- 2008 Okunma
- 25 Yorum
- 0 Beğeni
BİRAZ SAYGI LÜTFEN!!!
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Efendim, biraz tersimdir başkalarına göre pek çok konuda. Herkes Pazartesi gününü sevmez, ben bayılırım. Yeni bir başlangıç, yeni bir umut, hafta sonu rehavetinden sıyrılış ve dinamizmdir. Ve kurtuluştur benim için boğucu yalnızlıktan. Cumartesi Pazar’ı iple çeker herkes, benim gelecek diye ödüm kopar. Pek bir garip, pek bir yalnız hissederim çünkü kendimi.
Çocukluğumun hafta sonu kahvaltılarını özlerim; pek tabii ki anne ve babamı da aynı zamanda rahmetle anarak. Sonra da kardeşime sitem ederim için için. Birbirimizden başka kimimiz var şu koca dünyada. Neyi paylaşamıyor, nelere dertleniyor da gün geçtikçe daha hırçın, gün geçtikçe daha uzağa gidiyorsun? Sen kardeşten öte, evladım gibiydin. Senin için harcamadım mı gençliğimi? Her şeyden önce sen gelmez miydin? Kırgın, kızgın, yine de özlemle anarım onu.
Sonrasında da yalnız hafta sonu değil, her gün, her sabah, her saniye oğlumu özlerim, hele ki kahvaltı sofralarında.
Artık kahvaltı yapmıyorum, yapamıyorum, yiyemiyorum hiçbir şey, tıkanıp kalıyorum. Alıyorum çayımı, bir de sigara yakıp, geçmişi, özlenenleri izliyorum dumanında.
Kıskanıyor muyum ne diğer evlerdeki hafta sonu kahvaltılarını, adlandıramıyorum başka evleri düşündükçe depreşen duygularımı?..
Bu hafta öyle yapmayacaktım; kapanıp evde hayaller eşliğinde ağlamayacaktım. Cumartesi günü kahvaltı yapar gibi yapıp çıktım evden. Sahil boyunca yürüdüm yürüdüm. Bir şeyleri bırakabilmiş olsam da geride, hayallerimi bırakamamışım ki, özlemlerimle birlikte her adımda, onların da ayak sesleri vardı o iki saatlik yürüyüş boyunca yanımda.
Ve ileriye, çok ileriye, yaşlılığa bıraktığım özlemim de yanımıza sokuldu bu arada, gözüme gözüme de sokularak. Yaşlı eşler, banklarda, kafelerde, el ele onca yılın getiri ve götürülerine rağmen yine de eprimemiş sevgilerinin edinçleriyle, şefkatle sarmal, denizi izlemekteydiler; çocuklarını, torunlarını özleyerek, bir yandan da tatlı tatlı sohbet ederek. Yine buruldu içim. Buruldu burulmasına ya, aylardır kapandığım evden çıkmak iyi gelmişti yine de. O kaybettiğim yaşama sevincinin, hayatın ayak sesleri de duyulmaya başlamıştı uzaktan uzağa.
Yarın gazetelerimi görevliden değil, kendim alıp, yürüyerek yine sahile ineceğim. Denizi izleyerek kahvaltımı yapacağım. Belki yalnız da hissetmem kendimi. Ya da daha mı yalnız bulurum kalabalığın ortasında, her zaman olduğu gibi? Her neyse, keyif çayımı içerken de gazetelerimi okuyacağım, her zamanki defterim yanımda, notlar alacağım ileride yazmak üzere kararıyla döndüm eve.
Geç yattım yine, sabaha karşı 05.00 falan gibi. Günün çağrıştırdıklarından bir şeyler karaladım, biraz kitap okudum. Arada yeni başlayan bir diziye göz attım çekildiği yörenin güzelliklerini izlemek adına. Ama şirindi de izledim hoşlukla. İzlerken de bir yandan örgümü ördüm.
Sabah 08.00 de çekiç, matkap ve testere sesleriyle fırladım yatağımdan. Üst kattan geliyordu. Sabahlığımı giyip, ( Kardeşim günün ve saatin ne olduğunun farkında değil misiniz?) demek üzere yöneldiğim kapının önünde durup düşündüm. Belki yeni taşınmışlardı. Yeni komşumla böylesi tanışmayı yakıştıramadım kendime. Ayıp olur deyip döndüm. Belki de iyi oldu, dünkü planımı uygulamaya erken başlamış olurum dedim, lâkin felaket bir yağmur, göz gözü görmüyor, çıkılmaz bu havada, kahvaltı da yapamam bu saatte. Biriken işlerimi mi yapsam? Sökükler, dikişler, ütülenecekler… Hayır, yazmak, okumak da gelmiyor bu ruh haliyle içimden. Başım çatlıyor ağrıdan. En iyisi şu eski kilimleri çıkarıp onarayım, işleyeyim üzerlerini tazı ve göz boncuklarıyla, püsküller, minik çanlarla, epeydir tasarladığım şekliyle o boş bıraktığım, kendisini bekleyen duvara asayım. Alçıyla sıvayıp, simli saç boyasıyla o çatlak küpü boyayayım, yer yer ona yapıştırayım kalan kilim parçalarını. Hem ortadan da kalkmış olur, düşündüğüm yerde alır yerini. Yok, o da uzun iş, şu yarım kalmış dantel masa örtüsünü mü? Iıh. Ya da iki kolu örülmeyi bekleyen mantomu mu örsem? Çiçeklerim de gübrelenmeyi bekliyor. Yok, canım hiçbirini istemiyor bugün.
