YAŞAM ŞERİDİM (4)
Babam çiftçilikle uğraşırdı. Ömrünün 25 yılını sanırım tarlalarda geçirdi. Çiftçilik büyük uğraş gerektirdiğinden, işlerinin rast gitmemesinden ve çocuk sayısının fazlalığından, bize gerektiği gibi ilgi ve alaka gösterememesine neden oluyordu. Sanırım o günkü babalık rolünde, babanın barınma,yakacak, evin kışlık gıda (ekmek ve bulgur yapmak için buğday alımı, kışlık et için kavurma yada tuzlanarak kaldırılan et yapılırdı. Birde birkaç teneke yağ ve birkaç torba şeker alınırdı. Ülkenin ekonomik şartlarının kötü olmasından yağ ve şeker zor bulunurdu.) ve çocukların giyim ihtiyacı (giyim ihtiyacı için en fazla iki bayramda elbise alınırdı, ve hepimiz bayramları dört gözle beklerdik.) üzerinde yoğunlaşıyordu. Geçim sıkıntısından dolayı bu ihtiyaçları karşılayan baba, görevini yapmış sayardı. Oysaki biz çocuktuk, gençtik ve okul okuyorduk. Tüm bu kimliklerimizden dolayı her kardeşin farklı ihtiyaçları vardı. Bu ihtiyaçların karşılanmaması, üzerimizde sıkıntılar yaratırdı. (Başımdan geçen bir olayı hiç unutmam; ilkokulu bitirmiş ortaokula kayıt yapmam gerekiyordu. Babama söylediğimde babam; “Niye sen kaçıncı sınıfı bitirdin” diye sordu. Bu soru beni çok kızdırdı. Kendisine 5. sınıfı bitirdiğimi söylememe rağmen bana git amcan seni kaydetsin dedi. Bu ilgisizlik beni deliye çevirdi. O an istemediğim halde gözlerimden yaşlar boşaldı. Çok başarılı bir öğrenciydim, ve sanırım babamın bundan gurur duymasını ve benimle ilgilenmesini istiyordum. Her şeye rağmen amcam beni kaydetti.)
Babam genel mizaç olarak sessiz fakat çok sinirliydi. Buda biz çocuklarının onunla fazla konuşmamasına sebep oldu. Sıkıntılarımızı daha çok annemize söyler, ikinci elden kendisine aktarmasını sağlardık. Babamın sinirli olması, aramızdaki iletişimde hep bir mesafe kalmasına sebep oldu.( Bu gün bir baba olmama rağmen, babamla olan konuşmalarımda hala tereddüt yaşıyor gerçek bir iletişim sağlayamıyorum. Ayrıca irsimi yoksa gördüklerimin etkisi mi bilinmez aynı sinirlilik bende de mevcut. Babamın kötü örneğinden yola çıkarak çocuklarımla olan diyaloglarımda bu duruma çok dikkat eder, bire bir iletişim sağlamak için elimden geleni yaparım. Buda babamın bana bir katkısı.) İlginç olan babam ve amcalarımın da dedemle düzenli bir iletişim kuramamalarıydı. Dedem bizimle çok iyi anlaşırken, çocuklarıyla iyi bir ilişki kuramazdı. Sanırım buda o günün eğitim ve geleneklerinden kaynaklanıyordu.
Anemin karakterimizin oluşumunda daha çok etkili olduğuna inanıyorum. Annemde babamda dindar bir yapıya sahipti. Geleneksel de olsa dini konulara çok önem verirlerdi. Annemin genel yapısının yumuşak, sevgisini anlayabileceğimiz bir dilden aktarması,anneliğin yapısında olan şefkat gösterme ve çocuklarını koruma duygusundan (dürtüsünden) ve dindarlığını bu yapı üzerine bina etmesinden olsa gerek, bizi daha çok etkiliyor ve onu daha çok seviyorduk. (Gerçi bugün artık aynı düşüncede değilim, tüm hatalarına rağmen Annemi de babamı da çok seviyor, sevginin paylaşılan ve bölünen bir şey olduğuna inanmıyorum.Eğer birini daha çok veya daha az sevdiğimizi söylüyorsak, bu sevgimizin koşullu ve yanlış bir sevgi olduğunu gösterir. Sevginin doğru anlaşılması halinde var olan her şeyi kuşatabileceğine ve sevginin kesinlikle koşulsuz olması gerektiğine inanıyorum. Koşullu bir sevgi menfaate dayalı bir sevgidir.) Her şeye rağmen babaerki bir toplum olmamız ve babanın ailenin reisi olması annemin güçsüz ve sinmiş bir karaktere büründürürdü. Annem ve babam aynı yapıları sergilemediğinden hepimizin farklı yapıya bürünmemizi sağladı. (Anne ve baba yanlışta olsa evin içinde aynı tavırları alması, çelişkilerini çocuklara yansıtmaması çocuklar üzerinde daha güzel ve doğru bir etki yaratır.)