- 2580 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BEDENSEL ENGELLİ KIZIMIN İLK OYU
29.3.2009 Pazar Günü ülkemizde yapılan Mahalli Seçimler hayırlı ve uğurlu olsun. Bedensel engelli Kızım Elif Bilge bu mahalli seçimlerde ikinci oyunu kullandı. Kayınpederim Kırıkkalede vefat ettiğinden kızım Elif Bilge’yi tekerlekli sandelyesiyle ikinci oyunu kullanması için kardeşi Büşra götürdü. İkinci kattaki sınıftaki sandıkta kızım kardeşinin yardımıyla oyunu kullanabilmiş. Ben size bedensel engelli kızımın ilk kullandığı oyu anlatacağım.
22 Temmuz 2007 Pazar günü ülkemizde bir genel seçim yapıldı. Kazananlar ve kaydedenler oldu. Milleti küçümseyen, millete güvenmeyen ve millete rağmen hareket edenlerin; hâlâ bu milleti saf ve cahil olarak görenlerin, elma şekeri ile çocuk gibi kandırılacağını zannedenlerin ve “İşkembeyi Kübra”dan desteksiz bir şekilde vaatler atanların; Cehennem’e bilet kesenlerin ve Cennet’ten arsa parseli satanların; hüsrana uğradıklarına hep birlikte şahit olduk. Kim ne derse desin Türk Milleti Büyük Bir Millet;vermiş olduğu isabetli ve doğru kararlarından dolayı bu milletin bir ferdi olmaktan da gurur duyuyorum. Önüne sandık konulduğu güne kadar sessiz kalan Necip MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİ, kendilerine ders vermeye ve aldatmaya kalkanlara oylarıyla öyle güzel bir şamar vurdu ki sormayın; şamarın sesi taaa fîzanda duyuldu… Vatanımıza ve Türk-İslâm Âlemi’ne bu seçimin hayırlı ve uğurlu olmasını Cenaba-ı Allah’tan diliyorum.
Hatırladığım kadarıyla ortaokul yıllarında bizlere “Yurttaşlık” diye bir ders okutulurdu. Yeni müfredatta herhalde bu dersin yerine “Vatandaşlık” diye bir ders var. Bu Yurttaşlık dersinde, bizlerin iyi bir vatandaş olması için gerekli bilgiler öğretilirdi. Yine aklımda kaldığı kadar; bu ders kitabında bir milleti ayakta tutan değerlerden bahsedilirdi; vatan birliği, bayrak birliği, dil birliği, tarih birliği, ülkü birliği, v.b... Bir de yurttaşın vatandaş olarak yapması gereken borçları sıralanırdı; askerlik borcu, vergi borcu, rey (oy kullanma) borcu, vatan savunması söz konusu olduğun da verilebilecek en son bir can borcu.
Hem bedenen hem de ruhen sağlıklı her TÜRK vatandaşı; bu güzel vatanımızın temiz havasını teneffüs ediyorsa; bu ülkenin topraklarında yetişen bin bir çeşit meyvesini, sebzesini, ekmeğini midesine indiriyorsa, dünyanın en güzel tabiat manzarası ile nakış nakış işlenmiş dağlarını, ovalarını, çaylarını, denizlerini, ırmaklarını seyrediyorsa; kısacası Cennet Vatan Türkiye’mizin her türlü nimetlerinden faydalanıyorsa, yeri ve zamanı geldiğinde bir vatandaş olarak “Yurttaşlık Borçları”nı ödemek zorunda.
Her ne kadar, askerlik görevinin kutsal bir vazife olduğunu idrak edemeyen ve askere gitmemek için sahte sağlık raporu alan tabansızların; “vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” duygusunu içinde taşımayan ve vergi borcunu tam ödemeyen vergi yüzsüzlerin; “oy kullanmak bir namus borcudur” şuuruna sahip olmayan ve sandık başına gitmeyerek oy kullanmayan ve oy kullanmadığı gibi her yerde yönetenleri eleştiren aymazların; bir vatan savunması söz konusu olduğunda da canını esirgeyen ve vatan savunmasından kaçan korkak soysuzların, sayısının çok olmamasına rağmen, Türk Milleti’nin büyük bir kesimi “Vatandaşlık Borçları”nı seve seve yapmaktadır. Bu da gurur verici bir tablodur.
