KAPILAR(IM)!
Altın yaldızlı bir kapı… Ardına kadar açık… Atlasam eşiğinden belki boğulurum, belki uçsuz bucaksız bir mutluluğa savrulurum!
Kalp ağrılarımız vardır bizim. Gerçek sandığımız yalanlarımız. Acılarımız vardır, arsız umutlarımız…
Gücüm yok! Dayanamayacağım belki göreceklerime ama bu sarayı yoklamak gerek deyip atlıyorum eşikten. Bir sürü oda, hepsinin kapısı altın yaldızlı. İlk kapıyı açıyorum… Bir ışık gözlerimi alıyor. Nasıl aydınlık nasıl sevgi dolu! İki kelebek çıkıp gidiyor açtığım kapıdan . Bakıyorum uzatıp kafamı… Allah’ım nasıl güzel bir bahçe! Rengarenk çiçekler! Kasımpatıları, akşamsefaları, sanki bana bakan kara kara gözler gibi mor menekşeler… Kelebekler, arılar, karıncalar… Bir kız çocuğu koşup geçiyor önümden, kahkahaları kulaklarımı çınlatıyor! Mavi bir elbise var üstünde, sarı çiçekleri… Evet, abisiyle oynuyor. Abisi sevgi dolu … Yakalıyor küçük kızı ve çimlerde yuvarlanıyorlar… Uğur böceği gösteriyor abi küçük kıza, hadi diyor iste, ne geçiyorsa içinden iste diyor… Küçük kız yine bilindik ezgiyi söylüyor. “ Uuuç uuç uğurböceğim, annen saaana….”
Babası küçük kızın elini kavrıyor annesi tombiş oğlanın… Öyle güzel bakıyorlar ki birbirlerine… Ve bahçenin içine doğru yürüyüp kayboluyorlar… Işıklar çekiliyor. Kapı kapanıyor. Bu minicik odaya bu kocaman rengârenk bahçe ve bu kocaman saadet nasıl sığmış diye düşünüyorum.
Sorularımız vardır bizim, sormaya hep çok geç kaldığımız. Aldandığımız gerçeklerimiz vardır, kendimizi kandırdığımız…
İkinci kapıyı açıyorum… Cılız bir ışık yayılıyor masa lambasından! Kız gömülmüş kitapların, defterlerin içine kaldırmıyor kafasını… Habire yazıyor, okuyor, karalayıp karalayıp atıyor sayfaları, saçları birbirine karışmış. Belli ki çok sıkılmış… Onu öylece bırakmasam, gitsem konuşsam, korkacak benden, tanımayacak beni. Yok! Kapıyı bu kez ben kapatıyorum… Bu yeni ergen kız, o kocaman kitapların arasında boşa kayboluyor diye düşünüyorum.
Optik okuyuculardan geçen hayatlarımız vardır bizim. Aptal aptal kutucuklarımız, taşırmadan karalamak için… Taşınmadan bu dünyadan bir boka yaramak için…
Üçüncü kapının önüne geliyorum… Kapı açılıyor. Tuhaf bir koku geliyor içerden… Kapı sonuna kadar açıldığında kocaman bir tuvale boyalar fırlatan kızı görüyorum. Minik minik periler uçuyor etrafında! Kızgın mı mutlu mu anlayamıyorum kız. Bütün renkleri birbirine karıştırıyor. Ve gelişigüzel tüm boyaları tuvale boşaltıyor büyük bir hızla… Sonra pastel boyaları alıyor eline. Renkli renkli. Ama o sadece mor ve pembeyi seçiyor. Tuvali karalıyor mor ve pembeyle, boydan boya, eğri, düz, çapraz çizgiler… Sonra birden bana dönüyor ve “Bak!” diyor… “Bir boka yaradım!”… Minik periler hızla gelerek kapıyı suratıma kapatıyorlar. Ne kadar da kibarlarmış diye düşünüyorum!