Kuşum bari yapsın kahvaltısını, suyunu, yemini tazeleyip sohbet ederek öpüşüyoruz bir müddet. Ses kesildi, en iyisi tekrar girip iyice soğumadan yatağıma, uyumaya çalışayım kaldığı yerden. Biraz zor oldu ama oldu. Çok güzel bir rüya görmekteyim, rüya gibi denir ya, aynen öyle. Pırıl pırıl güneş, yemyeşil bir orman, her yer silme çiçek, tüm sevdiklerim, özlediklerim yanımda, mangalda et, kucağımda bir oğlan çocuğu, küçücük, yumuk yumuk, dünya güzeli. Seviyor, öpüyor, mıncıklıyorum, çok sevdiğimi, çok özlediğimi sayhalıyorum. Bir kardeşim oluyor, bir oğlum. İkisine de doyamıyorum.
En güzel yerinde avaz avaz İbrahim Tatlıses. Yakıştı mı şimdi? Fırlıyorum yine yataktan. Hem söyleyene, hem söyletene söylenerek. Yine kapıya yöneliyorum, alt katımdakilere aynı şeyleri söylemeyi düşünüyorum. Ama yine geri dönüyorum. Utanıyorum kapılarına gitmekten Pazar sabahı. Hem ne değişecek ki, daha önce defalarca rica etmedim mi?
Dışarı çıkılmaz bu havada, evde oturmak da imkânsız. Gidilecek üçüncü bir yer de yok.
Çayı koydum ocağa, tekrar başlayan çekiç, matkap sesleri, İbrahim Tatlıses avazları, onları baskılasın diye açtığım müzik setinde, Fausto Papetti ve omzumda cırıl cırıl konuşan kuşum, başım hâlâ çatlıyor ağrıdan. Oturdum masamın başına, açtım bilgisunarımın kapağını.
Nasıl yazılır, ne yazılır ki böyle bir ortamda?!
YORUMLAR
Dört gündür teknolojiden uzak, bir köy seyahati dönüşü sayfayı açtığımda günün şiirleri ve yazısı ; İyi ki bakmışım inanın anlatımınız öyle güzel ve berrak ki, sanki bende gezdim gezilen yerleri, üst katın gürültülerini işittim ve kahvaltı beni biraz hüzünlendirdi. Taa çocukluğuma aldı götürdü 1960 yıllarına. O yıllarda çaylı kahvaltı bilmediğimizdenmidir yoksa yoksulluğun vermiş olduğu bir yaşamın içinde lezzetini unutamadığım " BULAMAÇ" Çorbasının o mis gibi kokusunu aldım sanki, Eski hatıralar yerini kolay kolay hiçbirşeye vermiyor veremiyor. Çok teşekkür ederim güzel bir anlatımla kaleme alınan ve bize bir lezzet bahşeden yazınızı kutluyorum.
En güzel yerinde avaz avaz İbrahim Tatlıses. Yakıştı mı şimdi? Fırlıyorum yine yataktan. Hem söyleyene, hem söyletene söylenerek. Yine kapıya yöneliyorum, alt katımdakilere aynı şeyleri söylemeyi düşünüyorum. Ama yine geri dönüyorum. Utanıyorum kapılarına gitmekten Pazar sabahı. Hem ne değişecek ki, daha önce defalarca rica etmedim mi?
Dışarı çıkılmaz bu havada, evde oturmak da imkânsız. Gidilecek üçüncü bir yer de yok.
Çayı koydum ocağa, tekrar başlayan çekiç, matkap sesleri, İbrahim Tatlıses avazları, onları baskılasın diye açtığım müzik setinde, Fausto Papetti ve omzumda cırıl cırıl konuşan kuşum, başım hâlâ çatlıyor ağrıdan. Oturdum masamın başına, açtım bilgisunarımın kapağını.
