- 12571 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KADININ İHANETİ
Kadının ihaneti bir başka kadının mağduriyetidir. Yani intikam nedeni ile kadın kocasına ihanet ederken ondan intikam almıyor başka bir kadını mağdur ediyordur. Çivi çiviyi söker sözü ihanet için geçerli olursa ya da kısasa kısas diyerek kadın yıkılan gururunu tamir etmeye kalkarsa kocasının ihanetini kendi kıyametine çevirir. Kadının ihaneti kadının kıyametidir. Başkası için aşk için sevda için bedenini kirletmektir. Kan nasıl kanla temizlenmezse ihanette ihanetle temizlenmez.
Peki kadının ihanetini ne makbul kılar. Kocalık görevlerini yerine getirmemek belki ihaneti masum gösterebilir. Ama çocukların istikbali için boşanmak yerine ihanet ederek çocuklarının mağduriyetini önlemek, bu defa başka bir ihaneti getirir. Bu kendine ihanettir. Kadının ihaneti nasıl olur?
Kadının ihaneti başka olur! Kadınlarda eğitimin artması ve kadının iş yaşamında daha aktif rol oynaması, günümüzde aldatma konusunda erkek egemenliğinin kırılmasına yol açtı. Kadınlar, kişilik yapısına göre aldatma konusunda farklı tutumlar göstermekte. Bir grup kadın duracağı yeri bilirken, bir grup kadın ise belirli bir çizgide ilişkisini devam ettirebiliyor. Bu, tamamen ilişkisinin gidişatı ve kadının ruh durumu ile bağlantılı. Kadın, aşıksa ve aldatılmak çok avam, aşağılayıcı bir şekilde gerçekleşmemişse çok daha az vicdan azabı duyar. Cinsel Tıp Enstitüsü’nün 500 kadın ve erkek üzerinde yaptığı son araştırma verilerine göre, kadınların aldatma nedenleri bakın neler:
Mutsuz olduğum için. Eşimle fantezilerimi gerçekleştiremiyordum. Kocam tatmin edemiyordu. Başka birine aşık oldum. Kocam beni yıllardır hep ihmal ediyordu. Şefkat özlemi çektim. Kendimi hep yalnız ve terk edilmiş hissettiğim için. Baştan çıkarmanın zevkini tatmak istedim. Nüfuzlu biri olduğu için. İstediğim erkeği elde edebileceğimi kanıtlamak için. İntikam almak istedim. Kocama göre espriliydi. Romantik birisi olduğu için. Kocam çok kıskançtı. Adamın parası vardı. O akşam çok sarhoştum. Kariyer yapmamda bana yardımcı olduğu için.
Kadının aldatma nedenleri daha çok aile yapısında aramak gereklidir. Hayatı boyunca güçlü bir baba figürünün eksikliğini hissetmiş olan bir kadın, eğer evlendiği erkekte de bu güçlü baba figürünü bulamazsa eşini kendisi için bu gücü temsil eden kişilerle aldatabilir.
Ya da çocukluğu boyunca ancak flörtöz davranışlarla babasının ilgisini üzerinde tutabilmiş birisi evlilik hayatında da erkeklerin ilgisini onlarla flörtöz bir durumda olunca çekeceğini düşünür. Çocukluktaki anne baba ilişkilerindeki eksiklikler, kusurlar ve yoksunluklar çok temel rol oynayabilir. Eşi tarafından arzu edilmediğini hisseden bir kadın öz saygısını onarmak için sadakatsizliğe başvurabilir.
Aldatan kadınların oranı, aldatan erkeklerin oranına yaklaşıyor. ABD’deki rakamlara göre eşini aldatan kadınların oranı yüzde 15, erkeklerin oranı ise yüzde 22. Evlilik terapistleri ise kadınlardaki aldatma oranının yüzde 50’ye yaklaştığı görüşünde. Evli kadınlar artık bir araya toplandıklarında çocuklar ve iş hayatının sıkıntılarından daha başka şeyleri konuşuyorlar. Özellikle bu kadınlar 6-7 yıllık evliyseler...
