- 907 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İPSİZ
İpsiz
Mıstık, can havliyle ve sarhoşluğun verdiği bir hal ile böğürme ile bağırma arası bir homurtulu ses ile “yandım anam” diye elini gözüne bastırarak yere yığıldı. Bir anda dünyası kararmış ve adeta gözlerinden boşalan yağmurlarla birlikte şimşekler de çakıyordu. Düştüğü yerde iki büklüm kıvranıyor ve en yakası açılmadık küfürleri savurup duruyordu.
Küfürlere iyice sinirlenen karısı Hatçe yerde kıvranan Mıstık’ı tekmeleyerek:
“Seni sarhoş köpek seni, daha bir de küfür mü ediyon? Seni boyu devrilesice pis ayyaş!” diye bağırıyordu.
Artık iyice zıvanadan çıkan Hatçe Mıstık’ı ayaklarından tutup sürüyerek oturma odasına getirdi. Kendisi de yatak odasına geçerek kapıyı kilitleyip yattı. Mıstık bir müddet daha sövdü saydı. Sonunda sızıp kaldı.
Sabah ilk ışıklarla uyanan Hatçe hemen kalktı. Sanki hiçbir şey olmamış gibi Mıstık’ın yattığı odaya gitti. Baktı ki Mıstık daha uyanmamış ama ortalığı berbat etmişti.
“Mıstık, lan Mıstık kalksana, yine içtin değil mi? Şu ortalığın haline bak. “ diyerek Mıstık’ı uyandırmaya çalıştı.
Mıstık belli belirsiz bir inleme ile kendine gelmeye çalışıyordu. Ancak sağ gözünü açamıyordu ve hatta oynatamıyordu bile. Mıstık dönünce Hatçe gözünün morardığını ve şiştiğini fark etti. Ama hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi:
“Anaaa, gözüne ne oldu lan? Yine birsiyle dalaştın değil mi?” diye sokranmaya ah vah etmeye başladı.
Mıstık:
“ Lan Hatçe gözümü açamıyorum. Çok acıyo lan. Anam ölüyoom. Çabuk bana biraz buz getir.” Dedi.
Hatçe koştu dolaptan buz getirdi ve Mıstık’a doktora gidelim falan demeye başladı. Mıstık doktora gitmem, geçer dedi.
Allah’tan Mıstık ayılınca sarhoş iken yaptığı hiçbir şeyi hatırlamazdı. Hatçe bu defa da yırtmıştı. Mıstık başladı üfürmeye:
“Yahu gece iki üç arkadaş meyhaneye gitmiştik. Bizim arkadaşlardan birisi yan masadaki herife mi bakmış ne adamlar bize küfür etti. Birbirimize girdik. O arada biri gözüme vurdu. Ama meyhaneci beni adamın üstünden aldığında “Mıstık kaç oğlum lan. Bu adam kesin ölür” diyordu. Valla eve zor düştüm. Baktım sen de uyuyon. Uyandırmayım dedim. Şuracığa kıvrıldım. Lan karı beni polis falan ararsa iki gündür sebze almak için Çarşamba’ya gitti de ha. Herif ölür mölür. Unutma sakın” diye tembihledi.
Hatçe saf numarası yaparak dinliyordu.
“Ya adamı öldürsen, Mıstık yaptı deseler. Ne olur halimiz? Niye böyle içiyon? Pazarlardan 3–5 kuruş kazanıyon, onu da ya içkiyle ya kumarla yiyon. Yapma artık” diye ağlamaklı bir sesle Mıstık’a yalvarmaya başladı.
Biraz dinlenince Mıstık gözüne bir siyah gözlük takıp kendini dışarı attı. Arabasına malzemelerini yükledi ve ortağı Murtaza’yı almak üzere yola çıktı. Murtaza Mıstık’ın en samimi arkadaşıydı. Beraber pazarcılık yaparak geçimlerini sağlarlardı. Evin önüne geldiğinde Murtaza da yolda onu bekliyordu.
