- 770 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Nar Çiçekleri
İnce, narin yapılı bir kadındı. O minicik yüzünde iri siyah renkli gözleri, küçük bir burun, nar kırmızısı dudakları vardı.Bir deniz kasabasında; bahçesi güllerle kaplı tek katlı bir evde otururlardı.Eşi kaptandı, uzun yıllardır evliydiler, çocukları yoktu.
Her yaz haftada iki, üç gün onlarda kalırdım; o hüzün dolu siyah gözlü, minik kadından masal gibi o hikayesini dinlerdim.
’Her yıl köye dedesinden kalma; kerpiç binalı, nar ağaçları ile dolu ve içinde kuyusu olan o yere giderlermiş. çocukluğu burada geçmiş. Çocukluğundan tek hatırladığı; annesinin bal rengi gözleri ve bu gözlerden eksik olmayan yaşlar. Birde hiç unutmadığı nar çiçekleri açarken annesinin gece, gündüz bedduası idi.
Hep merak ederdi, neden? O köyde yaşarken hep bir dedesi, bir annesi, bir de kendisi vardı. Çocuklar onunla konuşmaz, oynamazdı. Komşu kadınlar ise annesine gelmezdi.
Annesinin öyküsünü hep merak ederdi çünkü; annesi nar ağaçlarını ateşe vermiş, akıl hastanesine yatırılmış, dedesi üzüntüsünden ölmüştü.
Bu telaşları yaşarken kaptanla tanışmıştı. Yalnız bir adamdı, hoştu, tüm sevdası deniz, balık, meyhane ve çok sevdiği takasıydı.Bu kızı görmüş, iri siyah gözlerindeki hüzün onu kendine çekmişti. Eş, dost yardımı ile evlenmişler ve iki ay sonra annesinin ölüm haberi gelmişti.Acılarını hep üstüste yaşıyordu, annesini köye götürüp, arada gömdüler. Annesinden kalan bir kaç eşyayı almak için eve uğramışlar; eski bir sandık, nar çiçekleri ile işli bir yorgan, bir kaç sepeti alıp evden çıkmışlar.
Akşam kaptan balığa çıkmış, oda eşyaları açıp yerleştirmek istemiş. Sandığı açmış içinden yeşil renkli ve üzeri nar çiçekleri ile işli süslü bir elbise, kırmızı tülden bir örtü çıkmış. Sandığın dibine doğru inince; bir sarı yapraklı defter, ve bir kurşun kalem bulmuş.Defteri açmış, merakını yenemeyip okumaya başlamış.
’ Bu defter eline geçtiğinde ben çoktan bu dünyadan gitmiş olacağım. Hani sen bana; bal gözlü annem, niye hep ağlıyorsun, babam gelmediği için mi? derdin ya kızım senin baban yok ki nasıl gelsin.Daha onbeş yaşında bile değildim. Yunanlılar burayı işgal etmişlerdi. O hani gördüğün nar ağaçları var ya tam çiçek açıyorlardı ki o ağaçların altında tecavüze uğradım. Kendimi kurtaramadım, dedeni dövdüler, alkanlar içinde kaldı ancak üç gün sonra kendine geldi. ve bundan sonra kör kader, kör kurşun gibi hayatımıza girdi.Dokuz ay sonra sen dünyaya geldin. Kimselere söyleyemedik; seni dedenle beraber büyüttük, olay duyulunca herkes bizden cüzzamlı gibi kaçtılar.Deden Yunanalılarla değişim sırasında kasabadan bir yer aldı, oraya gittik.Tam sen büyüdün, okula başlayacağın sırada Yunanistan’dan konuklarımız geldi. Deden ve babaannen; babanı savaş zamanı kaybetmişler, babanın daha önce yazdığı mektup onları harekete geçirmiş.
Mektupta:
’Sevgili anne ve babacığım;
Ben Türk topraklarında bir hata yaptım, bu hata aynı zamanda bir savaş suçu sayılır. O sahil kasabasının, bir köyünde o narin bal gözlü kıza kötü saatler yaşattım. Şimdi çok pişmanım, bu savaş hiç belli olmaz ben ölürsem o köyü bulup, o kızı ve babasını alıp memleketimize getirin. Eğer ölürsem bu günahla cehennemde yanarım, beni tanrı affetmez. O sahil kasabasında kime sorsanız, o köyü size gösterirler. Hele o küçük evi hemen tanırsınız. Mevsiminde gidecek olursanız; kırmızı nar çiçeklerinin alev topu içinde, bir kerpiç ev, ve bir kuyu vardır. Kerpiç evin bahçesinde ise karanfil ve güller sizi zaten kokusu ile çeker.
Eğer bana bir şey olmazsa ben gidip o bal gözlü kızı bulacağım. Tanrıya emanat olun. Oğlunuz
Yorgo
Onları kasabanın kaymakamı getirdi ve tanıştırdı.İçim birden cız etti. Babaannen seni görünce; minik Yorgo, minik Yorgo diye bağırmaya başladı. Beni, seni ve dedeni götürmek istediler, biz itiraz edince vazgeçtiler.Onlarda zamanında topraklarından koparılmışlardı, bunun ne anlama geldiğini bilirlerdi. Senin adını sordular; ben de: Çiçek, dedim.
