HASTANE YOKUŞU
Sabahın erken saatinde bütün ev halkı uyanmıştı.Sabaha kadar kar yağmış,sabaha kadar Ayşe Nine inlemişti.Önceleri yaşlılığın verdiği bir rahatsızlıktır diye, ıhlamur kaynatmışlar,gripin içirmişler;ama, nafile.Ne kar yağışı kesmişti, ne de Ayşe Ninenin inlemeleri.Dışarıda kar yağışı dinse bile,onu alıp hastaneye götürmeleri mümkün görünmüyordu.Mümkün görünmüyordu;çünkü, bu saatte araba bulunmazdı.Araba bulunsa verecek para bulunmazdı. Sonra hastaneye götürdüm diyelim ;oraya verecek para nerede .devletin hastanesinde ,devletin vatandaşı parasız tedavi olacak değil ya.
Ayşe Ninenin oğlu Halil ,bir yük taşırım diye önünde el arabası akşama kadar çarşı Pazar dolaşıp duruyordu.Şimdilerde herkes hanım olmuş,bey olmuştu da aldıkları iki poşeti bile taksiye taşıyorlardı.Bu yüzdende Halil ,bir paket sigara,iki ekmek alacak parayı zor kazanıyordu.Hele şimdi kar yağıp da ortalık buza kestiğinde işler iyice kesatlaşmıştı.çoğu zaman mahallenin bakkalından borca alış-veriş yapıyorlardı.Bereket ki bakkal Bayram, Halil’in durumunu bildiğinden zorluk çıkartmıyordu.
Halil ezile büzüle bakkalın kapısına bir kere daha vardı:
--Anam çok hasta. Doktora götürecek parada yok…
Para istediğinden değil ama içindeki sıkıntıyı atmak için öylesine söylemişti.Yokdsa bakkalın bu kadar alacağı üstüne bir de elden para almak olacak iş değildi.Halil çok efendi, son derece iyi niyetli birisiydi.Eline geçen beş kuruşu gereksiz yere harcamaz , evi için deli divane olurdu.
Bakkal Bayram kasayı çekti.Kasanın köşesine masum bir beş milyonluk ve birkaç demir para görünüyordu.Beş milyonu Halil’e uzattı:
-Vallahi olanını ekmekçiye verdim.Başka yok…
Halil evin önünde,pencere demirine zincirle bağlı duran el arabasını çözdü.Üzerinde biriken karları temizledi.Önce bir kilim, onun üzerine de bir döşek serdiler.Ayşe nine döşeğin üzerine yatırıldı.Onun üzerine de kalınca bir yorgan örtüldü.
Halil arabayı itekleyerek hasta haneye kadar zor geldiler.Yoldan geçenler dönüp bakıyorlardı.Halil hayırlı evlat mı, yoksa hayırsız evlat mı bilemiyordu.Hastanenin önünde duranların yarı acımaklı bakışları arasında anasını sırtına aldı.Acil kapısının önündeki dik merdivenleri güç bela çıkabildi.”acil kapısında böyle merdiven gelenin acil ölmesi için herhalde “diye düşündü.Koridorda bir köşeye sindiler.Yanlarından gelip geçen beyaz önlüklüler şöyle bir göz ucuyla bakıp sonra görmezden gelerek gidiyorlardı.Dışarıda kar yağışı kesmişti.Ama; Ayşe ninenin iniltileri daha da artmıştı.Yanlarından geçen hemşireye:
-Abla az bakan mı..dedi
Hemşire sanki ayağına basılmış gibi
-Nereden ablan oluyorum senin sersem..diye bağırdı
Halil ne hata yaptığını anlayamamıştı.Yüzü kıp kırmızı oldu.birden yıkılacak gibi sendeledi.Herkes sanki ona bakıyordu, ona bakıp yaptığı büyük yanlıştan dolayı kınıyordu.İyi giyimli yaşlı bir adan usulca sokularak:
-Geçmiş olsun delikanlı annen mi? Diye sorduğunda Halil yeniden can buldu.Burada, bu ortalık yerde kaybolmuş gibiydi. Sanki bütün hevesi,bütün umudu neyi varsa hepsi birden silinmiş, bilmediği bir dünyada bir başına kalıştı da bu yaşlı adam tanıdık bir sesin sahibiydi.Halil işte öylesine bir can bulmuş gibi oldu. Yaşlı adam yine aynı tanıdık gelecek tatlı sesle:
Git şu vezneden fiş al. dedi
-Uzunca bir sıranın ardında kendinden bir evvelkinin neler yaptığını gözleyerek sırasını bekledi.Veznedeki görevliye derdini anlattı.Bakkaldan aldığı parayı vezneye vererek fişini aldı.Köyden geleli çok olmamıştı. Yol yordam bilmiyordu, ama topluma çabuk uyum sağlıyordu.Doktorun yanına varıp da anasını muayene masasına yatırana kadar her şey çok güzel geçmişti.Doktor uzun uzun muayene ettikten sonra eline bir kağıt tutuşturarak
_Git şu filmleri çektir.dedi