Mıstık arabadan inince Murtaza Mıstık’ın gözündeki gözlüğü gördü ve:
“Ne oldu Mıstık, bu gözlük ne oğlum mafya gibi?” dedi. Mıstık:
“Sorma arkadaş, şu gözümün haline bak.”
“Ne yaptın lan, akşam bir şey yoktu. Ne zaman yaptın?”
“Murtaza ben sarhoş olunca bir şey hatırlamıyorum. Dinine imanına bana ne oldu? Biz kiminle kavga ettik?”
“Yok oğlum. Gece Ali’nin arabasıyla Irıza ve ben seni eve bıraktık. Senin karı bizi neyi kovdu. Bağırıp duruyordu. Yoksa...”
“Yoksa ne lan?”
“Hatçe seni dövmüş lan serseri!”
Mıstık’ın bir anda nefesi daraldı, kızardı, bozardı, yutkundu. Şoförlüğü Murtaza’ya bırakarak yan tarafa oturdu. Ağzını bıçak açmıyordu. Sonra kısık bir sesle:
“Murtaza Allah’ını seversen Ali ile Irıza’ya söyleme. Onlar benimle dalga geçerler. Sorarlarsa pazaryeri için kavga ettik de.”
“Sen benim kardeşim sayılırsın. Ben onlara söylemem. Ancak Hatçe bu defa çok ayıp etti. Çok ileri gitti.”
“Ben onun yanına bunu koyarsam bu bıyıkları keser karı diye gezerim. Bak neler edeceğim. Sen bile şaşıracaksın. Hele bunu da yemiş olalım. Geçen kafamın yarıldığında da…”
“He lan o zamanda bu şerefsiz yaptı demek ki. Bir de Lokumcu Fahri’yi sıkıştırdıydık. Göbel yemin billah ettiydi ben yapmadım diye. Günahını almışık.”
“Eh bakalım çekirge Hatçe, bir sıçran, iki sıçran. Üçüncü de böyle yakayı ele veririsin. Keser döner sap döner, bir gelir hesap döner. Bakalım göreceğiz, el mi yaman, bey mi yaman.”
Mıstık teybe bir Müslüm Gürses kasedi attı. Tam damardan söylüyordu boğuk boğuk Müslüm Baba:
“Kötüysem düşkünsem kime ne bundan?”
Mıstık’ın gözyaşları yanaklarından süzülüyordu. Bir ara elini tersiyle yüzünü sildi. Murtaza’ya hissettirmedi ağladığını…
Bir müddet hiç konuşmadan gittiler. Sadece sigaraları peş peşe yakıyorlardı. İlçeye geldiklerinde Mıstık Büyük Caminin duvarında Yeşilay’ın bir levhasını seslice okudu.
“İçki, bütün kötülüklerin anasıdır. Hz. Muhammed (SAV)”
Murtaza:
“Bi şey mi diyon Mıstık?” dedi.
“Yok, Hz. Peygamber’in sözünü okudum. Ne güzel söylemiş mübarek adam. İçki her kötülüğün anası… Sarhoş olunca ne yaptığını bilmiyorsun. Çamurlara beleniyorsun. İstifra ediyorsun, salya sümük bir birine karışıyor. Karıdan dayak yiyorsun, onu da bilmiyorsun. Kimisi de kafayı parlatınca karıyı, çoluğu, çocuğu dayaktan geçiriyor. Cebin soyuluyor haberin olmuyor. Boşalan şişeler değil aslında, boşalan insanlığımız, tükenen haysiyetimiz.”
“Aslında haklısın Mıstık. Üç beş kuruş kazanıyoruz. Onu da içkiyle, kumarla tüketiyoruz. Keşke bu pislikten kurtulabilsek…”
Artık pazaryerine gelmişlerdi. Pazar zaten ufacık bir yerdi. Bir sokağa üç beş sergi serilir. Biraz da civar köylerden gelen köylüler derme çatma sergilerinde ürünlerini satmaya çalışırlardı.
O gün Mıstık pek arabadan inmedi. Sadece mal bitince pikaptan yeni mal indirdi. O kadar. Öğleden sonra ise:
“Bu gün erken gidelim. Yeter bu kadar. Zaten canım sıkılıyor” dedi Mıstık. Murtaza da ikilemedi topladılar tezgâhı şehre doğru tekrar yola koyuldular.
