- 1060 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DENİZDEKİ MUTLULUK
DENİZDEKİ MUTLULUK
Pencereden dışarı bakıyorum. Yıl 2009, Aylardan Haziran. Bugün benim doğum günüm. Ne hikmetse kışı da severim yazı da. Aslına bakarsanız, bütün ayları severim. Sabah saatin altısı. Her sabah, yataktan kalkar kalkmaz ,doğru mutfağa gider kahvem için su ısıtırım. Yine aynısını yapıp su ısıtıyorum. Arkadaşımın getirdiği badem aromalı kahvenin kapağını kolayca açıyorum. Ağzındaki sarı yaldız renkli muhafaza kapağını, elime aldığım keskin bir bıçakla tam bir daire şeklinde ustaca kesip çıkarıyorum. Oldum olası çok muntazam açmışımdır paket ve kutuları. Hatta düğüm olarak kapatılmış sebze ve meyve poşetlerini bile sabırla uğraşarak açmayı çok sevmişimdir. Paketlerin üzerine bağlanmış şık kurdeleleri mutlaka muntazam katlar kaldırırım. Rengarenk kurdelelere hayranlığım çocukluğuma kadar gidiyor. Çocukkende süslü bir kızdım, gençkızlığımdada . Hatta evlendim bir çocuk sahibi kadın oldum, değişen hiç bir şey olmadı. Şikayetçi değilim halimden. Bana göre kadın mutlaka kulağına küpe takmalı “takı olarak tabiki” ama ben,yüzük takmayı da çok seviyorum. Söyledim ya; ben süslü bir kadınım. Evet bugün benim doğum günüm. Kulağımda eşimin geçen sene aldığı küçük altın halka küpelerimle, elimde mis gibi badem kokan kahvemle camdan dışarı bakmaya devam ediyorum. Kahvemden usulca küçük bir yudum alıyorum. Aniden ,sahile inip incecik pudra gibi görünen , göz alabildiğine geniş olan kumsalda çıplak ayak yürümeye karar veriyorum. Hemen acele bir şekilde sabahlığımı ve geceliğimi çıkarıp üzerime mayomu geçiriyorum. Hiç vakit kaybetmeden kumsala inmek istiyorum. Aceleden üzerime bir havlu bile almıyorum. Ayaklarım çıplak olduğu için merdivenlerdeki küçük beyaz çakıl taşları ayak parmaklarımı ve topuğumu acıtıyor. Kendi kendime:” olsun diyorum, terlik giymek için bile eve girip vakit kaybedemem” Bunları düşünürken son basamağa geldiğimi fark ediyorum. Karşımda dümdüz çarşaf gibi serilmiş bir deniz. Adeta ütülenmiş saten bir kumaşı andırıyor, en ufak bir kırışık bile yok. Ayaklarımı bastığım kumun inceliği ve yumuşaklığı adeta ayaklarımı gıdıklıyor, içimi bir hoş yapıyor. Hiç vakit kaybetmeden bir iki adım atıyorum ve denizin berraklığına hayran kalıyorum. Rengine tam karar veremiyorum, sanki; mavi gibi ama uçuk bir yeşilede çalıyor. Ayak bileklerime kadar denize girdiğimde; kum balıklarının ayağımın yanına kadar sokulduklarını görüyorum . Suyun serinliği tam istediğim gibi vücudumu ürperten cinsten.
Küçük balıklara daha fazla fırsat vermeden, iki kolumuda kulaklarıma yapışık vaziyette ileri uzatırken başımı da tam kollarımın arasına sokup ayaklarımla hız alarak balıklama denizin serin sularına dalıyorum. İlk önce denize ellerim, sonra kollarımla beraber başım ve omuzlarım giriyor sonra kendimi aşağıya çekerek vücudumun diğer bölümlerinide denizin içine çekiyorum. Tıpkı bir yunus gibi. Saçlarım uzun olduğu için denizde ıslanınca belime kadar uzanıyorlar. Bir yunus balığının çıkışı gibi seri, bir şekilde girdiğim gibi suyun yüzüne çıkıveriyorum. Ağzıma aldığım deniz suyunu bir fıskiye gibi püskürtüyorum . Yüzmeye başlıyorum, yavaş yavaş tadını çıkararak. Ayaklarımı okadar yavaş çırpıyorumki etrafa en ufak bir çırpıntı yapmıyorum. Kulaçlarımı atıp yüzerken arada nefes almak için başımı sola çevirdiğimde sadece kollarımın denizle buluşma sesini duyuyorum. Biraz daha süratleniyorum ve gözlerim açık olduğu için denizin dibini hiç bir şekilde göremediğimi farkediyorum. Durup sahile bakıyorum . O zaman bir hayli açıldığımı anlıyorum. Denizde sadece ben varım birde denizin kendi canlıları. Başımı kaldırıp gökyüzüne bakıyorum, denizle ayni renkte görünüyor. Öyle bir uyum içindelerki, ufuk çizgisini bile ayırt edemiyorum. Sanki zaman durmuş akmıyor. Kendimi suda doğmuş bir canlı gibi hissediyorum. Anında denizin dibine dalıyorum. Dibe doğru kurbağalama