Amerikalı kadınlar, artık birbirlerine kocalarını nasıl aldattıklarını anlatıyorlar. Örneğin adı ‘Erin’ olarak geçen 40’lı yaşlarda, 10 yıllık evli bir kadın, bir toplantı sırasında arkadaşlarına kocasından başka bir erkekle buluştuğunu, hatta birkaç erkekle ayrı ayrı buluştuğunu anlatıyor. Erin, ‘onlarla seks yapmasa da sadece bir öpücüğün verdiği heyecanı yaşamanın bile kendisine yettiğini’ belirtiyor.
Geçmişte yasalar kocalarını aldatan kadınları cezalandırıyordu. Her şeylerini, hatta evlilikten önce edindikleri mallarını bile kaybedebiliyorlardı. Günümüzde yasalar kadınları koruyacak yönde değişti. Ayrıca kadınların eğitim düzeyleri de arttı. Artık daha rahat hareket edebiliyor ve yaptıklarını arkadaşlarına da hiç çekinmeden anlatıyorlar.
Kaç tane kadının evlilik dışı ilişki yaşadığını hesaplamak zor, çünkü anketlere büyük oranda doğru cevaplar verilmiyor. Erkekler cinsel yaşamları konusunda abartılı bilgiler verirken kadınlar daha ketum davranıyor. Uzmanlar, eşlerini aldatan erkeklerin oranını yüzde 50 olarak verirken bu oranın kadınlarda bugün en az yüzde 30-40’lara çıktığını söylüyorlar. 1991’de yapılan bir araştırmada bu oran yüzde 10 çıkmış. 2002’de ise yüzde 15. Aynı araştırmaya göre eşini aldatan erkeklerin oranı ise yüzde 22. Evlilik danışmanı Michelle Weiner-Davis ise eşlerini aldatan kadınların oranının yüzde 50’ye yaklaştığına inanıyor.
İngiltere’de yapılan bir araştırmanın sonuçlarına göre ihanet etmek, kadının geninden kaynaklanıyor. Alman Bild am Sonntag Gazetesi’nde yer alan haberde başkent Londra’daki St. Thomas Hastanesi’nde Prof. Tim Spector ve ekibi tarafından yapılan araştırmaya yer verildi. Kadınlara aldatma alışkanlıkları hakkında sorular sorularak bilgi alınırken çıkan sonuç oldukça şaşırtıcı oldu: Kadınlardan yüzde 23’ü eşini aldattığını söyledi. Daha ilginci ikiz kardeşlerden biri, eşini aldattığını söylediyse diğer kardeşin de ihanet etme olasılığı yüzde 55 olarak ortaya çıktı. Genleri aynı olan tek yumurta ikizlerinde iki kardeşin de aldatma olasılığının daha da yüksek olduğu belirlendi.
Kadın olmak o kadar farlıdır ki. kadın anne iç güdüsüyle kocasına anne annesine anne evladına anne olur.eğer ruhu bu duygudan yoksun ise aldatır. Hiç bir anne aldatamaz. Anneliğin layık görüldüğü bu insan aldatıyorsa başta dini sonrada insani yönü yok denecek kadar zayıftır.
Kadınlar tüm dünyada yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren önemli bir değişim geçirmeye başladılar. Kendi yerleşmiş geleneksel rolünü zaten temelden görev edinmiş olan kadın, üretime olan katkısı arttıkça, hak arama motivasyonuna da sahip olmaya başladı. Hakları konusunda dünyaya meydan okumaya karar veren kadın, kimi zaman bu meydan okuyuşun sınırları içine kendi cinsel özgürlüğünü de katmaya karar verdi. Bazı kadınların içlerinde bulundukları ilişkilere rağmen bir başka ilişki yaşamaları, bir bedel kesmek adınadır. Neye bedel kesildiği durumdan duruma değişiklik gösterebilir. Bazen bedel, birlikte olduğu erkeğin kendisine haksızlık ettiği algılamasından kaynaklanır, bazen geçmişte annesinin yaşadıklarının intikamıdır.
