- 2639 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
DİLİMİZ: GÜZEL TÜRKÇEMİZ
“Dil, yaşayan bir varlıktır.”, insan gibi nefes alan bir canlıdır bana göre. Kimliğimizi ifade eden, kim olduğumuzu başkalarına söyleyen en etkin araçtır dil. Konuşma yeteneği ya da daha doğru bir ifadeyle düşünce işleviyle hem zamanlı olarak hareket eden dil; karşımızdaki diğer canlılarla olan iletişimimizin merkezinde yer alır. Bir milletin tarihi –geçmişi-, dil olgusunun gelişmesinde önemli bir etkendir. Dil gibi yaşayan ve gelişen milletlerin kültürü de dil vasıtasıyla bir adım ileriye giden bir miras, gizli bir hazinedir. Bu mirasa daha fazla değer katıp da bir sonraki nesle bu hazineyi teslim etmek ise o millete mensup olan her bireyin en temel vazifelerinden biridir. Bu vazifeyi bizlere bir kurum ya da örgüt vermez, bu tıpkı bir evin bireyi olarak bazı sorumlulukları kayıtsız şartsız üstlenmek gibi bir vazife şuurudur. Bu şuuru edinebilmek ya da çoğu insanın bu şuurda bilinçlendirilmesini sağlamak her birimizin şüphesiz görevi olmalıdır. Basit bir şekilde düşünürsek bunun eğitimle sağlanabilecek bir sonuç olduğu aşikârdır. Eğitim ile birlikte kültürümüze yapacağımız katkının en etkili neferleri aydın kesim olarak nitelendirilebilecek eğitimli toplum sınıfıdır. Bir üst sınıfın bir altındakini daha bilinçli kılması, edindiği fikirleri diğerleriyle paylaşarak ciddi bir kültür birikimi edinilmesini sağlar. Bu sınıflar arasında güçlü iletişim eğer ki sağlanabilirse kültür birikimi de artan bir katsayı etkisiyle büyür. Toplum ve sınıf kavramları üzerinde yapılan çalışmalar gösteriyor ki sınıf çatışmaları tarihte her zaman sınıflar arasındaki samimiyetin, ilişkinin zayıf olduğu zamanlarda olmuştur. Öyle ki bu sonucu doğuran en önemli etken yine eğitimdir. Gelir dağılımı gibi aradaki uçurumlar toplumsal buhranları beraberinde pek tabii olarak getirebilir. Bu vahim sonucun adı anıldığı zaman bile içimize garip bir korkunun düşmesi o duruma ne denli yakın olduğumuzun göstergesidir. Sizin de içinize düşen bu acı kıvılcım benimki gibi sizinkini de dağladıysa oturup düşünmek, düşünüp söylemek gerek!
Hepimiz olmamız gereken kadar muhafazakâr, milliyetçi olmak ve değerlerimize sahip çıkmak zorundayız. Bu değerlerin en sahip çıkılması gerekeni ise dildir. Öncelikle şunu belirtmek isterim, “Bilmediğiniz şeyi muhafaza edemezsiniz.” Üstüne basa basa söylüyorum Türkçeyi çok iyi bilmeli, öğretmeli ve bunu bir dava edinmeliyiz. Belki bazı kavramlar kimilerini tedirgin edebilir, demin benim muhafazakârlıktan bahsettiğim gibi. Muhafazakârlık nedir? Geleneğine sahip çıkmak, onu korumaktır. Unutulmaması gereken bir şey daha vardır, o da bu tanımın zihinlerde, algılamada eksik kalan “değişme” ve “ilerleme” kavramlarını unutturmasıdır. Muhafazakârlık yaratıcı olmalı ve bulduklarını gelenekte yer edinmiş taşların üzerine usta bir sanatkâr gibi yerleştirmelidir. Yaratıcı Muhafazakârlık kavramını ülkemizin yetiştirdiği en önemli sosyologlardan ve toplum-kültür bilimcilerden biri olan Beşir Ayvazoğlu’ndan duymuştum. Pek çok kitabında edebiyattan mimariye, mimariden minyatüre kadar çeşitli sanat dallarında kültürümüzün İslam kültürüyle olan sentezini ustalıkla anlatmıştır. Bu millet yeniyi eskinin üstüne öyle bir katmıştır ki ortaya çıkan yeni değer aslının da üzerinde bir değere erişmiştir. Ben bir iktisatçı olarak sizlere şunu söyleyebilirim ki eğer bir malı ya da mamulü uzun zamandır aynı şekilde satıyorsanız yani farklılık sunmuyorsanız kârlılığın en önemli faktörü olan satışlarınızın düştüğünü görürsünüz, onun şeklini ya da pazarlama şeklini değiştirerek, reklamını yaparak, daha iyi sunarak daha fazla kâr edebileceğinizi görürsünüz. Bu basit bir teoridir ama günümüzde küreselleşme denen olgu değişimi sorunlu bir hale getirmiştir fakat değişirken geleneklerden, değişen şeyin özünden asla ama asla uzaklaşmamak gerekir. Biz toplum olarak bu işin bir tarafında ciddi bir hata yapıyoruz. Özellikle de dilimizi muhafaza etmek konusunda hassasiyet derecemiz neredeyse sıfırlara kadar inmiş durumda. Toplumun aydın kesimleri dahi dile önem vermez hale gelmiş hatta yabancı kelimelerle konuşmak bir maharet ya da bir sınıf kimliği haline getirilmiş durumdadır.