yüzerken burun deliklerimden kabarcıklar çıktığını fark ediyorum. Dibi görebilmem için biraz daha nefesimi idare etmem gerekiyor diye düşünüyorum. Tamam, artık çok yaklaşmış olmalıyım, çünkü; güneşin ok gibi inen göz kamaştıran huzmeleri buraya kadar ulaşamıyor. Bir kulaç daha evet dipteyim. Heyecanla etrafıma bakıyorum. Denizin dibinde küme oluşturmuş midyeler, küçük bir kaya parçasına yapışmışlar adeta koparılmaktan korkmuşcasına tutunmuşlar. Diğer tarafta büyük bir balıktan kaçan kırmızı balık kayanın ortasındaki delikten içeri kaçıveriyor. Biraz daha ileride kurdeleye benzeyen şekilleri ile deniz yosunları, deniz analarına ev sahipliği yapıyor. Deniz anaları ters kapatılmış bir kase gibi dururken vücudundan çıkan morumsu şeffaf uzantıları ile hem yüzmeye çalışıyor hemde açlığını giderebilmek için balıklara saldırmaya çalışıyor. Jöle yi andıran vücudu fosforlu leylak rengi ile göz alıyor. Dokunmayı asla düşünmüyorum, bu masum görünüme aldanmamak gerek. Kollarındaki düğmeyi andıran vantusları ile değdiği yere ne kadar acı verebileceğini biliyorum. Biraz daha ileride kendi halinde bir su kaplumbağası yüzüyor. Kaç yaşında olduğunu anlamak için sırtındaki kutu şeklindeki kareleri saymak gerektiğini bildiğim için yanına ulaşmak istiyorum ama benden ürküp kaçıyor. Keşke bende onlarla anlaşabilseydim o zaman rahatlıkla yanlarına sokulup, beraber yüzebilirdim diyorum kendime. Hayal etmek bile güzel. Tıpkı kara bir bulutu andıran şekileriyle , başımın üzerinden kalabalık bir balık sürüsü geçiyor. Telaşlandığım için biraz sağa doğru yüzüyorum ve büyük ayaklı yengecin kıskacına aldığı balığı yemek için ne kadar zorlandığını görüyorum. Sırtındaki sert kabuğu ile çok kuvvetli görünsede aslında içinin ne kadar yumuşak olduğunu biliyorum. Tıpkı sertgörünümlü insanların, yufka yürekli olmaları gibi.........
Yengecin biraz ilerisinde, deniz böcekleri kendilerine küçük gelen yuvalarından çıkıp daha büyük yuva bulmak için kuma gizleniyorlar. Gözüme çarpan ışıltı beni kendine çekiyor. Gördüğüm manzara karşısında gözlerime inanamıyorum. Kocaman kapağı, istiridyenin içindeki pırıl pırıl parlayan inci tanesini saklayamıyor. Gayri ihtiyari elimi ona doğru uzatıyorum. Ama bir türlü ulaşamıyorum. Aslında çok rahat ulaşıp elime alabileceğimi sanıyorum, Fakat olmuyor..... Beni kendine doğru çektikçe onun büyüsü içine girip derinlere daha da derinlere dalıyorum. Bu ışık inanılmaz!.......... ne muhteşem. Ruhumu teslim alıyor, vücudumun bütün hücrelerine doluyor. En sonunda bir anda kendiliğinden avucumun içinde buluyorum . Erişilmez bu duygu beni sarıp sarmalıyor. Şu an o kadar mutluyum ki. Bunu hissediyorum ve yüzüme derin bir tebessüm gönlüme huzur doluyor.....
Orada ne kadar uzun süre kaldığımı hatırlamıyorum. Farkına vardığımda derin sessizlğin içinde buluyorum kendimi...... Etrafımda yüzen deniz gözlüklü balık adamlar görüyorum, hiç bir anlam veremiyorum. Yanıma gelip, yukarı çıkarıyorlar. Oysa, ben böyle bir istekte bulunduğumu hatırlamıyorum. Birisi kucaklayıp kumun üzerine yatırıyor. Ardından, “bulduk “diye sesleniyor. Bedenim geniş kumsalda hareketsiz, avucum sıkıca kapalı halde sırtüstü yatıyorum. Yüzümdeki gülümseme dudaklarıma yansımış halde aynen duruyor. Saçlarım dağanık bir halde suya doğru uzanıyor hatta uçlarına denizin suyu hafiften hafiften değiyor. Eşim, kızım ve daha bir çok kişi koşarak sahile yanıma geliyorlar. Cansız bedenime sarılıp ağlamaya başlıyorlar. Eşim ne kadar iyi yüzdüğümü, kızım son derece dikkatli biri olduğumu ve diğerleri.......... İnanamıyoruz, diyerek cümlelerini bitiriyorlar. Esasında hepsini görüyorum ve sesleniyorum ama beni duymuyor duyamıyorlar. Ben, çok mutluyum benim için üzülüp ağlamayın diye bağırıyorum ama nafile,,,,,,,,,,,,,,,,,,.
Hakikaten yaşadığım bugün ne kadar güzel bir gün; İYİ Kİ BUGÜN BENİM DOĞUM GÜNÜM.
AYŞEGÜL AKSOLEY
2 ŞUBAT 2009
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.