası çok olurdu anlamak mümkün değildi.
Bazen Dursun’ dan borç istemek bahanesi ile para isteyenlere, kasabanın kültürü ile :
-Param yok , dedikçe
-Yalaaan Dursun. O kadar maaş alıyorsun param yok demektesin . Utan utan diyorlardı.
Ama gerçekten de Dursun’ un parası yoktu ve maaşını alınca öğrencilerinin ihtiyaçlarına kitap alarak okumayı seven öğrencilerine hediye etmeye gayret etmekteydi.
Bunun üzerine Dursun bir gün çevresindekilere şöyle demişti :
-Ya ben Enayi miyim , Param olsa ev araba alırım. Ama benim parada pulda gözüm yok. Aldığım maaş o kadar da çok bir şey değil ki, diyordu.
Dursun bu diyaloglardan sıkılınca annesinin bulduğu ve uzak akrabalarından birisinin ev kızı ile hayatını birleştirmeye karar verdi. Kasabadan da artık şehir merkezine tayin isteyecek ve orada öğretmenliğe devam edecekti.
Bir süre sonra nişanlandı. Sonra ev eşyalarını döşeyerek birkaç ay sonra da düğün yaparak tayinini de şehir merkezine aldırarak kasabadan uzaklaştı. Kaloriferli ev kiralamış, öğretmenliğe gece gündüz ara vermeden devam etmekteydi.
Dursun’ un ablaları evlenmişti.Kasabada yaşamalarına rağmen hayvanları yoktu. Dursun’ un anne ve babası kışları şehir merkezinde yazları ise kasabadaki evlerinde yaşamaya başladılar.
Bu arada Dursun kasabadan ayrılmasına rağmen kasabadaki akrabalarının :
-Vay çok parası var ki , şehirde lüks evde yaşamakta da akrabalarına yardım etmemekte , diye dedikodular yaptıklarını duymaktaydı.
Dursun’ un annesi bir gün hasta olmuştu ve doktorlar ameliyat olması gerektiğini söylemişlerdi. Ameliyat olduktan sonra Dursun’ un çok yakın akrabaları dışında gelen olmadı. Dursun’ u ve halalarını , yengelerini çok sevdiklerini söyleyenler ne yazık ki kara günlerde ortadan toz olmaktaydılar.
Dursun annesinin ameliyat olmasından sonra , bir gün kasabadaki evlerini görmeye gittiği zaman amcasının ve dayısının kıları hemen çevresine toplanarak , içlerinden en cesur olanı şöyle demişti:
-Dursun seni çok seviyoruz ama inan annen ameliyat olunca paramız yoktu da gelemedik.
Dursun bu konuşma karşısında ağlasın mı gülsün mü bir türlü karar veremedi. Kızsa neye kızacaktı? Kime kızacaktı? Onu bu kadar densiz ve cüretkar , saçma konuşturacak gibi yetiştirmiş cahil amcaya mı ? Onu yetiştiren okula mı , yoksa sarhoş olmayı ve düğünlerde bilinçsizce eğlenen kocasına mı yoksa neye?
Dursun bu arada anladı ki , akrabalarından Ona hayır yok. Artık, kasabaya gizli gizli gidip gelmeye, kimse ie muhatap olmamaya ve işi bitince hemen kasabadan ayrılmaya başladı.İnsanlardan uzaklaştıkça kendisine daha fazla zaman ayırdığını hissetti. Hanımı artık onu anlıyor , okuldan arta kalan zamanında kocasının evde mutlu olması için her şeyi yapıyordu.
Dursun Kişisel Gelişim kitap ve dergileri okumaya başladı. Okudukça okuyası gelmekteydi. Allah’ın ilk emri olan “ Oku” yu hatırladı. Kişisel Gelişim kitaplarının yanında mealler, tefsirler alarak okumaya başladı.Öyle ki zamanının nerede ise çoğu okumakla geçmekteydi.Okudukça kendisinin de en az akrabaları kadar cahil olduğuna şahit olmaktaydı. Bir süre sonra insanlara nasıl davranılacağını, yüz okuma sanatını, diyalog kurmasını öğrenci.Öğrendiklerini uyguladıkça , çevresindeki öğretmen arkadaşları , okul müdürü , hatta öğrenci velileri ile ilişkileri daha düzgün olmaya başlamıştı.
Dursun artık insanları etkileyerek, onların daha çok sevgisini kazanmaya başlamıştı. Öğrencilerine dersten arta kalan zamanlarında kişisel gelişim konuşmaları yapmaya başladı. Okuduğu kişisel gelişim dergilerinden güzel bulduğu sayfaları kendi parası ile çoğaltarak öğrencilerine, yolda tanıdıkları , okumayı sevenlere vermeye başladı. Öyle ki, artık Dursun dersine girmediği öğrenciler tarafından da ders dışında sohbet etmeye gelen sorular soranlar olmaya başlamıştı.