***
Hatçe Mıstık’ın ikinci karısıydı. İlk hanımından ayrılma sebepleri biraz geçim sıkıntısıydı. Kadın yoksulluk yüzünden, onun bunun yanında pazarcılık yapan adamdan koca mı olur diye bir gün iki çocuğunu da alarak gitmiş, bir sürü aracılar araya girse de bir daha geri dönmemiş ve sonunda açılan mahkemede boşanmışlardı.
Mıstık o zamanlar içmez, kahveye dahi gitmezdi. Mahalleden tanıdığı birsinin yanında pazarcılık yapar, adama yardım ederdi. Oda üç beş kuruş harçlığını cebine koyar ve satılan malzemelerden evine bırakır, bu şekilde kıt kanaat geçinip giderdi.
Daha sonra arkadaşı Murtaza ile borç harç eski bir araba alarak pazarcılığı kendileri yapmaya başlamışlardı. Bazen sebze, bazen basit giyim malzemeleri, ayakkabı, açık deterjan, çay şeker vs. satarlardı. İşleri sonraları düzelmişti. Ancak Mıstık eşinden ayrılmanın sıkıntısını ve çocuklarına duyduğu özlemini biraz da arkadaş çevresinin etkisiyle içkiyle yatıştırmaya çalışıyordu. Düştüğü bu bataklık onu her geçen gün daha da dibe çekiyordu. Arkadaşları ona Ayyaş Mıstık diyorlardı artık.
Hatçe; eski bir kabadayı olan aksiliği ile ün salmış babasının yüzünden talipleri çıkmadığı için evde kalmıştı. Komşuları aracılığı ile Mıstık, Hatçe’yi görmüş ve can yoldaşı olur diye evlenmeye karar vermişti. Sonuçta zor da olsa evlenmişlerdi.
Fakat Hatçe, Mıstık’a hiç anlayışlı davranmamış ve hatta ayda bir çocukları ile evde görüşmesine dahi izin vermemişti. Öyle ki Mıstık’ın çocuklarını hiç görmemişti bile. Mıstık ise çocukları dışarıda gezdirir, lokantaya, sinemaya, lunaparka falan götürürdü. Ayrıldıklarında büyüğü 6, küçüğü 4 yaşında olan çocuklar şimdi 11 ve 9 yaşında idiler. Mıstık’ın Hatçe’den Ali isminde bir oğlu olmuştu. Ali 3–4 yaşlarındaydı.
Mıstık’ın eski karısı da artık evlenmek niyetindeydi. İkide bir Mıstık’a “çocukları alsın başımdan. Ben de kendi başımın çaresine bakmak istiyorum. Bu çocuklar varken ben yuva kuramam. Hiç olmazsa birisini bari alsın” diye durmadan haber salıyordu.
Yeni damadı kimse adam yerine koymazdı. Bu evde de Mıstık’ın adı “İpsiz Mıstık” olmuştu. Kaynının çocukları dahi onu görünce “İpsiz Enişte geldi” diye dalga geçerlerdi. Hatçe hemen her gün Mıstık evden çıkınca kahvaltı sofrasını dahi toplamadan doğru anasının evine gider, akşamları bile bazen dönmezdi. Mıstık ise eve gelince çoğu zaman ortalığı toplar, sabahki bulaşığı yıkar ya gider Hatçe’yi alır gelir, ya da bir iki gün arayıp sormazdı bile. Kimse Mıstık’ı adam yerine koymadığı için izin alma gereği dahi duymazdı.
Ancak Mıstık ne zaman büyük pazara çıkarsa iş değişirdi. Kaynanası bir gün önceden akşam telefona sarılır:
“Yavrum, Hatçe ile az bir işimiz var. Yarın bize gelsin. Sen de akşam iş dönüşü bize gelirsin. Yemeği burada yiyelim. Hazırlık yapacağım” derdi.
