SAKSIDA KEDİ YETİŞTİRİYORUM/BİR MELANKOLİ HİKAYESİ
Hüzün yüklü gözleriyle doktorun gözlerine bakıyordu. Gördüğü; doktorun gözleri miydi yoksa daha uzaklarda bir silueti mi arıyordu bilinmez. Ağır ve yorgun bir sesle:
‘’Saksıda kedi yetiştiriyorum…’’dedi. Şaşkın şaşkın baktı doktor hastasının yüzüne.
‘’Nasıl yani Şahika Hanım! Kediotu gibi bir şey mi yetiştiriyorsunuz?’’
‘’Hayır, hayır! Saksıda bildiğimiz kediyi yetiştiriyorum. Pardon daha doğrusu uzun zamandır rüyalarımda saksıda kedi yetiştiriyorum.’’
‘’Nasıl bir kedi peki? Bir özelliği var mı?’’
‘’Herhangi bir özelliği yok sanırım. Hiç dikkat etmedim. Boğazına kadar kediyi toprağa gömmüşüm, sadece kafası dışarıda. Gittiğim her yere onu da götürüyorum. Soruyorlar bu ne diye:’’ Kedi!’’ diyorum.’’ Bunlar toprakta yetişiyormuş. Kök salıp büyüyorlarmış!’’ Bebek gibi ağzına biberonla süt veriyorum. Başına bir şey gelecek diye çok korkuyorum. Rüyamda bile o korkuyu hissedebiliyorum. Yatak odamda, tam başucumda, bir bebek karyolasında tutuyorum onu…’’
‘’Neden kedili bir rüya peki?’’
‘’Hiçbir fikrim yok. Haftada bir ya da iki sefer görüyorum bu rüyayı. Fakat neden bu rüya bilmiyorum.’’
‘’Ne zaman ve ne sıklıkta görüyorsunuz?’’
‘’Sanırım daha çok kemoterapilerden sonra. Malum rahim kanseriyim. Tedavilerim sürüyor. Bu rüyayı ilk Serkan gittikten sonra görmüştüm. Serkan’ın neden gittiğini anlatmıştım size. ‘’
‘’Eşinizdi değil mi?’’
‘’Eski eşim. Ben hastalandıktan bir süre sonra evi terk etti. Sonra da boşandık. Katlanamıyormuş benim her gün eriyip gitmeme. Kendisi de tükeniyormuş. ‘’Yapamam seninle artık! Yanında ruhum ölüyor!’’ dedi ve gitti. Oysa iyi günde kötü günde diye söz vermiştik evlenirken.’’ ‘’Suçluyor musunuz peki onu bu vefasızlığından dolayı ?’’
‘’Hayır aslında! Kendimi suçluyorum. O hep kendine dönük megaloman biriydi. Evlenirken çocuk istemediğini biliyordum. Çocuk yapmamayı ben de kabul ettim. Şimdi ise gördüğünüz gibi ne kocam ne çocuğum var.’’
‘’Yani ayrıldığınız eşiniz istemediği için mi çocuk sahibi olmadınız?’’
‘’Evet. Çocukların ayak bağı olduğunu düşünüyordu. Bir çocuğun sorumluluğunu almak Serkan’a göre değildi. Dünyanın en büyük neşesini hayatına istemeyen bir adamın bir hastanın yanında kalmasını ummak fazla iyi niyetlilik olurdu. O yüzden gitmesini yadırgamadım.’’
‘‘Yani kızmadınız mı hiç?’’
‘’Elbette kızdım. Hiç kızmadım demek yalan olur. Bu hayatta en büyük isteğim bir çocuğumun olmasıydı. Ama onu o kadar çok seviyordum ki; bu isteğine bile tamam dedim. O ise beni yarı yolda bıraktı.’’
’’Peki, kedili rüyanıza geri dönelim; ne yapıyorsunuz başka kedi ile?’’