Olmak isteyip olamadıklarımız vardır bizim. Olmak istemeyip de olduklarımız. Bir telaştır sürer gider ve pembe ve mor; yerini siyaha bırakır…
Bu odaların hepsini nasıl gezeceğim diye düşünüyorum. O kadar çok ki… Neyse diyorum biter! Dördüncü kapıya geliyorum… Tuhaf bir tedirginlik kaplıyor içimi… Hani olur ya bazı zamanlar, kötü bir şey olacak gibi hisseder insan, işte öyle! Bu kapıyı atlasam mı diye düşünüyorum. Canım acıyor birden! Ben açmadan açılıyor kapı… Bir kız çığlık çığlığa bağırıyor! Bir adam, kızın mavi elbisesini parçalıyor. Salyalar akıyor ağzından adamın. Kız yalvarıyor. Adam kızı dövüyor. Kızın yüzü kan içinde. Sesim çıkmıyor, öylece bakakalıyorum. Kıpırdayamıyorum yerimden gidip yardım edeyim. Adam kızı seviyor, hayvan gibi seviyor! Hayvan gibi seviyor adam kızı! Hayvan gibi seviyor!! Ve çekip gidiyor… Kız bacak arasından damlayan kanları, yüzünü gözünü mavi elbisesinin parçalarına siliyor. Ağlıyor.Adam gidince susuyor. Az önceki çığlıklarına karşın şimdi tek bir kelime etmiyor. Vücudum buz kesiyor. Bakıyorum, boşlukta düşüyorum sanki. Koca bir yumruk boğazımda hiçbir şey yapamıyorum. Kız bana bakıyor, gözünden akan yaşlara rağmen kahkaha atmaya başlıyor. İlk kapıdaki kızın kahkahalarına o kadar benziyor ki dayanamıyorum ve kapatıyorum kapıyı. Kanım dondu… Gidemiyorum kapının önünden, bekliyorum orada biraz. Çok merak ediyorum kızı. Yeniden açıyorum kapıyı… Aynı sahne! Adam hayvan gibi yine seviyor kızı. Kız yine yalvarıyor, adam yine dövüyor. Hep aynı! Her kapıyı açışımda değişsin diyorum, kız ağlamasın, ama hep aynı, hep aynı!!! Ayrılamıyorum o kapıdan, uzunca bir süre hep orda kalıyorum, aynı sahne, aynı sahne… Adam. Hayvan. Çığlık. Kan.
Hiç kapanmayan yaralarımız vardır bizim, içten içe kanayan. Kendimize bile anlatmaya cesaret edemediğimiz anılarımız. Kenarına kan sıçramış yarınlarımız…
Beşinci kapıya ne zaman geliyorum ne zaman açıyorum kapıyı hatırlamıyorum bile… Halâ buz gibi olduğumu hissediyorum… İçerden gelen dost muhabbetler ısıtıyor içimi ve kız şimdi gülüyor. Bir hastane odası, baba kızın saçlarını okşuyor. Öyle çok dostu var ki kızın hepsi kızın çevresinde dönüyor. Kız hiçbir acıyı unutmuyor belki ama gülümsüyor. Dostlarından biri kızın elini hiç bırakmıyor. Kirli sakalı ve bıyığıyla hep ona gülümsüyor, hep gülümsüyor… Kız sevildiğini gerçekten biliyor. Abi koşa koşa gelip, “Bak buldum!” diyor kıza. “Bak buldum…” Hadi, ne geçiyorsa içinden iste diyor. Kız abisine bakıyor ve pırlanta gibi bir damla akıyor gözünden… “ Uuuç uuuç uğur böceğim, annen saaana…”
Kız beni fark ediyor ve çıkarıp kollarındaki serumları kalkıyor yatağından herkes ona bakıyor. Herkes bana… Herkes bana gülümsüyor… Herkes ona… Kız bana doğru geliyor iyice görebileceğim kadar yaklaştığında onun bana bir ayna tuttuğunu görüyorum o kız bana benziyor. Herkes birlikte bağırmaya başlıyor, “sende unut! sende unut!”… Kız içerde kalıyor, ben içerde… Ben dışarı çıkıyorum, kız dışarıda.
Benim dostlarım, mavi elbisem, uğur böceğim…
Zor yıllarımız vardır bizim, her darda yanımızda olan dost bakışlarımız. Ne kadar ihmal edilseler de, hiç bırakmayacak “canparçalarımız.”
Gücüm yok artık diyorum, çıkıp gitmeyi düşünürken arka kapı açılıyor. Bir adam! Işıl ışıl bir adam! Ellerini uzatıyor. Buraya gel diyor. Gözleri insan insan bakıyor… Tüm dostlarım onun yanında hepsi beni çağırıyor. Adamın elinden tutuyorum, beni sımsıkı sarıyor… Bırakmayacağını biliyorum.. Arka kapının dışındaki bahçe, birinci kapıdaki o bahçeye benziyor; daha kocaman, daha renkli, yine kasımpatıları, mor menekşeler, kadife çiçekleri, akşam sefaları, kelebekler, dostlarım, sevdiğim, ailem…
Gülüyorum artık abi… Ve biliyorum, uğur böcekleri terlik giyemez!
Kalabalıklarımız vardır bizim, düştüğümüzde elimizden tutanlarımız, hayatımızı birbirine bağladığımız sevdiklerimiz, ailemiz…
Ve sen…
Altın yaldızlı bir kapı… Ardına kadar açık… Atlasam eşiğinden belki boğulurum, belki uçsuz bucaksız bir mutluluğa savrulurum!
Atladım eşiğinden. Boğulmadım. Uçsuz bucaksız bir mutluluğa savruldum…
Meziyetlerimiz vardır bizim… Her acıya sabrımız. Yenilmeyişlerimiz vardır. Ve her ne olursa olsun, insanlığımızı satmayışlarımız.
14 Ağustos 2008
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.