Perdeden yansıyanlar
Sinema… Sanatın 7. basamağı, tiyatronun küçük kardeşi. Hayatı küçük bir film şeridinden geçen ışıktan görmektir sinema seyretmek. Hayat misali akar gözlerin önünden durağan fotoğraf kareleri, harekete dönüşür beyaz perdede. Aslında bir göz yanılgısıdır gördükleriniz. İlkokulda defterlerinize çizdiğiniz Cin Ali grafikleri gibi. Ağabeyi tiyatro kadar da yansıtır o da hayatı, hatta ondan daha da gerçekçi boyutlarda.
Sinema en genç sanatlardan biri olması sayesinde büyük ağabeylerinden ve ablalarından aldıklarıyla çok daha kompleks ve çok daha fazla yeteneklere sahip bir sanat haline geldi zamanla. Özellikle tiyatro ve fotoğraf ile iç içe olan hatta kardeşlikten öte onların bir evladı olan bu sanat, bunların dışında mimari, resim, heykel, müzik gibi daha pek çok sanatı içinde barındıran bir alan oldu. Yaşça en küçük olmasına rağmen günümüzde en popüler sanat olmayı da başardı. Tabii bu popülerliği sayesinde en çok kazanan kardeşte yine sinemadır.
Popülerlik ve kitleleri peşinde sürükleme, sadece maddi kazanç ile de sınırlı kalmamasını, ayrıca politik ve kültürel bir araca da dönüşmesini sağladı sinemanın. Sinema sıradan vatandaşlar için bir eğlence ve zaman geçirme aracıyken, sanatçıları için hayatlarını lüks içerensinde geçirebilecek parayı kazanabileceği, ayrıca kendilerine ün ve egosunu okşayacak ilgiyi getiren bir iş, sponsorları için reklâm ve itibar, ülkesinin yöneticileri için ise politik bir silahtır aynı zamanda.
Özellikle kültür emperyalizminin en büyük silahıdır sinema. Öyle ki, özellikle Amerika’nın yapmış olduğu savaşlar sonrası çektiği kahramanlık filmlerini hatırlayın, ne kadar güçlü bir propaganda silahına dönüşebildiğini anlarsınız. Vietnam’da, Afganistan’da, Kore’de ve Japonya’da. Keza İngilizlerin Hindistan’da, Arabistan’da yaptığı savaşların sinemaya yansıması hep kahramanlık öyküleri ile verilmiştir genç kuşaklara.
Son dönemlerde ise tersinden giderek yapıyorlar aynı şeyi. Yani kendilerini eleştiren, hatalarını yüzlerine vuran, sözde hesaplaşmaları ve güya vicdanlarını rahatlatma eğilimi içerisindeler. “Son Mohikan”lar, “Yeni Dünya”lar, “Cesur Yürek”ler ile. Aslında yapmak istedikleri kendileri herkesten önce, hiç kimse daha gerçek olanını ve daha sert bir şekilde yapılanı yapmadan, kendi istedikleri şekilde bunun böyle olduğunu göstererek, o şekilde bilmesini istemeleri. İnsanları psikolojik olarak etkileyip, yine kendilerine sempati oluşturmayı hedefliyorlar. Böylece “evet adamlar oldukça nesnel bakıyorlar olaya neden yalan söylesinler ki” diyelim.
Hatta kendilerini haklı çıkaran filmleri bizlere empoze etmekle de yetinmiyorlar, bizleri bize kötüleyen filmler yapmamıza teşvik ediyorlar. Fransa’dan ödül almış filmlerimize bir bakın, kaç tanesinde ülkesini öven, milletini iyi, güzel bir şekilde temsil eden bir yapım bulabilirsiniz. Zaten çok da ödüllü filmimiz yok. Elbette sanat eleştirel bir bakış açısı sunmalı insanlara, fakat neden olumlu eleştirilere prim verilmiyor da Avrupa’dan Türkiye’yi karalayan olumsuzluklarını gün yüzüne çıkaran yapımlar baş tacı ediliyor.
Birde bizde her şeyde olduğu gibi sanatta da düz mantık geçerli. Sanat eleştirel bakış ise bizde eleştirelim dedik. Fakat eleştirmeyi de sadece olumsuzlama, karalama, yalanlama olarak algılayan bizlerin, sanat anlayışı da bu şekilde oldu. Ama yinede genelleme yapmamalı. Bu söylediklerimiz Avrupa’da beğeni kazanmış yapımlar için geçerli.
Oysa içerde çok başarılı yönetmen ve senaristlerimizin yanı sıra bir o kadarda kaliteli oyuncularımız mevcut. Bir Yavuz Turgul, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz, Derviş Zaim basit yönetmen ve senarist değiller. Bir Şener Şen, Adile Naşit, Güven Kıraç, Haluk Bilginer, Erkan Can gibi oyuncular yabana atılacak oyuncular değil. Fakat bu kez de tam bizimkiler bu işi öğrendi, kaptı götürür derken popülizmin çılgınlığına vuruldu piyasa. Bir “Masumiyet”, bir “Uzak”, bir Tabutta Rovaşeta”, bir Filler ve Çimen” sessiz, sedasız kenarda kalırken, “O Şimdi Asker”ler, “Hababam bilmem kaç buçuklar” parsayı topladı. Ne yapalım bu işler böyle insanları düşünmemeye, hazır gülme efektlerine, bayağılaşmış acılara hüzünlenmeye alıştırdık en başta. Şimdide fazla bir şey bekleyemez olduk onlardan, biraz düşünmelerini fazladan saydıkları için.