Dursun bir şeyi geçte olsa anladı.Demek ki ,okumayı seven insanlar , okuduklarını uyguladıkça , çevresi genişlemekteydi. İlim uygulandıkça , yaşandıkça insanlara faydalı olmaktaydı yani.
Dursun bir süre sonra başka sınıflara da kişisel gelişim konuşmaları yapmaya başladı. Konferans konusu olan şeyleri yazmaya başladı. Onları yazdıkça bilgisayarına , zaman zaman tanıştığı yerel gazete sahiplerine gösterdi. Onlarda yayınlamaya başladılar. Bir süre öncesine kadar sadece okuru olduğu kişisel gelişim dergilerine şimdi yazarda olmuştu. İnternet sitelerinde de yazmaya ve çok okunmaya başladı. Özellikle “Başarılı öğrenci nasıl olunur?” konulu seminerleri öğrencilerce çok dinlenmeye başladı.
Dursun artık akrabalarının tutumlarını kafasına takmıyor , aklında sadece okumak ve yazmak kalıyordu. Gece yarılarına kadar okuyor , bazen sabahlara kadar yazı yazıyordu. Hafta sonları artık gezmeyi de bırakmaya başlamıştı. Kitaplara mahkum olmuş, kendisini özgür sandığı dünyadan “okudukça özgürleşen dünya” ya yani kitaplara hapsederek başka bir özgürlüğün , “okuyan adam , bilen adam” özgürlüğüne açmıştı.
Dursun dershanelere de faydalı olmak istemiş , ama dershaneler öğrencilere her şeyi öğrettikleri zannında oldukları için yüzüne gülmüşler , arkadan:
-Adam deli mi ne ? Biz burada sanki bir şey öğretmiyoruz da, bize gelmiş kişisel gelişim öğretmekte. Üzerine düşmeyen işlerle uğraşacağına kendi çocuklarına baksa , diyorlardı. Halbuki Dursun’ un çocukları yoktu. İlerde olursa onlara da öğretecekti tabii k.
Dursun baktı ki , dershanelerden iş çıkmamakta , dershanelerin bilinçli rehber öğretmenleri , okul müdürleri ile dostluğunu devam ettirirken , bir yandan da okumaya yazmaya hız verdi. Kişisel Gelişim dergileri, edebiyat dergileri gittikçe O’nun yazılarına daha çok yer vermeye başladılar. Hatta kitap yazmasını istediler. Yazdı da…
Bir süre sonra televizyonlarda da konuşmalar yapmaya başladı. Ama okumaya asla ara vermedi. Okudukça ufku ve beyni açıldı. Okudukça daha etkili yazmaya ve daha çok insanla tanışmaya başladı. Çok insan :
-Adam Tarih hocası , nasıl oluyor da , alanı dışında bu kadar başarılı olabilmekte?
Bunu söyleyenler , yeniliklere kapalı, zamanlarını okey masalarında harcayan, okumayı zaman israfı olarak algılayan ve bir akamedik unvan alınca her şeyi bildiğini sanan insanlardı . Okumak , yeni şeyler öğrenmenin insanı geliştireceğine inanamazlardı.
Yayınevlerine yolladığı kitap metinleri :
-Tarih öğretmeni Kişisel Gelişim kitabı yazamaz, biz uzman olanlara yazdırırız , demişlerdi.
Dursun bunlara aldırış etmeden yazmaya ve okumaya devam etti. Bir yandan da yazdıklarını yayınevlerine yollamaya.
Dursun’ un savaştığı cepheler çoğalmaya başlamıştı. Önce akrabaları , sonra dershaneler, öğretmen arkadaşları, yayınevleri. ..
Ama Dursun bunlarla mücadele etmekten ve sabretmekten büyük zevk almaktaydı. Bir arkadaşı bir gün öğretmenler odasında O’na şöyle demişti :
- Sen deli misin ? Başına iş almaktasın . Bak biz sınav yapıyoruz, dersimizi anlatmaktayız. Sonra da akşam öğretmenevinde okey oynayarak stres atmaktayız. Sen de bizim gibi yap,eski köye yeni adet getirme, icat çıkarma , demişti.
Anlaşılan insanlar kendileri gibi olmayan, kendilerinden farklı şeyler yaşayan ve seven insanlardan hoşlanmamaktaydılar.
Başka bir arkadaşı gene bir gün öğretmenevinde :
-Ya motivasyon kişisel gelişim ne ola ki , öğrencinin içinde varsa okur , yoksa okumaz bizim onların sırtından itmemizin bir alemi yok, demişlerdi.
Arkadaşları öyle söyledikçe , O daha Üniversiteye başlamadan önce Üniversite okumaması için baskılardan bunalan babasının baskılardan kurtulmak için , Peygamberden azim, inanç, kişisel gelişim ve motivasyon kokan şu cümleyi söylemekteydi .