Geçen gün şirketimize gelen eskiden büyük bir bankanın genel müdür yardımcılığını yapmış bir beyefendi ki üstelik çok iyi bir eğitim almış, doktorasını yapmış olan bu şahsiyet konuşurken yarı İngilizce yarı Türkçe zihnimi epey bir bulandırdı. Anlamakta güçlük çektim desem yeridir. Toplantıya katılan her birimiz İngilizceyi biliyorduk ama şüphesiz anamızın karnından doğarken ilk duyduğumuz kelime Türkçe bir kelimeydi. Terminolojinin çok dışında gereksiz fiiller, isimlerle konuşan bu beyefendiyi ne yazık ki ortam buna uygun olmadığı için uyaramadım. Toplantıda benimle bulunanlarla bu sıkıntımı ve hassasiyetimi ertesi gün paylaştım. Benim fark ettiğimi onlar da fark etmiş fakat kişinin bulunduğu konum her nedense yaptığı yanlışları da haksız bir şekilde meşrulaştırıyor. Üniversitedeyken hocalarımızdan birisini haklı olarak bu konuda uyarmıştım, sözde bana hak vermiş beni doğrulamıştı. Okkalı bir “aferin”i almaktan başka ne işe yaradı bilemiyorum! Üstelik hatayı yapan kişi; olayı büyük ihtimalle geçiştirmek için alaycı bir biçimde beni boş vermişti! Toplumumuz için tespit ettiğim bir diğer davranış biçimi ise hassasiyetlerimize karşı olumlu tepki alamamanın zamanla bıkkınlık derecesine varıp konular üzerinde vahim bir boş vermeciliğe kapılmamızdır. Oysa milletimizin karakteri bu olmamalıydı çünkü tarihin en inatçı milletlerinin başında Türk milleti vardır. Şimdi yukarıda sıraladığım kavramlar arasında bağlantı kuramayanlarınız vardır mutlaka. Değişerek nasıl ilerleyeceğiz ve değişirken nasıl özümüzden kopmayacağız? Bu soru üzerinde düşünürken dilimizi örnekleyelim. Olan ve olması gereken arasındaki olumlu farklılıkları yazıdan çıkarılan bir ana fikir olarak zihnimizde muhafaza edelim. Kimilerimiz bir vazife şuuru edinsin, kimileri boş vermeciliğin vahametine rağmen dilimizi kurban etmeye devam etsin.
OLANLAR:
1- Dilimiz kelimeye türetmeye elverişli bir dilken gereksiz birçok yabancı kelimeyi aynen dilimize alıyoruz. Bilirsiniz ki mide bile bazen bazı yiyecekleri kabul etmez, kusar. Bu vurdumduymazlık günümüzde –küreselleşen dünyada- her gün diller tamamen yok olurken bizim için bir savaş kadar tehditkâr!
2- Güçlü bir dil kurumumuz olmadığı için dilimiz gitgide yozlaşıyor. Gereken düzenlemeler gayet amaçsız. Dil bilgisi kurallarını bile ilkokulda öğretildiği şekliyle bugün bulabilmek zor.
3- İyi bir Türkçe eğitimi verilmediği için çok basit kuralları bile hepimiz yapabiliyoruz. Örneğin bağlaç olan “-ki” ile ismin hallerinden biri olan “ki” pek çok vatandaşımız tarafından bilinmiyor ya da bildiği halde önemsenmiyor. (Boş vermecilik, “aman ne olacak sanki” yaklaşımı)
4- Kendi dilimizden çok yabancı bir dille konuşmanın sınıfsal bir üstünlüğü ifade ettiğini sanıyoruz. 50 yıl önce gayet iyi bir şekilde anlaşılabilen bir Türkçeyle konuşanları ise horluyoruz. Gereksiz bir şekilde “Tarzanca” konuşanları “entelektüel” oldukları için uyarmayanlar, biraz eski lisanla konuşanları tenkit ediyor. Öyle ki İslam dini ile birlikte dilimize kaçınılmaz bir şekilde giren Arapça ve Farsça kelimeler kendi dilimizin şekline mümkün olduğunca uydurulmuş hatta bu kelimeler zamanla asıl anlamlarının dışına çıkarak kavramsallaşmıştır. Dilimiz kendi içinde bu kelimeleri öğütmüş, özümsemiş ve sahiplenmiştir. Arapça ve Farsçada bugün kullanılmayan ve bilinmeyen kimi kelimeler Türkçede kavram olarak kullanılmaktadır. Öyle kelimeler var ki birkaç kelimeyle anlatılamayacak anlamı tek başına verebilmektedir. Burada unutulmaması gereken bir şey vardır. Güçlü bir kültürümüz ve dilimiz vardır ve yabancı kelimeleri kendine uydurmuş (asimile), kendine göre anlamlar yüklemiştir. Bugün yapılan ise bilgi birikimi ve kültürüyle edinilmiş bu hazineyi çöpe atıp üstelik yeni kelimeler türetmeden sırf Batıya uymak için İngilizce, Fransızca, Latin kökenli yüzlerce kelimeyi eskisiyle değiştirmektir. Hoş! İşte o zaman aydın (entelektüel) olursunuz!