Tabii evin önüne gelince hemen pazarda satılmayan mallar adeta yağmalanır, neredeyse üçe bölünürdü. Bir bölüm Murtaza’ya bırakılır. Bir bölüm Mıstık’ın hissesidir. Üçüncüsü ise kendilerine…
Aradan bir iki hafta geçmişti. Mıstık bu süre zarfında içkiyi iyice azaltmış ancak sadece arkadaşlarını kırmamak için 1 kadehten fazla içmemeye başlamıştı.
***
Bir gün Hatçe’yi sınamak için sarhoş taklidi yaparak eve geldi. Sapır saçma konuşuyor, nara atıyor, güya ayakta zor duruyordu. Hatçe yine Mıstık’a elindeki fırça sapını indirecekti ki Mıstık Hatçe’yi bileğinden yakaladı. Hatçe canının acımasından ve bu defa yakayı ele vermenin korkusuyla kıpkırmızı oldu. Mıstık:
“Ne o Hatçe beni mi dövecektin yoksa? Nasıl canın yanıyor mu? Hani gücün bu defa niye yetmiyor?”
“Valla Mıstık vurmayacaktım. Birden bana bir şey yapacaksın sandım. Korktum da kendimi savunmak amacıyla şey ettiydim”
“Ne bileyim bana pek öyle gelmedi”
“Yok, valla hiç kocaya el kalkar mı? Allah ne der adama?”
Mıstık daha fazla üstelemedi. Zaten şaşırmış olan Hatçe’yi yere doğru iteledi. Hatçe çuval gibi yığıldı kaldı. Mıstık anlayacağını anlamıştı.
***
Ertesi gün pazar dönüşü Mıstık kendi oturduğu sokağın köşeyi dönünce ani bir fren yaptı. Murtaza nerdeyse kafasını cama vuracaktı.
“Napıyon oğlum, ne oldu böyle?” dedi Murtaza.
Mıstık hemen arabayı kenara çekti ve:
“Şu bebekler benimkiler değil mi la? Bunlar burada ne yapıyor. Evimi bilmiyorlar ki. Neye geldiler acaba bu mahalleye?”
Murtaza da hemen baktı sokağın başına. Gerçekten de onlardı.
“Hee, onlar.”
Mıstık arabadan fırladığı gibi çocuklara doğru “Selim, Ayhan” diye bağırarak koştu. Murtaza da arabadan inip peşinden hızlı adımlarla yürüdü. Büyük oğlan Selim babasının sesini duyunca önce kaçmak istedi fakat sonra vazgeçti. Zaten Mıstık yanlarına gelmişti.
“Oğlum burada ne işiniz var, hayırdır?”
Selim babasının gözlerinin içine bakarak başladı ağlamaya.
“Oğlum ne oldu? Annenize mi bir şey oldu?”
Hıçkırıklar arasında boğazına düğümlenen kelimelerle zor bela Selim başladı olanları anlatmaya:
“Baba geçen gün arkadaşlarla bu mahalleye maç yamaya gelmiştik. Buradan geçerken seni arabaya binerken gördüm. Peşinden koştum, yetişemedim. Bu gün de kardeşimle seni görmek için annemden habersiz gelmiştik.”
“Eee, niye ağlıyorsun oğlum o zaman?”
“Baba, kapıyı çaldık. Hatçe açtı. Biz Mıstık’ın çocuklarıyız, babamı ve yeni kardeşimizi görmeye gelmiştik deyince Hatçe bizi kovdu. Beni sallayarak bir daha buraya gelmeyeceksiniz diye bana vurdu.”
Mıstık bir anda kıpkırmızı olmuştu. Çocuklarına sarılıp ağlamaya başladı. Murtaza da şok olmuştu. Onun da gözyaşları ister istemez yanaklarından süzülüyordu. Murtaza dişlerini sıkarak hafif bir sesle:
“İnsafsız karı” diye söylendi.
Mıstık çocuklarını evlerine götürmek için arabaya bindirdi. Yolda onların gönlünü aldı. Bu olayı kimseye anlatmamalarını ve bir daha böyle yapmamalarını tembihledi.