-Bir elime ayı , öbür elime dünyayı ve güneşi koysanız da ben bu insanlara faydalı olmak çabasından asla vazgeçmem .
Bunun üzerine O’na .
-Sen delisin, diyorlardı. O da eskiden kızdıklarına bu sefer gülümsemekte:
-Siz inanmasanız da ilerde beni anlayacaksınız , demekteydi.
Bunun üzerine O’nu sevenler :
-inşallah , demekte
Sevmeyenlerde .
-Sen delisin, söylediklerini asla yapamazsın, diyerek dudak bükmekteydiler.
Dursun, yazmaya , okumaya , dershanelere seminerlere gitmeye devam etti.Haftada bir iki seminer vermeye Bir iki seminer vermeye , haftada bir yerel gazetede yazı yazmaya , radyoda haftada bir program yapmaya devam etmekteydi.
Bir gün , tesadüfen yaşadığı ile ünlü bir yazar gelmiş ve radyonun sahibi Dursun ‘un radyo programına davet edildiğini söylemişti. Dursun iki gün boyunca o yazarın kitaplarını temin ederek okudu. Soracağı soruları hazırladı.
Yazar radyo programında iki saat boyunca Dursun ilke sohbet etmişti. Hayatta rastlamadığı sorular karşısında hem şaşırmış , hem de genel kültürüne hayran kalmıştı.
Programdan sonra Dursun, radyo sahibi ve ünlü yazar baş başa şehrin ünlü kebabını yerken ünlü yazar Dursun’ a neden kitap yazmadığını sormuş, Dursun ’un anlattıkları karşısında sadece gülümsemekle yetinmişti.
Aradan bir süre geçtikten sonra , Dursun iki ders arasında okul bahçesindeki çardakta arkadaşları ile sohbet ederken , birden cep telefonu çaldı. Arayan ünlü bir yayınevinin sahibi idi. Bir çalışmasını ona hemen yollamasını istemekteydi. Dursun hemen , yazdıklarını yüklediği ve yanında taşıdığı disketi hemen öğretmenler odasından yayınevine yolladı .
Bir süre geçtikten sonra bir gün evde otururken telefonu çaldı. Karşısındaki adam kahkaha atmakta ve :
Dursuncuğum “Param Yok Valla” adlı romanını basamam ki , param yok benim de valla.., demekteydi. Bir süre güldükten sonra , sesini yumaşatarak:
-Dursuncuğum , mizah uslübuna hayran kaldık. M
Zah, motivasyon, kişisel gelişimle hikayeciliği güzel kaynaştırmışsın.Bu kitabı basacağım . İnşallah tutulur , dedi.
Dursun yayınevi ile anlaşarak kitabının basılmasını aylarca sabırla bekledi.. Nihayet kitabı basıldı ve aylarca , yıllarca , her koldan savaştığı ve sabrettiği ve kendisini anlamayan akraba, arkadaş ve çevresine karşı emeğinin karşılığını aldı.
Kitap beklenenden fazla ilgi gördü. Kitabı okuyanlar birbirine tavsiye ettiler . Kitabı okuyan gençler aralarında :
-Akşam bize gelsene ders çalışalım, dedikçe öteki .
-Param yok valla gelemem , seni seviyorum ama araba parası bile bulamam , diyerek birbirlerine espri yaparak eğleniyor, bir yandan da saçmalıkları eleştirmiş oluyorlardı.
Dursun artık ülkede tanınan , para kazanan ve insanlara yardımını yazarak , konferansları ile yapan bir yazar ve aydındı. Akrabaları kitabı okuyunca önce bozulmuş, sonra da Ona karşı ne kadar hata yaptıklarını anlayarak ,O’nun aslında haklı olduğunu anlamışlar ama artık O’nu görememekteydiler. Çünkü o konferanslarından , kitaplarından , imza günlerinden akrabalarına değil, ailesine bize az zaman ayıran “ Halk adamı, halk yazarı” olmuştu.
Dursun , o kadar yoğunluğundan sonra , bir gün kasabasına gittiği zaman doğduğu sokağa gelip , sokağın girişindeki duvardaki levhayı okuyunca gülmeden kendini alamadı. O’nun geleceğini öğrenen akrabaları da sokakta toplanmış , O’na hayranlıkla bakmaktaydılar. Bir zamanlar alay edenler , şimdi mahcup eda ile bakmaktaydı.
Dursun bu sefer , bakışlarda sevgi ve gerçekten de sevgi gördü.
Sokağın girişindeki levhada ise “ Param yok Valla” Sokağı yazmaktaydı. Bir zamanlar ona karşı söylenen bu söz ülkede parola olmuş ve gelerek doğduğu sokağa konmuştu..
TURAN YALÇIN-TOKAT
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.