İçinde bilemediği bir boşluk duygusu yaşar bazı kadınlar. Görünürde her şey yolunda gibidir. Ama onlar bir şeylerin eksik olduğunu hissederler. Kendilerine o an içinde bulundukları ilişkiye girme motivasyonunu sağlayan faktörler hayatlarındaki önemi kaybetmiştir. Çünkü pek de sevgi değildir o motivasyon. Belki sevgi sanılmış ve pek çok duygu idealleştirilmiştir ama zaman içinde gerçekler kendini göstermiş ve yüceleştirilen kurgu sona ermiştir.
Amaç sevgi olmaktan çıkıp, özlem duyulan bir hayata kavuşmak olarak belirdiğinde, amaca ulaşıncaya değin, gözü hiçbir şey görmüyordur. Amaca ulaşıldığı andan itibaren, ne yaparsa yapsın dolduramadığı sevgi ve ilgi alma ihtiyacı bir kez daha onu başka mecralara sürükleyecektir. Bazı kadınlar ise, içlerinde kaynağını bilmedikleri bir suçluluk duygusu ile yaşarlar. Suç daima cezayı gerektirir. Çok iyi gittiğini düşündüğü bir ilişkinin içinde dahi olsa, bilinçaltında aslında yaşadıklarını hak etmediği duygusu hüküm sürer. Kendi kendisini sabote eder. Aldatır.
Kadının kendine güvensizliği bazen kendisini yönlendiren güç olur. Kendini güçsüz hissettiği sürece, gücü hissedebilmenin yolunu kendini güce teslim etmekte bulur. Zihnindeki çağrışımlarda gücü çağrıştıran her ne ise ona gider, neler kaybettiğinin farkında olmadan. Her gidişinde ve güce sahip olmak için kendisini verişinde, güce sahip olmak bir yana daha da güçsüzleştiğinin farkına varmaz. Kendine güvenini iyice yitirdiği, hayatta var olduğunu hissetmek için birileri tarafından seçilmesi gerektiği duygusu ile bir kısır döngüye girer.
Her aldatan kadının kendince bir hikayesi vardır. Pek çoğu çözümlenebilir ve kayıplar önlenebilir. Ama bir de, önlenmesi pek mümkün olmayan durumlar vardır. Temel değerleri çarpık yapılanmış ve değer sistemini kaybetmiş kişiler, yaşadıklarını doğru dürüst sorgulamazlar bile. Yaşadıkları ile ilgili sorumluluk duygusundan uzaktır.
Kadının kadına ihaneti ve kadının kadına saygısı… Bu kadın kadın ihanet, ancak ve ancak kadının kadına saygısıyla azalabilir bir durumdur. Diğer sorunlar çoook sonra gelir.
“Kadın, toplumu doğurur” derdi bir yazarımız. Hamuru şekillendirdiği gibi toplumu da kadınlar şekillendirir. Dolayısıyla toplumun eni de boyu da pişkinliği ya da çiğliği de kadınlardan sorulur. Daha açık bir ifadeyle; faziletli, yüksek ahlaki değerlerle yetişmiş her bir bireye, aslında faziletli ve yüksek ahlaki değerlere sahip her bir kadın karşılık gelir. Yani faziletli ve yüksek ahlaklı bir toplum, faziletli ve yüksek ahlaklı kadınlardan oluşur. Ya faziletsiz ve alçak ahlaki değerlere sahip toplumun karşılığı nedir?