“Acaba” diyorum, bedenen ve ruhen sağlıklı insanlarımız vatandaşlık görevlerini yerine getirirken, ülkemizde yaklaşık olarak on iki buçuk milyon sayıda olduğu belirtilen engelli-özürlü (bedensel, zihinsel, görme ve işitme engelli) vatandaşlarımız, “Yurttaşlık Borçları”nı yeterince yerine getirebiliyorlar mı? Bu soruma üzülerek “evet” demeyi çok isterdim. Maalesef engelli vatandaşlarımız bu kutsal duyguların bazılarından mahrum kalmaktadırlar.
Engelli-Özürlü insanlarımız askerlik borcundan muaftırlar; ama Türk Silahlı Kuvvetleri hemen hemen her sene bu güzel duyguyu tatmak isteyen bazı engelli insanlarımızı askere alıyor, asker elbisesi giydiriyor, diğer sağlıklı insanların askerlik yaptıkları eğitim alanında eğitime tabi tutuyor, askerî karavanadan onlara kuru fasulye, bulgur pilavı ve hoşaf ikram ediyor; azda olsa içlerinde bir uhde olarak kalmış askerlik duygusunu engelli insanlarımıza yaşatmaya çalışıyor. Bu güzel uygulama ile gerçekten toplum dışına itilmiş engelli insanlarımıza büyük bir güven kazandırılmakta ve engelli insanlarımızın da bu ülkenin bir vatandaşı olduğu hatırlatılmaktadır. Engelli yurttaşlarımız da bu görevi yapmakta büyük bir haz duymaktadırlar. Türk Silahlı Kuvvetlerimizin bu güzel uygulamasını çok yerinde bir hizmet olarak görüyorum ve bu güzel hizmetin de devamını diliyorum.
Engelli vatandaşlarımızın vatandaşlık vazifelerinden vergi borçlarını ve vatan savunması gerektiğinde canlarını seve seve vereceklerini yirmi iki yıldır engelli insanlarla haşır neşir olan ve engelli bir kıza sahip bir baba olarak çok iyi biliyorum. Çanakkale Savaşı’nda, Kurtuluş Savaşı’nda kolu, bacağı kopan, bir gözü kör olan, vücudunda sayısız mermi olduğu halde tekrar cepheye koşa koşa giden binlerce engelli Türk Mehmetçiği’nin nice destanlar yazdığını hatırlatmama gerek var mı?..........
Engelli yurttaşlarımızın vatandaşlık görevlerinden “oy kullanma” borçlarını tam yerine getirebiliyorlar mı? Beş yılda bir yapılan seçimler de engelli insanların da oy kullanabileceği düşünülüyor mu? Bu konuda ne gibi tedbirler alınıyor?
İşte bu konu ile ilgili, 22 Temmuz 2007 tarihinden bir gün önce bir gazete de “engelli insanların ve yaşlıların sıra beklemeden oy kullanacağı“ haberini okuduğumda, çağdaşlaşan Türkiye’mizde artık engelli vatandaşlarımızın bir yurttaş olduğu, yetkililerimiz tarafından hatırlanmaları beni çok duygulandırdı. Benim de ilk defa oy kullanacak bir bedensel engelli kızım vardı; bu güzel kızımla birlikte sıra beklemeden oy kullanacaktık... Ne güzel bir lûtufdu bu......
Bedensel engelli kızım Cumartesi akşamı çok heyecanlı idi. Heyacanını yatıştırmak için:
“Kızım” dedim, “Sabah erkenden kalkıp, oyumuzu kullanmaya gidelim”
“Baba hangi partiye vereceğiz?” dedi.
