Yeşil çay, taş ev ve şiir
Okuduğum son klasikte anlayamadığım noktalar var
ve ben şimdi aklımdaki bu çapraşık sorularla
bir daha,
ve hatta
tekrar be tekrar bir Faust okuması daha istiyorum...
...
Lacivert kutunun içinde gül yaprakları biriktirdim.
Bileklerimde bir bahar ataleti. Demin bin bir emekle yazdığım yazının silinmesiyle beynimde çakan şimşekler ve bezginlik duygusu. İçimde bir Sezai Karakoç okuma aruzu biteviye mona rosa.
Ayaklarımın toprağa bastığı, çöl rüzgarlarının yanaklarımı okşadığı o sınır kentini özlüyorum. Hala bahara dönemeyen mevsimin çatlattığı ellerime inat. Ellerim, sizden bile yaşlı. Asırlık ağaçların kaba gövdeleri gibi.
Posta kutumu kontrol etmek istiyorum. Apartmanın girişindeki, demirden, soğukluğuyla ellerimi üşüten, anahtarını kaybettiğimi zannettiğim, aslında bir anahtarı olup olmadığını bile hatırlamadığım posta kutumu. İçimde yarım tümceler. Üstümde bütün günün ağırlığı.
_"Forward edilen" her mail ruh sağlığımı bozuyor, çay doldurur musun anne?...
Damaklarımda yeşil çayın bir türlü alışamadığım tadı. Yüzüm buruşuyor. Bir daha içmemeye karar veriyorum. Sonradan vazgeçeceğimi ve bir şeyi ilk defa yapmanın verdiği zevkle kendime demleyeceğimi bile bile. Gözlerim biraz daha yorgun şimdi.
...
/Ve bir kere daha, tek kelimelik cümlelerden nefret diyorum. /
Hava yağdı yağacak. Dışarıda eve küskün çocukların sesleri. Evde yemek kokusu. Evde kaloriferler kapalı. Ellerim üşüyor. Şimdilerde üşümekten hicap eden ellerim, üşüyor.
Bir masal özlüyorum. Yıldızsız ve ayın görünmediği bir gecede, tek katlı taş evin zeytin ve portakal ağaçları içindeki bahçesinde dinlenen. Cırcır böceklerinin ikindi vakti camlaşan bedenleri ve geriye kalanlarının beyinimi yontan sesleri arasında... Fakat Şehrazat gelmesin bir daha...
Çok şey istediğimi bilmenin şu an için suratıma verdiği pişkin edayla Ankara’da bir baharda, yine öyle ıssız, sessiz, yalnız bir akşamda bir hikaye istiyorum bu sefer... Sonu şiirle biten... Bileklerimde bir bahar ataleti yeniden...
Çöl rüzgarları geliyor aklıma. Vazgeçiyorum bir şey istemekten. İçimde yarım saat öncesindeki telefon görüşmesinin verdiği sıkıntı, aklımda çöl rüzgarları, gözleri pespembe ışıltılı bir çocuk, elleri yaralı...
Bir Nurullah Genç şiiri var radyoda...
"biz gitsek de, İstanbul’da yine de
yıllar yılı gezinmeli bu sızı
benden bir yaralı şiir kalmalı
senden bir tebessüm, bir de kırmızı ..."
_Çay kaldı mı anne?...
YORUMLAR
Yeşil çayı bana gönderin efendim. :)
Bir rüzgar yazısı mı? Evet.
Zaten rüzgarla zaman arasında ne kadar var ki fark?
Mona Rosa yı okuyup okuyup ruha huşu kaftanı giydirmek...
Şehrazad gelmesin, ağır düşer geceye. Zaten gelirse tutuşturur ahlarımı. O korktuğum en büyük ahım, kalacak ya hep içimde...Tatlıya bağlayalım, çayın hatırına, bir bardak çay da bana...