Sanat üzerinden kadının metalaşması
Günümüz sanat anlayışının, artık kâr ve kazanç politikalarının aleti olduğu görmezden gelinemeyecek kadar gün yüzünde. Üstelik bunu bir zamanlar olduğu gibi, saklama ihtiyacı bile duyulmuyor. Sanatsal ürünlerin “meta” olarak değerlendirildiği çağımızda artık en çok kazanç sağlayan yapıtlar, her ne kadar gerçek sanatseverler için pek bir anlam teşkil etmese de, toplumun genelinde en popüler sanatlar olarak kabul ediliyor.
Bu durumun bir iki nedenine değinmek istiyorum. Birincisi ve elebaşı medya. Şimdi “herşeyde de medyayı suçluyorsunuz, toplum istiyor ki medya da piyasaya sunuyor” da diyebilirsiniz. Fakat medyanın toplumda oluşturduğu etki tıpkı damarlarınıza enjekte edilen bir uyuşturucu gibidir. Hiç kimse uyuşturucu kullanmadan önce tadının nasıl bir şey olduğunu bilemez. Ayrıca kişi, bilgisi olmadığı bir konuda ne kendine güvenebilir ne de tehlikesini fark etmediği şeyden korkma gereği duyar. Meydanın bu programlar ile yaptığı da vatandaşın kanına bu uyuşturucuları karıştırıp, onları buna bağımlı hale getirmektir. Sonrasında ise toplum bunu istiyor diyerek sunulması, sadece kişilere aslında ihtiyaçları olmadığı şeyleri onlara ihtiyaçmış gibi satmasıdır. Bir içeceğin sloganı olan “hayatın tadı” ifadesini ele alın. Bundan yaklaşık yüzyıl evvel hiç kimsenin ihtiyacı olmayan bu içecek nasıl oldu da bir anda hayatın tadı oldu. Ya da şimdi o içeceği üreten firma üretimini durdurursa artık kimse hayattan tat alamayacak mı?
Her neyse konuyu biraz dağıttık. Biz şimdi bu uyuşturucuların en düşük dozajından örneklerle, toplumu nasıl oluyor da kendilerine bağımlı hale getiriyorlar onlardan bahsedelim. Hepsinden önce de bu uyuşturucuların tehlikesi fiziksel ya da biyolojik olmaktan çok psikolojik olmalarıdır. Çünkü biyolojik ya da fiziksel bağımlılıkların ilaç tedavisi ile giderilmesi bir bakıma mümkündür. Oysaki psikolojik bağımlılıklardan kurtulmanın yolu, bağımlı olduğunuz şeylerin yerine ikamelerini bulmak ve o şeylerden mümkün olduğunca yalıtılmış bir yerde yaşamanızdır. Peki, acaba kaçınız ben medyanın ileti bombardımanından kendimi koruyorum, medya benim hayatımı etkilemiyor diyebiliyorsunuz? Bunu diyebilenlerinize küçük bir hatırlatma ile medyanın içine okuduğunuz gazeteden, izlediğiniz TV kanlarlına, dinlediğiniz radyodan kullandığınız internet sitelerine kadar ve hatta yolda okuduğunuz billboardlara kadar her şeyin bir medya kanalı olduğunu hatırlatırım.
Gelelim ana konuya. Medya bu uyuşturucuları nasıl oluyor da bizim zihnimize enjekte ediyor? Üstelik de hem yapımcıların, hem alıcıların hem de bu ticarete alet olanların rızasıyla yapıyor bunu. Yapımcıların bunu kabul etmelerini doğal karşılıyoruz, çünkü kendi yönlendirmeleriyle piyasa hakimiyetlerini koruyorlar. Bunun yanında milyonlarca dolarlık bir servetin sahibi oluyorlar. Günümüzün en büyük silahı da kadın vücudunun cinselliği. Nereye baksanız, nereye dönseniz karşınızda bir kadın vücudu. TV kanallarında, sinemada, video cliplerde, billboardlarda alakalı alakasız her yerde var artık kadın vücudu.