Faziletsiz ve alçak değerlere sahip kadınlar mı? Faziletli bir toplum muyuz? Bu soru, faziletli bir gelecekten şüpheye düşürüldüğünün delili olmasa da Medya Maymunlarının önlenemez etki gücünden ve tez canlı aldanışlar sonucudur. Aklı başında hangi kadın, pek sayın haremi geniş İbo ağamızı, kadınları sadece sarkıntılık edilebilir yaratık olarak paketleyen feleği çarksız Memoş’u alkışlar? Kadının kadına ihaneti değil midir bu? Ya diğer show programlarında olanlar… Çivisi çıkmış ahlaksızlığı alkışlamak büyük bir zillet değil midir? En azından “Faziletli bir toplum muyuz?” sorusunu sorma hakkı tanımaz mı?
Netice itibariyle, cinsel ayrımcılık başta olmak üzere kadınlarımızın erkeklerde aradığı suçu, kaynağında yani hemcinslerinde aramaları aslında çözümü de göstermektedir. Elde edinilmiş haklar ve özgürlükler zaten erkekle eşit bir hale getirdiği kadını tek başına mutlu etmediği de ortada. Tek sorun var ve tek çözüm. Kadının kadına ihaneti ve kadının kadına saygısı… Bu kadın kadın ihanet, ancak ve ancak kadının kadına saygısıyla azalabilir bir durumdur. Diğer sorunlar çoook sonra gelir.
Türkiye’de "Evet. Kocamı aldattım”la başlayan bir cümle "Ama boşanmayı düşünmüyorum" diye süremez. Çünkü Türk yasalarına göre kadının ihaneti otomatikman boşanmaya yol açar.
Medeni Kanun’un 151. maddesi eşlere sadakat yükümlülüğü getiriyor. Yargıtay, verdiği kararlarda bu hükmü yorumlarken, sadakatsizliğin, sadece eşe karşı bir haksızlık olarak görülemeyeceğini, bunun "Toplumun tümüne ve ailenin birliğine karşı yapılmış olumsuz bir davranış olduğunu" belirtiyor.
"Eşinize küfrederseniz, bu aile içi bir meseledir. Ama onu aldatırsanız, bu tüm toplumu yaralar" diyor. Demek ki, cinsel yaşamımız, toplumsal bir gözetim altında...
Ancak konu, kimin ihanet ettiği meselesinde çetrefilleşiyor. Yargıtay bir kararında "kocanın başka kadınla ilişki kurmasının kadın için şöhret kırıcı sebep sayılmayacağını" belirtiyor. Yani İngiliz pembe dizisi örneğinden gidersek, Prens Charles’ın sevgilisiyle ilişkisi Diana’nın şöhretine gölge düşürmüyor. Ya Diana’nın ihaneti? Kocaya bu kadar hoşgörülü yaklaşan Yargıtay, kadının ihaneti söz konusu olunca birden aslan kesiliyor ve şöyle diyor:
"Eğer kocanın kusuru olmaksızın, kadının başka erkekle ilişkisi olduğu şayiası çıkarsa, bu ilişki kanıtlanmasa bile mahkeme boşanmaya hükmedebilir."Yani Yargıtay boşanma kararı için -bizde pek kolay yapılan- dedikoduyu bile yeterli sayıyor.
Örnek mi? Yine Yargıtay kararlarında var: "Örneğin kadın, komşularının ikazına rağmen sürekli taksiyle dolaşırsa, kocası bulunmadığı sırada bir erkeği eve alırsa, meslek arkadaşı kadın öğretmenle lezbiyen ilişkiler içinde olduğuna dair zan, tahmin ve dedikodulara dayalı iddialar çıktığı halde, kocasının isteğine ve ikazına rağmen bu arkadaşıyla ahbaplık etmeyi kesmezse ve bu nedenlerle hakkında şayia çıkarsa mahkeme boşanmaya hükmeder.