Sırtında anasıyla uzunca koridoru bir baştan bir başa tekrar yürüdü.O televizyonda gördüğü hastaneler buraya hiç benzemiyordu.Hani ellerinde sedyelerle koşan görevliler, yüzlerinden tebessüm eksik olmayan hemşireler, yürüyemeyen hastaları bindirdikleri tekerlekli sandalyeler…Bizim koridorlarda bir ölüm sessizliği hakimdi.Bütün o güzelliklerden vazgeçtik gelene “necisin” diyecek bir hayır sahibi bile yoktu.Boşuna dememişti bakkal Bayram “hastane değil mübarek mezarlığın bekleme salonu” diye
Röntgen odasının önü kalabalıktı.Sırtında anacığı öyle bekledi.Beli ağrımaya, dizleri titremeye başlamıştı.Ayşe nine mahcup bir ifadeyle
-Gadasını aldığım, şöyle yere çömde soluklan biraz. dedi
Bir çiğnem et kadar kalan anacığını buz gibi betonun üzerine bırakmaktansa böylesi iyi .Nce sonra sıra kendilerine geldiğinde
-Yemeğe çıkacağız. Bundan sonrakiler öğleden sonraya dedi
Koridor yavaş yavaş boşalmaya başlamıştı.Boşalan bir bankın üzerine ana oğul iliştiler. Konuşmuyorlardı.Her ikisi de sessiz sessiz aynı çaresizliğine kahırlar yağdırsalar da, aynı fakirliğe ağıtlar yaksalar da konuşmuyor gibi görünüyorlardı. Hastanenin kendine özgü kokusunda Halil’in başı ağrımaya başladı. Hem hava almak hem de sigara yakmak için dışarı çıktı.Kar yeniden yağmaya başlamıştı. El arabasının üstünü kapattıkları naylonu kontrol etti. İçinden de “ Allah vere de çok bir hastalık çıkmasa” diye dua ediyordu. Çok hastalık çok para demekti, çok para çok çaresizlik demekti ve bütün bunların toplamı çok ezilmek demekti.
Saat bir buçuk olduğunda röntgen odasının kapısı önünde yerini aldı.Görevli elinde kürdan , ağzında sigarayla Halil’i süzerek
-Getir evraklarını dedi
Halil doktorun kendisine verdiği kağıdı görevliye uzattı.Görevli yine aynı umursamaz tavırlarla kağıdı yeniden uzatarak
-Bunu götür döner sermayeden tasdik ettir dedi.
-Halil fiş aldımdı diyecekti.Ama adam hiç seslenmeden arkasını dönüp gitti.Döner sermaye yukarı kattaydı.Anacığını orada bırakarak koşarak üst kata çıktı.Masanın başındaki tıknaz, kısa boylu adama kağıtları uzattı.Adan aşağıdan yukarı Halil’i süzdükten sonra
-On beş milyon dedi
Halil kaskatı kesildi.On beş milyon…
-Param yok ki…
Bu sözler ağzından öyle dökülmüştü ki kendisi bile anlayamamıştı.Başı dönüyordu. Yüreğinin başında saplı bir pcak kıvır kıvır kıvranmaya başlamıştı. Bu sözleri söylemişti ki maswanın başında oturan adan duymuştu.Duymuş olduğundan da kart horoz gibi diklenmişti
-bana ne paran yoksa. Git bul öyle gel diye bağırdı.
Halil ne yapacağını, ne söyleyeceğini bilemeden öylece kalakaldı.Buraya kadar gelebilecek parayı zor bulmuştu.Şimdi yeniden on beş milyon…Ya parası olmayan ne yapacaktı.Halil ne yapacaktı şimdi.?Devletin hastanesinde parası olmayanlar kovulacaktı demek.Görevli başında dikli kalan Halil’e bir kere daha bağırdı
-Git adam, seninle mi uğraşacam. Başka işim mi yok benim…
Halil buraya kadar gelmişken boş dönmek istemiyordu. Bu karda kıyamette anacığını bir daha sefil etmek istemiyordu. Yalvarmaklı bir sesle:
-Sonra bulup getirsem olmaz mı?
Halil’in sesi yalvarmaklı çıktıkça kısa boylu adam kendisini bir kuvvet, kudret sahibi gibi görüyor kabardıkça kabarıyordu.
-Burasını köy bakkalı mı zannediyorsun. Borca muayene nerede görülmüş, paran ytoksa gelmeyeydin be adam!...
Halil devletin hastanesinde devletin memuruna karşı gelmekten korktu.Ne de olsa devlet babaydı.Halil de babadan korkmuştu. Tıknaz adamın karşısından ayrılırken ayakları yürümüyor, ayakları sürünüyordu. Yeniden kalabalıklaşan koridorda bütün kalabalık kendisine gülüyor gibiydi. Parmakla gösterip “ parasız hastaneye gelmiş enayi, devletin hastanesine parasız gelinmeyeceğini bilememiş “ diye alay ediyorlar gibiydi.Zavallı anası röntgen odasının yanındaki bankta öylece duruyordu. Kollarlından tutarak yavaşça kaldırdı
-Haydi anam, bugün film yokmuş başka zamana geleceğiz dedi.