Bu, yapımcılar tarafından yumuşatılarak sunulmuş ataerkil düzenin getirisidir. Dolayısıyla da alıcıları olan erkeklerin de bunları kabul etmesini de yadırgayamadan kabullendi toplum. Hatta o kadar ki normal olan buymuş gibi davranmaya başladılar artık. Özellikle de bu dönemde çocukluğunu geçirecek olan ve kişiliğini yeni yeni oluşturma çabası içindeki gençler için bu durum tam bir felaket. Kişiliği için bulması gereken özdeşliklerini çocuklar, en çok gördüğü ve en beğendiği kişilerden seçerler.
Bunların alıcılar tarafından kabul görmesinin altında ise kişinin anlık duygu ve hislerinin tatmini yatmaktadır. Bu hisler sahte hislerdir ve belirli bir zaman sonra kişide tatminsizliğe bu da onu doyumsuzluğa sevk edecektir. Zamanla kişi hislerinin oyuncağı olur. Sonrasında ise yapımcılar nede olsa onu, bu kez de onun psikolojik sorunlarına yönelik programlarla kendilerine daha sıkı bağlayacaklardır.
Peki ya kadın? Yeryüzünde en temiz, en saf şekliyle kalması gereken anne adayları kadınlar nasıl olmuşta bu medyanın metası haline gelebilmiş. En üzücüsü de gönüllü bir şekilde. Hatta o kadar ki neredeyse artık tüm genç kızların rüyalarını süsleyen mevkii olmuş. En çekingen, en mutaassıp bayanların bile bilinçaltına yerleşebilmiş bu hisler. Medyanın yapımcıları bizim sandığımızdan da iyi yapıyor bu işi ne yazık ki. Kişilerin zaaflarını en bilimsel yöntemlerle keşfederek bunları kendileri için bir silaha dönüştürmeyi çok iyi başarabiliyor. Kadınlar üzerinde de beğenilme arzusunu bir silaha dönüştüren sektör, bunu kadına kullanıldığı hissini bir parça dahi hissettirmeden başarabiliyor. Kadın bunun farkına vardıktan sonra ise artık geç kalınmış oluyor.
İşin en ilginç yanı da eskiden kadın örgütleri, kadın kuruluşları bu tür kullanımlara karşı iken, günümüzde bunu bir meziyet ve çağdaşlık belirtisi sayıyor. Piyasa bunu yaparken kadını araç olarak göstermeden, arzulanan, talep edilen olarak gösteriyor. Kadının arzusu ise arzulanmak olunca piyasa kendi kendini bu şekilde devr-i daim ediyor. Onlara kendilerini sanatçıdan da öte sanatın kendisi olduğuna inandırıyor.
Üstelik kadınlar için kullanılan bu psikolojik yönlendirmelerin etkisi, onlarda alıcıların üzerindekinden çok daha yüksek boyutlarda görülür. Çünkü alıcı için anlık ve geçicidir. Bir süre sonra algısını bir başka meta çekecektir. Oysaki sektörün metası olmuş kadın bunu bir ömür sürdürecektir. Ve bir gerçek var ki, ne kadar yüksekteysen o kadar düşersin.
Son söz olarak, gerçektende yaradılış olarak bir sanat harikası olan kadının metalaşması ve sanata etkileri, toplumdaki en tehlikeli olgudur. Çünkü toplumu meydana getiren her birey, bir kadının kucağında yetişir.
YORUMLAR
güzel bir konuya değinmişsiniz...
medyaya uyuşturucu benzetmesi, gerçekten uygun düşmüş. aslında tam olarak, "bağımlılık yapan keyif verici madde" demeli...
medyadaki kadın sömürüsüne değinmişsiniz yazınızda. doğru ama sanki biraz eksik gibi. salt bedensel bir sömürüyle kalmıyorlar. medya öyle geri bir bilinç pompalıyor ki alttan alta, kadının toplum içindeki yerini, genel duruşunu, vs. sabitleştirip, kalıplaştırıyor. gelişme ve ilerlemenin önünü tıkıyor. elbette kapitalizmle ilgili birşey bu.