Genel yerlerde oynamak, başka çirkin hareketlerde bulunmak, şarkı söylemek gibi evli kadının ağırbaşlılığıyla asla bağdaşmayan davranışlar da boşanmaya yol açar."Tüyler ürpertici değil mi? Yani örnek olayımız Türkiye’de geçseydi, zavallı Diana, bırakın başka bir erkekle ilişkisi olduğunu itiraf etmeyi, komşu sarayın bahçesinde şarkı söylese bile Türk mahkemelerince "boş" olmuş sayılacaktı.
Bitmedi...
Bizim Yargıtay, "Erkeğin ihaneti, kadının şöhretini zedelemez" derken, kadının (değil ihanetini) tecavüze uğramasını bile koca açısından "Çekilmez bir durum" olarak niteliyor: "Türk toplumu, karısının ırzına geçilen kocadan, ona şefkatle bağrına basmayı beklemez. Aksine, kocanın bunu hoşgörüyle karşılaması toplum içindeki değerinin yitirilmesine yol açar. Bu yargı, giderek onu herkesin gözünden düşürür. Öte yandan bu durum, kocada istemeyerek de olsa eşine karşı tiksinti ve benzeri duyguların doğumuna yol açar.”Ne duyarlılık değil mi?
Türk hukukunun bu "erkeğe kıyamama" hali, zina"nın kesinleşmesi bahsinde de sürüyor. TCK, başka bir erkekle bir kez cinsel ilişkiye giren evli kadını "zina suçunu işlemiş" sayarken, sıra erkeğe gelince koşul öne sürmeye başlıyor: "Evli erkeğin aynı suçu işlemiş olması için, karısı ile birlikte ikâmet etmekte olduğu evde yahut herkesçe bilinecek surette, başka yerde karı-koca gibi geçinmek için başkası ile evli olmayan bir kadını tutmakta olması gerekir."
Yani, yasa, erkeğin kendi evi dışında birkaç kez kaçamak yapmasına pişkince göz yumuyor. "Aldatılmış kocanın kamuoyunda şerefsiz ve gülünç duruma düştüğü! varsayılırken aldatan kocanın "seni çapkın’ diye sırtı sıvazlanıyor."
Bu örnekleri derleyen İ.Ü Hukuk Fakültesi öğretimi üyesi Doç.Dr. Yücel Sayman, asıl sorunun Türk hukukunda! kadının kimliğinin "aile" temelinde belirlenmesi ve o aile içinde de kadına ikincil rol biçilmesi olduğunu söylüyor. Diana’nın istikbaliyle ilgilendiğimiz kadar Medeni Kanun’umuz ve medeni halimizdeki şu medeniyetsizliğin temizlenmesiyle de ilgilensek, belki cinsel hayatımızı maço kanunların tasallutundan kurtarabiliriz. Asalet ve ihanet onların meselesi... Medeniyetse bizim...
Kadın/ana koşulsuz sevginin simgesidir. Toplumun, yasaların, hatta kutsal kitapların dayatmalarına rağmen doğurduklarından vazgeçmeyen, terörist torunundan da, eşcinsel oğlundan da, konsomatrist kızından da kopmayandır. Hiç bir ideolojinin ya da toplumsal kurgunun ya da inancın selâmeti anayı çocuklarını feda etmeye iknaya yetmezken, kadın, pederşahi kuralların inşa ettiği dünyanın iflâh olmaz muhalifi olarak tebarüz eder.
Bu iflâh olmaz muhalif, yeri geldiğinde tüm kuralları çiğneyecek, oğlan ya da kız, suçları ne olursa olsun, doğurduklarının esenliğini sağlamaya çalışacaktır. "Ağlarsa ana ağlar gerisi yalan ağlar" olgusu, kadın unsurunun beşere sunduğu eşsiz sığınağı minnetle ulularken; kadının kendisi yeryüzünde gözlenen tüm karışıklıkların (fitnenin) müsebbibi olarak takdim edilir, dünya kurulalı beri.