“Kızım artık sen yirmi iki yaşında genç bir kızsın. Her ne kadar sokaktaki seçim çalışmalarından engelinden dolayı haberdar olmasan da, televizyondan bütün parti başkanlarının konuşmalarını izledin. Haberleri dinledin. Sana göre bu millete kimin faydalı olacağını düşünüyorsan, özellikle engelliler konusunda hangi parti daha duyarlı ise o partiye oyunu ver. Benim oyumun rengini biliyorsun. Takdiri sana bırakıyorum. “ dedim.
”Tamam, baba . Ben de senin gibi düşünüyorum. “ dedi Kızım.
Pazar sabahı kalkar kalkmaz, evime elli metre uzaklıktaki oy kullanacağım okula gittim. Kızım Elif Bilge yatağında mışıl mışıl uyuyordu, uyandırmadım. Önce gidip bir bakayım kalabalık mı değil mi diye.... Okulun bahçesi otomobillerle dolmuştu. İki blok halinde yapılan okulun giriş kapılarında kalabalık bir insan topluluğu vardı. Saat henüz sekiz olmadığından kapı açılmamıştı. Ben de bu kalabalığın arasına karıştım. Vatandaşın seçime ilgi duyduğu sabahın daha ilk saatlerinde belli oluyordu. Kapılar açılır açılmaz insanlar birbirlerini ite-kaka içeri girmeye çalıştı. Seçmen kâğıdındaki oy kullanacağım sandığı çok kolay buldum. Okulun girişinde zemin katta sola dönülen koridorun ilk sınıfı idi. Hemen kuyruğa girdim. Arkama baktığımda ise göz açıp kapanıncaya kadar yirmi otuz kişi sıralanmış. Önümde de dört kişi vardı; ikisi ihtiyar çiftlerdi. İhtiyarlar oylarını zor kullandılar. Yaşlandığımız da herhalde “Bizler de böyle zorlanacağız “dedim kendi kendime. Bana sıra gelince büyük bir zevkle mührü ve oy pusulasını alıp, oy kullanma kabinine gittim ve gönül huzuru içinde besmele çekip “Vatanıma ve milletime hayırlı ve uğurlu olması dileğiyle”,”EVET” mührünü, ülkemin geleceği ve istikrarı için oy pusulasındaki gönlümdeki partinin amblemi altındaki yuvarlağa bastım.
Sabahın ilk saatlerinde sandık önlerinde uzun kuyrukları görünce, her ne kadar “engelli ve yaşlılar sıra beklemeden oy kullanacaklarını” bilmeme rağmen, bazı anlayışsız vatandaşlar olur düşüncesinden dolayı, kızım Elif’i öğleden sonra getirmeye karar verdim. Saat ikiye doğru kızım Elif “Baba ben hazırım” dedi. Kızımın elinden tutarak merdivenlerden yavaş yavaş indik. Apartmanımızın girişine bıraktığımız tekerlekli sandalyesine bindirdim, bahçeye çıktık.
Komşumun oğlu arabamın arkasına park etmişti arabasını. Bir iki dakika sonra komşumun oğlu otomobilini başka bir yere çekti. Kızım Elif’i arabama bindirdim, tekerlekli sandalyesini de bagaja koydum. Oy kullanacağımız okulun bahçesinin kenarına arabamı park ettim. Kızımı tekrar tekerlekli sandalyesine koydum. Okulun merdivenlerinden, kızımı tekerlekli sandalyesi ile yukarı doğru tam çıkaracağım zaman, yukarıdaki bir polis “Arkadaşım, şu yanda bir rampa yol var. Çocuğunuzu oradan kolay çıkarabilirsiniz” dedi. Gerçekten de sağ yanımdaki bayrak direğinin yanına baktığımda, engelli insanların tekerlekli sandalyeleri ile çıkabilecekleri bir rampayı gördüm. Kızımı bu rampadan çok kolay bir şekilde okulun zemin katına çıkardığımda “Görüyor musun Elif?” dedim, “Seni biz bu merdevinlerden kucağımızda bir elimizde çantanla birlikte tam sekiz yıl taşımıştık. O zamanın yöneticileri bize böyle bir rampa yol yapmamışlardı.” Kızım da “Evet baba doğru söylüyorsun.” Dedi.
