DENİZ ve ORMAN - I
Toplantı yeri için Marmaris adı bildirilince, gerilerde kalmış, biraz silik hatıralarda kalan üniversite yılları kor gibi düştü gönlüme! Yanan kor geçen zamana mı, gençliğime mi, o an yanımda olanlara mı bilemedim!... Bedeni yorgunluğa; olgunluk, ihtiyarlık diyorlar gibi geliyor. Ya değilse ruh hali, duygular daima genç. Genç kelimesi bile manayı karşılamıyor. Çocukluktan beri biriken yaşanmışlıklar, duygusal değişimi içermiyor. Çocuk gözümdeki kötü beraberinde korku içerirdi, bu günde aynı. İyiler yıllar geçtikçe sevgiyi barındırmakta mananın içeriğinde. Sevgi, korku, umut, hayaller… yıllar geçtikçe değişir mi? Hayallerin, umutların içeriği ve aktörleri değişse de yıllar geçtikçe hayatımızdaki oranının bile değiştiğini anlayamam!... Hasta ziyaretlerimde, bitmişliği ve teslimiyeti nadir rastladım. Yaşam yoğun bakıma girmiş, camdan bakanlara gözlerden elini tutanın ardından gideceğini vaat ediyor. Sanki, tut elimden kaldır götür beni diyor.
Bir önceki gelişimde fark edememişim koylarla dağların, ormanla denizin, yeşil ile mavinin bu kadar iç içe geçmişliğini ve güzelliğini. Beyaz binaların çoğalmışlığına tepkim olmalı mı, ormanı denizi tahribat mıdır? Onlar olmaz ise buraya gelmemizde olmazdı! Bu kadar çok paylaşanı da olamazdı bu güzelliğin.
Gecenin başında sahile indim. Yürümek istedim öylesine, baharın ve gecenin başında. Serinlik olsa da rahatsız edici değil. Deniz, çocuğu olamadığımdan, ürkütücü gelse de gecenin karanlığında, kulak kabartınca rıhtıma vuran ufacık dalgaların sesi geldi, biraz ürkek… biraz tedirgin. Uzakta Marmaris’in ışıkları denize düşmüş. Yakamozlar sahile getiriyor serinliklerini. Yıldızlara rakip şehrin ve otellerin ışıkları. Çok değil bir iki asır evveline gitmek geldi içimden. Edison insanlığın hayatını kolaylaştırırken, tembelliğin koynuna bıraktı. Ay ve yıldızların ziyasını manâsız kıldı. Yakamozlar sathiliği sunar oldu, derman uman gözlere. Rekabeti kaybetti dörtnala giden atların nal sesleri araba seslerine yollarda, denizde kürek sesleri motor seslerine!... Çakal sesleri bir asır önce kayboldu gitti. Her yerde artan nüfus heba etti kendi nefsi namına; ormanı, ovaları ve denizi. Hunharca katlederken, hangi mirası talan ettiğinin farkına bile varmadan. Başka bir yolu yok mudur iskânın, mamur hale gelemez miydi beldelerimiz! Yıldızların parlayışını söndürmek niye? Çocuk aklımda uçsuz bucaksız çokluğun ifadesiydiler. Kaç yaz gecesinde ninemin dizlerinde yıldızların göz kırpmalarında, sonsuzluğunda ve çokluğundan yorgun düşerek göz kapaklarım teslim oldu uykunun kollarına. Uykularımızın tadı kaçtığından yorgun kalkar olduk ortopedik yataklardan. Uyku uzmanları çıkar oldu medyada. Çıkıp açıklıyorlar, iyi bir uykunu şartlarını. Göz kapaklarım ağırlaşırken ağır ağır çıktım ormanın koynuna yapılmış otel odama. Her ne kadar bir sorunun bile cevabını bulamasam da uyuya kaldım. Atalarımızın bir bildiği olduğundan böyle yerlere han yapmamışlar diyerek. Uykumu bile kaçıramadı zamanımızın en büyük derdi...
MARMARİS- 06 MART 2009