Hint’in kutsal metinlerinde, "doğuştan düşüncesiz ve hilekârdır" kadın. "İman yolunda bir engel, salâh yolunda bir bariyer, uygulamada bir büyücü, iğrenç arzuları temsil eden" bir aşüfte.( Buda, öğretisini sulandıracakları için kadınların rahibe olmalarına karşıdır.
Ortodoks Yahudi erkeklerinin sabah dualarından biri, "Beni bir kadın olarak yaratmayan Kâinatın Yaratıcısı Efendimize hamdolsun." Adem’i memnu meyveyi yemeğe ikna ederek, insanlığın cennetten kovulmasına neden olan Havva ile ilişkilendirilmiyor olmasına şükretmektedir.
Hıristiyan geleneğinin başat bileşeni, kadının kötülük, ayartma ve günahla özdeşleştirilmesidir. Erkek, ruhani, akla yatkın ve tanrısal olan İsa’nın alanının temsilcisi sayılırken, kadın, Sezar’ın ten ve madde dünyasıyla bütünleştirilir.
Hayrın ve şerrin, cinslerdeki karşılıkları erkek ve kadın olarak belirlenirken, yeryüzüne kötülük bulaştırdıkları gerekçesiyle kadınlardan topluca tövbe edip, günahlarını affettirmeleri talep edilir. İsevi öğretiyi kaleme alan Aziz Paulos, memnu meyve olayında "aldanarak suça düşen" kadının susup, erkeğe tabi olması gerektiğini bildirir: "Kadın tam tabiiyetle sessizce öğrensin. Fakat kadının öğretmesine, ve erkeğe hâkim olmasına izin vermem..." Hıristiyan kadınların günahlarının bağışlanması, cinsiyetlerinin dayattığı rolü canı gönülden kabullenip çocuk doğurmaları, cinselliklerini kontrol altında tutmaları, erkeğe tabi olmalarına bağlıdır.
İslam’da, "Ümmetim için kadın fitnesinden daha büyük bir fitne kaldığını bilmiyorum" mealindeki cümlenin Hazreti Muhammed’e ait olduğu bildirilir. "Allah’ım bizi kadınların şerrinden, fitnesinden ve onlarla imtihan olup kaybetmekten koru" mealindeki duanın varlığı, semavi dinlerin ortak tutumlarının yansıması olarak belirir.
Öte yandan, 1900’lü yılların başlarına kadar medeni dünyanın hemen her ülkesinde bir eş, kocasının gölgesi, uzantısı, parçası olan kadın, dünyayı saran değişimden nasibini alacaktır. "Yeni kadın" erkeğin bir refleksinden ibaret olmayı kabullenmeyen, yardımcı oyuncu rolünü reddeden, kendisine ait bir iç dünyasına sahip, coşkulu, bağımsız, özgüven sahibi, yaşamını bir başına sürdürmeyi göze alabilen kadındır. Bu kadın, modernleşen toplumların her basamağında rastlanabilecek birisidir. Sabahın kör karanlığında işçi mahallelerinden fabrikalara akan solgun kalabalığın arasında da görülebilir, mütevazı bir tezgâhın arkasında da, laboratuarda da, devlet arşivinde de, hastane koğuşunda da.
Aşkları çok başarılı evliliklerle sonuçlanan, el değmemiş "iyi" kızlar değillerdir bunlar. Kocalarının ihanetlerine katlanan evli kadınlardan olmadıkları gibi, intikamlarını zina yaparak almaya kalkışanlardan da değillerdir. Ne mutsuz bir aşk hikâyesinin yasını tutan yaşlı bakire, ne de bir aşüfte; yeni kadın, yoksulluğa ya da mesleksizliğe kurban gitmeyi reddeden, hayattan özgün talepleri olan, ömrünü ailenin, sülâlenin hizmetinde tüketmeyi reddeden, hemcinsinin haklarını savunan kadın.