Nasıl yazılır, ne yazılır ki böyle bir ortamda?!
tebrikler kutlarım günün yazısı,kalemin daim olsun.BİRAZ SAYGI LÜTFEN.SAYARLAR İNŞALLAH.
sn nertenn,hoşluk getirip gülümsettiniz,teşekkür ederim.gülüşler eksik olmasın yüzünüzden.nerede öylesi incelikler ve dostluklar,kalmadı ki.üstelik o gürültü yeni taşınan birinden de değilmiş.bundan sonraki yazım,düşlediğinize benzer başka bir anıma ait olacak,okumanızı öneririm.yazmama vesile oluşunuza da ayrıca teşekkürler.saygımla efendim.
teşekkür ederim sn yetgin.bu mu sadece,dikkat etmişsinizdir,her gün harıl harıl elektrikli testereyle katledilen ağaçların,gürültü rahatsızlığı bir yana,her devrilişinde nasıl yürek yaktığını ve de turistlerin nasıl ayıplar baktığını,neler düşündüğüne de.antalyada doğa adına çok çok yanlış var ve içim acıyor,yok oluyor antalya süratle,komşuluk,insanlık adına yitişler ise sadece antalyaya özgü değil her yerde ne yazık ki.saygımla efendim.
teşekkür ederim sn sarıkaya,ne yazık ki öyle,hatta bir defasında haftalarca sürdü bu ıstırap,üstelik kemoterapi görmekta ve acılar içinde kıvranmakta,geceleri uyuyamamaktaydım sabaha karşı biraz dalıyordum,lakin ne mümkün uyumak,hafta sonları dahil,sabah 7-8 de başlıyordu.oysa yasa 10 dan önce ve hafta sonları yasak kılıyor tadilatı.çıkıp rica ettim,dayanamıyorum yalvarırım bu kadar erken başlamayın ya da hafta sonu bari yapmayın deyip durumumu anlattım.kusura bakmayın sıkın biraz daha dişinizi sözüyle karşılaştım.insani yanını yitirmişlere ne rica ne yasa kâr etmiyor ne yazık ki.bundan sonraki yazımda da ankarada yaşadığım,farklı bir komşuluk örneğini kaleme alacağım hazır yeri gelmişken.saygımla efendim.
teşekkür ediyorum fikir paylaşımınıza sn inal.ne yazık ki artık pek çok kişi pek çok şeyden utanmaz oldu ve çoklukla da utanmaması gerekenler onların yerine de utanıyor.bundan sonraki yazımda,örnek alıp utananların da var olabildiğini,yine kendimden örnekle ele alacağım,okuyabilirseniz sevinirim.saygımla efendim,dilerim sizler gibiler çoğalırız süratle.
teşekkür ederim suzan hanımcım,neyin tadı kaldı ki,ama bizler değil miyiz her güzelliği süratle yok eden?arada hatırlatmakta fayda var kanımca,bir sonraki yazımda,ne olması lazım geldiğini çok hoş bir örnekle anlatacağım.ayrıca sizin için içeceğime,buyurun birlikte içelim çaylarımızı.saygımla efendim.
Burası Antalya Perihan hanım. Türkiye'nin gözbebeği, tarihe tanıklık eden turizm kataloğumuz ve normaldir diyorum:)
Turistlerin kentimize uğrayış anlarını çok iyi biliriz ve onları kaçırmak için, insanımıza bir damla rahat vermemek için bütün çalışmalarımız gülünçtür.
İçinde yaşayan bilir.
Kutlarım kaleminizi ve duyarlı yüreğinizi...
hoş bir pazar nasıl rezil olmuş.işte kanıtı.
ne diyebilirim ki hepimiz yaşıyoruz benzer saygısızlıkları.
bir de şöyle hayal edin .nefis bir pazar .üst komşunuz yeni taşındığı için biraz gürültü ediyorlar ama bir kırmızı gülle kapınızı tıklatan genç adam size özürlerini sunuyor.sonra daha önceden de tanıştığınız alt komşu yalnız olduğunuzu bildiği için sizi sabah kahvaltısına davet etmek için kapıyı tıklatıyor,yada daha önceleri anlaştığınız gibi duvara vuruyor yavaşça hadi dostum kahvaltıya gel diye:))
sevgi ve saygılar efendim.
"En güzel yerinde avaz avaz İbrahim Tatlıses. Yakıştı mı şimdi? Fırlıyorum yine yataktan. Hem söyleyene, hem söyletene söylenerek. Yine kapıya yöneliyorum, alt katımdakilere aynı şeyleri söylemeyi düşünüyorum. Ama yine geri dönüyorum. Utanıyorum kapılarına gitmekten Pazar sabahı."
Evet... Bu satırları okurken "keşke" dedim keşke bizim utandıklarımızdan biraz nasiplenilse, keşke çağ atlayan(!) toplum aslolanın saygı olduğunu bilse...
Keşke keşke...
Tebrikler, çok güzel bir konuydu yüreğinize sağlık.
Sevinç İNAL tarafından 4/6/2009 12:13:24 AM zamanında düzenlenmiştir.