Aslında kızımı bu okula zorla yazdırmıştım. Yöneticilerden biri bana “Okulumuz senin çocuğuna uygun değil; merdivenler, tuvaletler uygun değil. Bir de senin çocuğun sakat. Buradaki sağlıklı çocukların psikolojini bozar, ayrıca çocuğunuzu kucakta getirip götüremezsiniz” deyip, beni sepetlemek istemişti. Eşim o yöneticiye “Sayın beyefendi, ben bu çocuğumu dokuz ay karnımda taşıdım, dokuz yıl daha sırtımda taşırım. Siz yeter ki çocuğumun kaydını yapın“ demişti. Bizim ısrarımızın karşısında mecbur kalıp, Kızım Elif’in kaydını yapmışlardı. Gerek benim gerekse kızımla birlikte on beş yıl önce yaşadığımız bu acı olay, tam okulun kapısından içeri girerken bir film şeridi gibi geldi gitti ... Okuldaki çektiğimiz ızdırap dolu günleri sizlere anlatmayacağım. O acı günler bizlerin hâlâ yüreğimizin tam ortasına batan bir gül dikeni gibi duruyor. Bunu ancak engelli bir çocuğa sahip analar babalar ve özellikle de engelli yavrular çok iyi bilirler.
Kızım Elif ile birlikte oy kullanma kabinine girdik. Oy pusulasını açtım. Kızım elini tam kullanamadığından mührü ben basacaktım. “Elif, hangi partiye oyunu kullanalım” dediğim de, “Baba konuştuğumuz gibi senin tercih ettiğin partiye at” dedi. Kızımın oyunu kullandım. Kendisine de gösterdim. Oy pusulasını ters katlayarak, zarfın içine koydum, kızım Elif’in eline verdim. Kızım Elif, spastik özürlü olması nedeniyle, titreye titreye oturduğu tekerlekli sandalye üzerinden zarfı sandığın içine attı. Tam okulun kapısından çıkarken kızım “Baba hatırladın mı? Oy kullandığım sınıf, benim okuduğum birinci sınıftı” deyince, gözlerim doldu, ağladığımı yavruma göstermemeye çalıştım. Sadece sessizce “Hayır kızım hatırlamadım “dedim. Kızımın bundan tam on beş yıl önce bin bir sıkıntılarla okuduğu, okuma-yazma öğrendiği ilkokul birinci sınıfında, ilk oyunu kullanması bir tesadüf müydü?......On beş yıl önceki çektiğimiz sıkıntılar okulun kapısında çıkarken gözlerimin önünde bir kez daha canlanı verdi...
İşte engelli kızım da böylece “oyunu” gönül rahatlığı ile kullanabilmişti. Vatandaşlık borcu olan “oy kullanma” görevini yerine getirmeyip, sandık başına gitmeyen sağlıklı insanlara ibretle duyrulur. Bakın Avusturyalı ünlü iktisatçı Josephe A. Schumpeter “Oy pusulası mermiden daha güçlüdür” demektedir. Bir oy ile bu ülkenin kaderinin değiştirebileceğini hiç gözardı etmeyelim. Engelli de olsak oyumuzu kullanalım. Çünkü engelli insanlar da bu vatanın yurttaşlarıdır.
Bedensel Engelli Kızım ELİF BİLGE’nin, ülkemin demokrasisi ve istikrarı için kullandığı bu ilk oy; yirmi iki yıl önce yüreğimin tam ortasına batan bir gül dikeninin bütün benliğimde hissetirdiği dayanılmaz acıyı, çileyi, ızdırabı;o gün (seçim günü) bana unutturdu…….
Şükrü BİLGİLİ
YORUMLAR
“Sayın beyefendi, ben bu çocuğumu dokuz ay karnımda taşıdım, dokuz yıl daha sırtımda taşırım. Siz yeter ki çocuğumun kaydını yapın“ sozleri kulagimda yankilandi.. Esinize bol selamlar olsun. Saygiyla ellerinden opuyorum. Kizlarinizin da yanaklarindan operim.. Allah'a emanet olunuz..
Hayirlarla kaliniz.