Yeni kadın, erkeğin ne gönlüne ne de aklına hitap eder. Erkek cinsinin en duyarlı zümresi iken şairler, yeni kadını ne görürler, ne duyarlar, ne anlarlar, ne de ayırt ederler. Kendilerini geliştirmeye adanmış, yeni yollar, yeni renkler, yenidünyalar keşfetmeye çalışan yazarlar, yeni kadının yanından geçip giderler. Edebiyat, ihanete uğramış, terk edilmiş, acı çeken kadınlar, intikamcı zevceler, büyüleyici aşüfteler ya da iradesiz, renksiz, sade, şirin kızlar üretmeyi sürdürür.
Romancıların muhayyileleri de sanki kadının geleneksel görüntüsünden başkasını algılamaya müsait değildir. Değişimi idrak edemedikleri gibi, belleklerine de kaydedemezler. Yeni kadının hekimlikten yargıçlığa, sanayicilikten mühendisliğe, müzikten edebiyata, tiyatrodan öğretmenliğe kadar hemen her çağdaş uğraşta rastlanan muhteşem örneklerine gelince, onlar istisna sayılır; olağandışı psikolojik fenomenler olarak tanımlanıp, uzak durulur. Yaşı ne olursa olsun, erkeğin kanatlarının altında olmayan kadın, ana muamelesi görür. Özetle, kadının ne olup olmadığı erkekler tarafından kadınlar üzerinden tartışılan bir süreç olmaya devam eder; günümüzde türban meselesinde gördüğümüz gibi.
Oysa cinsellik, yeni kadının kimliğini oluşturan onlarca bileşenden sadece birisidir; meğerki yaptırımların kurbanı olsun, asla belirleyici olanı değil. Keza, doğurma eylemi, kadın hüviyetindeki ömrünün sancılı bir safhasından ibarettir, bütününü şekillendiren bir fenomen değil. Doğum yapmış, yani, kadın olmaktan ana olmaya terfi ettirilmiş olmak, yeni kadın tarafından cinsine atfedile gelen fıtrî kötülüklerden arındırıldığı gösteren bir ibraname olarak da önemsenmez.
Yeni kadın, evlat sahibi olmanın hormonlarının desteğindeki koruma içgüdüsünü körükleyeceğini, doğurduklarını yaşatabilmek için elinden geleni ardına koymayacağı ruh halinin "fitne Potansiyeli”ni de güçlendirebileceğinin bilincindedir. Kediler ana olmasın derler, doğrudur; en narinimiz bile tırnaklarını çıkaracak, aslan kesilecektir. Bu çerçevede, "haram helâl ver Allah’ım / çoluk çocuk yer Allah’ım" yakarışının bir kadın duası olduğunu hatırlatayım.
Tekvin ve Kuran’da yer alan İsmail kıssasında biricik oğlunu kurban etmeyi düşünebilenin çocuğun anası değil, babası olmuş olması, yeni kadının gözünde erkeklerin çocuklarına ilişkin eğreti tutumlarının teyidi mahiyetindedir; erkeklerden oluşan hakim sınıfının hükümranlığını yasallaştıran çağların pederşahi toplum sistemlerinde oğullarını esirgeme çabası içindeki anaların feryatlarının şeytanın iğvaları olarak yorumlanmasını da ciddiye almayacaktır.