***
Mıstık eve doğru gelirken çok şeyler tasarladı kafasından. Hatçe’yi perişan edeceğim diye söyleniyordu. Eve geldiğinde ise Hatçe evde yoktu. Evin içinde dolandı durdu. Bir ara:
“Tamam, şimdi canına okudum senin” dedi kendi kendine.
Hemen telefona sarıldı. Telefonu kaynanası açtı.
“Hatçe orada mı?”
“Şey oğlum, aha şimdi geldiydi, Baban hastaydı da. Hemen geliyordu o da zaten.”
“Yok, gelmesin, sen bana Hatçe’yi ver”
Birkaç saniye sonra Hatçe telefona gelmiş, ama kaba kaba soluyordu. Aslında Hatçe yaptığı son olaydan dolayı korkusundan anasına gelmişti. Mıstık bu yaptığını duyar da sorarsa ne deyim diye anasına danışmaya gelmişti. Anası ise aslında Hatçe’ ye çok kızmıştı. Ama olan olmuştu bir kere. Mıstık:
“Hatçe başımda bir iş var. Sakın eve gelme. Ben dışardan, telefon kulübesinden arıyorum. Geçen meyhanede kavga ettiğim adamlar mafyaymış. Adam hastaneden çıkmış. Beni arıyormuş. Murtaza’yı tehdit etmişler. Ölümlerden ölüm beğenin diyorlarmış. Evin önünde pusu atmışlar. Sakın eve gelmeyin. Ben İstanbul’dan bir iş ayarlayacağım. 1–2 hafta sonra seni alırım.”
“Amanın, şimdi napacağız Mıstık?”
“Bana soru sorma. Sen benim dediğimi yap. Sakın eve gelme. Bak ben bile seni kurtaramam.”
Hatçe ağlayarak telefonu kapattı. Durumu evdekilere anlattı. Babası Mıstık’a küfürler yağdırıyor, “zaten bu ipsizden başka ne beklenirdi ki” diye söylenip duruyordu.
***
Ertesi gün Mıstık evde ne var ne yok hepsini haraç mezat sattı. Evi de tanıdığı bir emlakçiye acilen satması için yazdırdı. İstanbul’da pazarcılık yapan ara sıra mal aldıkları arkadaşlarına da kendine de bir iş ayarlamalarını, eğer işi olursa bir gecekondu alıp oraya yerleşeceğini söyledi.
Bir hafta sonra önce evin satıldığı haberi geldi. Hemen devir işlemlerini yapıp parasını aldı. Artık Murtaza’larda kalıyordu. Mıstık eğer durumu ayarlarsa Murtaza’yı da İstanbul’a alacaktı. Murtaza’nın eşi de olayları biliyor, O da İstanbul’a taşınma işine sıcak bakıyordu.
Birkaç gün sonra Mıstık İstanbul’a gitti. Arkadaşları ona bir fabrikanın defolu tekstil ürünlerini pazarlamak işini teklif ettiler. Uzun uzun anlattılar. Bayağı karlı bir işti onlara göre. Mıstık’a bu iş sıcak geldi. Çok ucuza alacakları malları şehir şehir, köy köy satabilecek ve sonunda şu andaki yaptığı işten bile daha çok kazanacaktı. Oradan ufak bir ev de buldu. Pazarlığı bitirip tapuyu üstüne aldı. Evde kelepirdi. Mıstık bu defa işler tıkırında diye düşünmeye başladı. Sanki talih yüzüne gülmeye başlamış gibiydi.
Mıstık tekrar geri döndü ve Murtaza’ya durumu anlattı. Pikaplarını satıp eski bir minibüs almak gerektiğini söyledi. Pazarcılık yaptığı arkadaşları vasıtasıyla bir hafta içinde araba işini de hallettiler.
Mıstık son olarak çocuklarını görmeye gitti. Onlarla vedalaştı. İşleri yoluna koyduktan sonra onları İstanbul’a götüreceğini söyledi. Çocuklar da bu duruma sevinmişti. Zira anneleri evlenmiş ve üvey babaları artık çocuklara dirlik vermiyordu.