‘’Hiçbir şey! Garip olanda bu. Tanımadığım yerlerde, elimde bir saksı, saksının içinde canlı bir kedi kafası aylak aylak dolaşıyorum.’’
‘’Yorgun ve moralsiz görüyorum sizi!’’
‘’Maalesef evet; kendimi kırk beşlerden kalma bir radyo gibi hissediyorum. Kaba, sakil ve hantal… Tedaviler yoruyor beni. Hem ruhum hasta hem bedenim. Enkaz gibiyim. Koskoca banka müdiresi Şahika, hepsine yenildi. Saçlarım döküldü. Oysa bir kadın için saçları çok önemlidir. Çok dikkat eder rengine, uzunluğuna, parlaklığına… Saçlarım dökülmüş, gözlerimin altı morarmış, zayıflamışım. İçimde ise kocaman bir kurt her gün kemiriyor. Altı oyulan bir bina gibiyim, her an göçük tehlikesi var yani. Mutlu günlerimi özlüyorum.’’
‘’Bu kadar umutsuz olmamak gerekiyor Şahika Hanım! Hayat yıllandıkça olgunlaşan şarap gibidir. Zamanla tadını ve lezzetini alır.’’
‘’Belki ama o şarap mahzeninde yıllanmış şarap olmayı beklerken bir şişe sirkeye dönüşmüş biriyim ben. Yıllanmış şaraplar yıllandıkça değeri ve kıymeti artar. Oysa ben…’’
‘’Lütfen böyle düşünmeyin. Bakın, tedavinizin iyi gittiğini ve iyileştiğinizi söylemiştiniz geçen sefer. Bu güzel bir gelişme. İyi yönünden bakalım; bu savaşta siz galip gelmek üzeresiniz. Bu da çok şey demektir. Siz iyi bir savaşçısınız. Ne dersiniz?’’
‘’Bilmem, yorgun bir savaşçıyım daha çok… Bazen sadece kendim için yaşayacağım artık, bu hastalığı yenip yeniden doğacağım diyorum. Sonra yine yorgun düşüyorum düşüncelerden ve vazgeçiyorum.’’
‘’Mutlu olacağınız güzel şeyler yapın öyleyse. Mutsuzluğa izin vermeyin. Kapanmayın evlere, çıkın gezin. Dostlarınızla vakit geçirin. Bir hobi edinin. Hatta gidip bir kedi alın ve saksılardan kurtarın onu!’’
‘’İyi de ben kedi sevmem ki Doktor Bey! Onlar nankör hayvanlardır. Sevgini verdiğin sürece yanındadırlar. İlgin kesildiğinde çeker giderler. Tıpkı kocam gibi… Şu tedavilerim bir bitsin tatile gideyim diyorum. Güneye doğru. Deniz, güneş, yeşil… Belki iyi gelir. Tabi ömrüm vefa ederse…’’
‘’Elbette ki Şahika Hanım. Bu kötü düşüncelerden arınmak için kendimize hobiler bulup aklımızdan kötü düşünceleri çıkarıyoruz. Kanserin en büyük ilacı moraldir. Moralimizi yüksek tutuyoruz.’’
‘’Deniyorum Doktor Bey! İnanın deniyorum. Ama bazen pes ediyorum.’’
‘’Peki, o zaman bir hafta sonra tekrar görüşürüz. Hımm! Cuma diyelim mi? Saat onda?’’