Yeni kadının tecrübesi, yeryüzündeki yaşamın somutta ispatlanan aşkla ayakta kaldığı şeklindedir, yasalarla değil. Cinselliğin iletişimle mümkün olduğu şeklindedir, şiddetle değil. İmanın akılla güçlendiği şeklindedir, dayatmayla değil. Ruhaniyetin saygı ile beslendiğidir, seçkinci ayırımcılıkla değil. Erkeklere nasip olmamış gibi duran işbu tecrübe, fitne vb. suçlamalara karşın kadınların/anaların yasaların dışında ve üstündeki konumlarına ısrarla sahip çıkmalarını öğütleyen kadınlık bilgisidir. Gerektiğinde baş örten, gerektiğinde yara saran tülbent, kadınlara mahsus bilginin kadim nakil aracı olarak görülür. Bu bağlamda, türban, kadınlık bilgisinin bastırılması, diğer bir deyişle, kadının kadına ihanetinin dışavurumu olarak algılanabildiği için korkutur.
Türk toplumun eriştiği tarihinin bu noktasında, yargıç kürsüsündeki yerini dişiyle tırnağıyla elde etmiş yeni kadın, tanık mahallindeki hemcinsinin şahitliğini irade ve akıl bakımından erkeklerden daha zayıf olduğu gerekçesiyle reddetmeyi aklından bile geçirmezken, dünya ve kâinat görüşünü türbanı aracılığıyla ilân eden kadın yargıcın vereceği hüküm, erkek cinsi lehine cinsiyet ayırımı yapacağının peşinen kabulü demek olacağı için korkutur. Benzeri korkular tıptan sahne sanatlarına, öğretmenlikten turizme kadar hemen her uğraş dalında nüksedebilecek; yalnız seyahat edememekten yönetici kadrolarından uzak durmaya varıncaya kadar çok sayıda olası yasaklar gündemde kalmaya ve ürkütmeye devam edeceklerdir.
Kadının kadın hakları içine ihaneti yerleştirmek için ihanete kalkışması ne kadar absürtse, erkeğinde cinsel gücünün sınırlarını denemek için ihanet etmesi o kadar absürttür.
Ey erkekler! Kadın; eğer tek eşlilik kurallarına sadık kalmışsanız, nikah masasındaki taahhütlerinizi bir ömür boyu yerine getirmişseniz, ve evde oturup kadın parası yememişseniz, kadının çocukların nafakası için kazandığı parayı içki, fuhuş, kumara harcamamışsanız ve en önemlisi ona şiddet uygulamamışsanız ve ailesini kendi ailenizden ayırt etmemişseniz size asla ihanet etmez. Hatta onu birazcık olsun sevdiğinizi hissettirmişseniz, sizin kulunuz, köleniz bile olur… Bunu sakın unutmayın…
FAYDALANILAN KAYNAKLAR: Tırnak içindeki yazılar Google arşivinden alınmıştır.
YORUMLAR
kadınlar kimsenin kulu kölesi değil artık, şu erkekler bunu bir öğrenemediler...
eh..şimdilerde bir telaştalar, kadınlar aldatıyormuş filan...
aldatmak her iki cins için, mağara devrinden bu yana vardı...hep de var olacak.
sayın baylar, sakin olunuz. sevgi ve içtenlik de aldatma kadar eski...bu kadim kavramlar değişmeyecek, korkmayın...
emek vermişsiniz yazınıza, saygılar...
Cok ilginc bir derleme :) En son cümleyi ALINTI olarak buraya eklemek istiyorum, cok yerinde bir söz oldu: "Ey erkekler! Kadın; eğer tek eşlilik kurallarına sadık kalmışsanız, nikah masasındaki taahhütlerinizi bir ömür boyu yerine getirmişseniz, ve evde oturup kadın parası yememişseniz, kadının çocukların nafakası için kazandığı parayı içki, fuhuş, kumara harcamamışsanız ve en önemlisi ona şiddet uygulamamışsanız ve ailesini kendi ailenizden ayırt etmemişseniz size asla ihanet etmez. Hatta onu birazcık olsun sevdiğinizi hissettirmişseniz, sizin kulunuz, köleniz bile olur… Bunu sakın unutmayın…"
Bu kadar basit!!! Verdiginiz emekler icin ellerinize ve kafaniza saglik, insallah cok okuyan olur zaman icersinde.