Senin her masrafını göreceklerini söyleyip, gittiler.Yılda bir gelip seni göreceklerdi. Sen okula başladın. Okuldan hep ağlayarak gelirdin. Ne zaman sorsam:
_Anneciğim köye gidelim. Orada kimse yok. Kimse benimle alay etmez, deyip saatlerce ağlardın.
Bunu sana yaşatmaya hakkım yoktu. Seni yine alıp köye döndük, orada okumayı, yazmayı sana ben öğrettim.Artık kendi kabuğumuza çekilmiştik.Deden; hayıt otlarından sepet örer, onları Ethem Bey’e satardı. Onlar da karşılığında bize yazın; yazın yaz sebzesi ve meyvesi kışın da kış sebzesi ve meyvesi verirlerdi. Ben de onlara temizliğe gide, nar gönderirdim. tek dostumuz onlardı. seni onlara emanet edebilirdim. Uzun yıllar böyle yaşadık. Sen büyüdün ve ben sana da, bana olduğu gibi olur korkusuyla akıl melekelerini yitirmeye başlamıştım.
Son hatırladığım nar ağaçlarına teker teker gaz döküp ateşe verdiğimdi. Gözlerimi
açtığımda akıl hastahanesindeydim. Bunları bir ara beni çıkardığın zaman yazıp sandığımın dibine koyacağım.
Çiçeğim,nar tanelerine can veren kızım, bana bir şey olursa o kasabadaki eve git, orada yaşa,kendine uygun bir eş bul, evlen, beni unutma. Her nar çiçeklerinin açtığı zaman köydeki evimize git. Sana vasiyetim olsun. Beni köy mezarlığına göm ve her zaman ziyaret et. Dedenle beni ayırma.
Bir de sakın Ethem beyleri ihmal etme, bugün bu kadar yaşayabildiysek onların sayesinde yaşadık.
Seni önce sana sonra Allah’a emanet ediyorum.
Annen
Defteri bitirdiği zaman gün ağarmıştı. neredeyse kaptan balıktan gelirdi. Hemen defteri sqandığın dibine koyup üstüne eşyaları koyup kilitlemişti. Anahtarı emin olduğu bir yere saklamıştı. Bunları kaptana anlatamazdı. Her şeyin bir yeri ve zamanı vardı. İçindeki acı hiç bitmiyordu. Hayatında onu kollayacak ve koruyacak hiç kimsesi yok gibiydi.
Bir yıl sonra Yunanistan Konsolosluğundan bir yazı geldi. Kendisine yüklüce bir miras kalmıştı. Bununla eşine büyük bir balıkçı teknesi aldı,onunla beraber balığa çıkmaya başlamıştı. Çocukluğunun yüreğinde açtığı yaraları, örselenen ruhunu tamir etmeye çalışmıştı. Ama her şey boşunaydı. Her geçen gün hayat daha da ağır gelmeye başlamıştı. Sonunda hatıralarından kurtulamayacağını anlamış artık pes etmişti. Aklı ona küçük oyunlar oynamaya başlamıştı. Önce üniversitenin psikiyatri bölümünde uzun bir tedavi görmüş, ama ne yazık ki nar çiçeklerinin alevi ruhunu teslim almıştı.
Her çiçek zamanı kaptan onu köye götürmek ister, o saatlerce ağlar, gitmemek için direnirdi. Ruhundaki fırtınayı kaptana söyleyememişti, çünkü kaptan ancak denizdeki fırtınadan anlardı.
Her uzun balık seferinden dönünce onu o sandığın başında bulurdu. Gözleri ağlamaktan şişmiş ve kızarmış olurdu. Birkaç zaman sonra o nar çiçekli elbiseyi giymiş olarak bulmuş ve sormuştu ama Çiçek’ten hiç ses çıkmamıştı. Yine bir gün döndüğünde sandığın başında onu gaz şişesi ve kibritle bulmuş, geç kalmadığına şükretmişti. Onu hemen bir akıl hastahanesine götürdüler. Uzun bir süre sonra ölüm haberi geldi. Köye götürüp gömdüler.
Kaptan o sandığı merak etti ve açtı. Dibindeki sarı defteri buldu. Her şeyi okuduktan sonra sattlerce ağladı. Demek ki Çiçeğinin hayatı sarı yapraklar arasında saklıydı. Bunu bunca yıl içinde merak edip sormamıştı. Belkide Çiçeği en çok üzen buydu. Ama zaman hiçbir şeyi geri getirmiyordu ve telefisi de yoktu. Kaptan da uzun denizlere açılıp gitmişti.
O nar çiçekleri yıllar boyu açıp duracaktı. Daha kimbilir kaç kişi onların güzelliğine bakıp ruhlarını tazeleyecekler ama asla göçüp giden o gencecik ruhları bilemeyeceklerdi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.