***
Hatçe her gece pencere kenarında sabahlıyor, her kapı çaldıkça Mıstık diye koşuyordu. Ama ne gelen vardı ne giden. Bu 1 aylık süre içinde kendi kendine bir muhasebe yapmış, içine de bir korku düşmüştü.
Fakat beklediği telefon sonunda gelmişti. Mıstık 2–3 gün içinde kendisini ve çocuğu alacağını, hemen eşyalarını hazırlamasını söyledi. Hatçe biraz rahatlamıştı. Kendisine bir valiz hazırladı. Beklemeye başladı. Artık neşesi de yerine gelmişti.
Ertesi gün sabah erkenden kapı çaldı. Hatçe koşarak kapıyı açtı. Mıstık karşısındaydı.
“Ne yaptın hazır mısın?”
“Hazır sayılırım. Bu kadar erken geleceğini düşünmemiştim. Yarım saat sürmez.”
“Sen hazırlanan kadar Ali’yi ver de ona bir şeyler alacağım”
“Beraber alsak, benim de alacaklarım vardı”
“Yok sen ver Ali’yi”
Mıstık Ali’yi alıp arabaya binip uzaklaştı.
Aradan iki saat geçmişti. Yine kapı çaldı. Hatçe Mıstık geldi diye koşarak kapıyı açtı. Ancak karşısında bu kez bir postacı vardı.
“Hatice Yaman”
“Evet, benim”
“Şurayı imzalayınız”
Hatçe gösterilen yeri imzaladı. Verilen zarfı açtı. Bir anda olduğu yere yığıldı. Evdekiler ne oluyor diye koştular. Hatçe bayılmış ve elinde bir zarf vardı. Bir yandan kolonyalar, sular gelirken ufak yeğeni elindeki kâğıdı okudu.
Gelen mahkeme celbiydi. Önümüzdeki ayın 20 sinde mahkeme vardı. Mıstık boşanma davası açmıştı.
Hatçe içeri zor girmişti. Ne oldu diye sordular. Hiçbir şey söylemedi. Bir an ölüyorum sandı. Elini yüzünü yıkadı. Tam kendine gelmişti ki kapı bir daha çaldı. Kapıyı annesi açtı. Mıstık gelmişti. “Hatçe hemen aşağı insin” dedi.
Hatçe olanlara bir anlam verememişti. Aşağı koşarcasına indi. Mıstık valizini arabanın bagajına koydu. Hatçe hemen Ali’yi kucağına aldı. Bağrına sıkı sıkı bastı. Öpüp kokluyordu.
Ne olduğunu sormak istedi, soramadı. Hangi akıbete gidiyordu bilmiyordu.
Mıstık çocuğu alıp Murtaza’lara gitmişti. Onlar da İstanbul’a beraber gideceklerdi. Murtaza Mıstık’a Hatçe’yi sormuş, o da durumu anlatmıştı. Murtaza o zaman senin Hatçe’den ne farkın var diye çıkışmıştı. Epey bir konuştuktan sonra Mıstık yapacaklarında vaz geçerek önce avukatına davayı durdurmasını söylemiş, ardından da Hatçe’yi alarak yola koyulmuştu. Yolda bir benzinlikte onları bekleyen Murtaza’larla buluşuldu.
Hatçe onları görünce rahatlamıştı. Ancak şu son saatlerde yaşadığı şoklar onu geçmişi ile yüzleştirmeye yetmişti. İçinde büyük bir pişmanlık vardı.
Benzinlikten arabalara yakıt alınıp tam yola çıkacakları sırada Hatçe Mıstık’a döndü.
“Mıstık madem buradan gidiyoruz. O zaman aklın burada kalmasın. Selim ve Ayhan’ı da alalım. Üvey baba eline kalmasınlar. Ben onlara da bakarım”
Mıstık şaşırmıştı. Allah yaptığı iyiliğin karşılığını hemen vermişti. İçinden “Allah’ım sen nelere kadirsin. Bana içkiyi, bu vicdansız kadına da zalimliği bıraktırdın. Sana şükürler olsun” dedi.