‘’Tamam! Cuma, saat on…’’
Üç gün sonra yine kemoterapisi vardı. İstemeye istemeye gitti. Oldukça uzun sürüyordu bu tedavi. Tedavi sonrası midesi bulanıyor; içi sökülüyordu sanki. Lavaboya kapanıyor dakikalarca kusuyordu. Hastaneye gidip-gelirken artık taksi ile gidiyordu. Tedavi sonrası araba kullanamaz olmuştu. Taksiye biner, kafasını cama yaslar ve eve gelinceye kadar sessiz sesiz ağlardı. Kız kardeşi, annesi ; ’’Beraber gidelim yalnız kalma! Bu hastalık yalnız atlatılmaz!’’ deseler de; hiçbirini yanında istemiyordu. Kendini çok ama çok yorgun ve haksızlığa uğramış hissediyordu. Kusma nöbetleri geçince kendini yatağa atıyor, bazen uyuyor bazen uyanık öylece cenin pozisyonunda kıvrılmış halde yatıyordu. Kırk yaşındaydı. Genç yaşta azmi sayesinde büyük bir bankanın müdürü olmuştu. Para pul sıkıntısı yoktu. Eşini seviyordu. Eşinin de onu sevdiğini düşünüyordu. Ta ki bu hastalığa kadar. Hastalandıktan sonra hayatındaki her şey hızla değişmişti. Kendini sevdiğini sandığı eşi; ‘’ seninle beraber ben de ölüyorum kalamam buralarda!’’ demiş ve gitmişti. Hem de hiçbir suçluluk hissetmeden. Bir hafta çabuk geçti, psikologu ile randevusuna gitti.
‘’Günaydın Doktor Bey!’’
‘’Günaydın Şahika Hanım! Bugün nasılsınız? Daha iyisiniz İnşallah?’’
‘’Pek bir değişiklik yok! Sadece kedi kaçtı?’’
‘’Rüyanızdaki kedi mi?’’
‘’Evet rüyalarımdaki kedi! Artık bir kedim yok saksıda. Arıyorum, gel pisi pisi diye çağırıyorum ama bulamıyorum. Birilerini görüyorum ona kedimi görüp görmediğini soruyorum; ‘’Olgunlaşınca kaçıyor bunlar, sonra yerine yenisini dikiyorsun!’’ diyorlar. Ben de; ‘’Yenisini istemiyorum öyleyse. O kadar emek vermiştim. Her gün sütle beslemiştim. Ama bak gitti! Demek ki gerçekten nankörlermiş.‘’diyorum Sizce ne demek bu?’’
‘’Elbette ki bir rüya yorumcusu değilim. Ama muhtemelen sıkıntılarınızdan kurtuluyorsunuz. İyiye yormak ve güzel şeyler düşünmek gerek. Tedavinizin sonuna geldiniz. Artık sıkıntılarınız inşallah daha aza inecek.’’
‘’Bilmem! İçim yandı onu yerinde bulamayınca! Gerçek gibiydi. Çok garip bir duyguydu yani. Kendimi kötü hissettim…’’
……………
Israrla telefonu çalıyordu Şahika’nın. Yatağından zorlukla kalktı. Kim olduğunu anlamaya çalıştı önce;
‘’Şahika kızım, nasılsın annem?’’
‘’İyiyim anne, sen nasılsın?’’
‘’Ben de iyiyim yavrum. Sana bir şey söylemek istiyorum ama nasıl söyleyeceğim bilmiyorum. Aslında ne tepki vereceksin onu bilmiyorum…’’
‘’Anneciğim ne olur çabuk söyle, bilmecelerle uğraşacak durumda değilim.’’
‘’Serkan!’’
‘’Serkan mı? N’olmuş?’’
‘’Ölmüş! Trafik kazası! Annesi aradı söyledi az önce.’’ ‘’Nasıl yani?’’
‘’Nasıl olduğunu bilmiyorum. Bu kadar söyledi sadece kadıncağız gözyaşları içinde. Biliyorum Serkan Şahika’nın ahını aldı; kaçınca ölümden kurtulurum sandı ama evlat işte ciğerim yanıyor haber verir misin Şahika’ya dedi.’’
‘’Üzüldüm…’’
Diyebildi sadece telefonu kapatırken. Gözünün önünden tüm yaşadıkları geçti. Hüzünlü bir gülümseme belirdi yüzünde.
‘’Saksısından kaçan kediler böyle oluyor demek.’’ dedi. ‘’Saksının dışında yaşayamayacaklarını bilmiyorlar…’’
2011 - İSTANBUL