Bunu söylerken sesinin titremesine, gözlerinden oluk oluk yaşların akmasına zor mani oluyordu.Keşke bıraksalar da ağlayabilseydi. Halil hem kaderine, hem de başkalarının kaderine ağlayabilseydi.En çok da televizyon haberlerinde pembe dünyalar çizenlerin katı yüreklerini yumuşatmak için ağlayabilseydi.
Kar yağmaya devam ediyordu.Hastanenin dik yokuşunda el arabasını zor zapdederek lise caddesine indi. Yollarda kimsecikler yoktu.Aşağıdan yukarı şöyle bir baktı. Devletin hastanesi bütün ihtişamıyla dimdik ayakta duruyordu. El arabasının üstünde, yorganın altında iyiden iyiye küçülmüş Ayşe Nine ve Halil bu büyüklüğün karşısında HİÇ bile değildi…
MehmetTAŞ
YORUMLAR
merhaba yazınızı çok üzülerek okudum.bilemiyorum belki bir hikayeydi, belki gerçek ama üzüldüm.yalnızca yazınızda birşey dikkatimi çekti.devletin hastanesi derken bundan 15,20 yıl önceki devleti mi kastettiniz anlamadım.çünkü benim oturduğum şehirde devlet hastanesine 4 lira gibi bir para ödenkiten sonra muayene oluyorsun ve röntgen, ultrason ,tahlil gibi vs.vs. bunlara para ödemiyorsun,ben böyle biliyorum yoksa yanılıyormuyum...şunuda ekliyeyim özel hastanelerde 15 lira gibi para ödedikten sonra muayana olunuyordu...şimdi sigortalıda olasan, sigortasız da olsan 4 lira gibi parayla devlet hastnalerinde muayene olabiliyorsun..dahasıda var sağlık ocaklarında parasız muayene oluyorsun...ve şimdi her doğan çocuk sigortalı. annne ve babasının sigorta güvenceleri olmasa bile...kesinlikle yanlış anlamyın sizi suçlamak değildir niyetim... böyle olanda olmuştur muhakkak ama bizler çevremizde bu gibi yoksulları gözetirsek çok şey değişir...bir söz vardır" veren el, alan elden iyidir"...kaleminiz daim olsun...selam ve dualarla efendim...
tuğba çelik tarafından 4/7/2009 10:23:16 AM zamanında düzenlenmiştir.
Halil’in sesi yalvarmaklı çıktıkça kısa boylu adam kendisini bir kuvvet, kudret sahibi gibi görüyor kabardıkça kabarıyordu.
-Burasını köy bakkalı mı zannediyorsun. Borca muayene nerede görülmüş, paran ytoksa gelmeyeydin be adam!...
Halil devletin hastanesinde devletin memuruna karşı gelmekten korktu.Ne de olsa devlet babaydı.Halil de babadan korkmuştu. Tıknaz adamın karşısından ayrılırken ayakları yürümüyor, ayakları sürünüyordu. Yeniden kalabalıklaşan koridorda bütün kalabalık kendisine gülüyor gibiydi. Parmakla gösterip “ parasız hastaneye gelmiş enayi, devletin hastanesine parasız gelinmeyeceğini bilememiş “ diye alay ediyorlar gibiydi.Zavallı anası röntgen odasının yanındaki bankta öylece duruyordu. Kollarlından tutarak yavaşça kaldırdı
-Haydi anam, bugün film yokmuş başka zamana geleceğiz dedi.
Bunu söylerken sesinin titremesine, gözlerinden oluk oluk yaşların akmasına zor mani oluyordu.Keşke bıraksalar da ağlayabilseydi. Halil hem kaderine, hem de başkalarının kaderine ağlayabilseydi.En çok da televizyon haberlerinde pembe dünyalar çizenlerin katı yüreklerini yumuşatmak için ağlayabilseydi.
Kar yağmaya devam ediyordu.Hastanenin dik yokuşunda el arabasını zor zapdederek lise caddesine indi. Yollarda kimsecikler yoktu.Aşağıdan yukarı şöyle bir baktı. Devletin hastanesi bütün ihtişamıyla dimdik ayakta duruyordu. El arabasının üstünde, yorganın altında iyiden iyiye küçülmüş Ayşe Nine ve Halil bu büyüklüğün karşısında HİÇ bile değildi…
MehmetTAŞ
ÇOK GÜZEL KONUYA DEĞİNMİŞSİNİZ..NE YAZIKKİ HASTANELERİMİZ ANLATTIĞINIZ GİBİ...DİLE GETİREN YÜREĞE TEBRİKLER...SEVGİLERİMLE..