5- Türkçeyi kullanmayı, kullandırmayı teşvik etmiyoruz. Kendi yavrumuza üvey çocuk muamelesi yapıyoruz, bunu da maharet sanıyoruz. Yabancılar kendi dillerini kullanmayı, mümkünse –çok iyi bilseler dahi- başka bir dil konuşmamayı tercih ediyorlar. Bir örnek vereyim: Fransızlar kendi dillerini o kadar yüceltirler ki adeta kutsal bir varlık gibidir onlar için dilleri. Çağa ayak uydurmak için pek çoğu İngilizceyi çok iyi öğrenmişlerdir, sadece fazla gerek duyduklarında kullanırlar. Piyer Loti’ye yakın bir yerde oturduğum için Fransızlarla özellikle lise çağlarımda İngilizcemi pekiştirmek için konuşmaya çalışırdım. Seni anladıkları gözlerinden belli olan bu Avrupalı Frenkler cevaplarını Fransızca olarak verirler. Zorunda kalmaya görsünler. Başıma gelen bir olayı anlatayım o yıllara ait:. Piyer Loti’ye inmiştim. Fransız turistlerden biri ikisiyle konuşmaya çalıştım, derdimi anlattım, İngilizcemi geliştirmek istiyorum ve sizin İngilizce bildiğinizi tahmin ediyorum dedim. Beni anlayıp Fransızca cevap verip alay geçercesine gülümsüyorlardı. Çat pat bir Fransızca eğitimi aldığımdan yarım yamalak anladım dediklerini. Yaklaşık yarım saat sonra ben çaresiz yukarı doğru çıkarken, konuşmaya çalıştığım 2 turist yana yakıla kaybolmuş yollarını arıyorlardı. Biri beni görünce yalnız bir adada mahsur kalmış bir gemiye el sallayan Robinson Crusoe gibi koşmaya başladı. İngilizce konuşuyordu hem de akıcı ve mükemmel bir şekilde. Anlamam rağmen Türkçe cevapladım dediklerini. El sallayarak Fransızca “Türkçe biliyor musunuz?” diye sordum. Onların yaptıklarını ben de onlara yapmıştım. Nasıl mutlu oldum bilemezsiniz. Onlara da hak verdim doğrusu.
Daha bahsedilebilecek çok “olan” var. Biraz da “olması gerekenler” neler onlara değinelim:
OLMASI GEREKENLER:
1- Türk Dil Kurumu çatısı altında bir “Kelime Türetme Kurulu” kurulmalı. Türkçenin dil bilgisi yapısını iyi bilen, konusunda uzman kişilerden ve danışmanlardan oluşturulacak bu kurul mevcut kelimeler üzerinde görüş bildirmeli, Türkçeye uymayan kelimelerin yerine almaşık (alternatif) kelimeler türetmeli, iyice yer edinmiş olanların biçimini dilimize uydurmalıdır. Bilişim Derneği’nin kurucusu Aydın Köksal bilgisayarın yanı sıra bilişim, donanım, yazılım, bellek, hafıza gibi bilişim sektöründe sıkça kullanılan kelimeleri kabul ettirmiş ve dilimize kazandırmıştır. Aynı şekilde M. Kemal Atatürk de geometri alanında kullanılan bir dizi terim bulmuş ve dilimize kazandırmıştır. Boyut, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesek kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters açı, taban, eğik, kirik, çekül, yatay, düşey, yöndeş, konum, üçgen, dörtgen, beşgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, artı, eksi, çarp, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, varsayı, gerekçe gibi terimler bunlar arasında sayılabilir. “Fransızlar yazılım anlamına gelen sözcüğü 35 başka terimle beraber 1974’de ürettiler. "Lütfen İngilizce kullanmayın, bizim dilimiz Fransızcadır" diyerek resmi gazetede yayınlandılar. Oysa biz kendi terimimizi onlardan sekiz yıl önce üretmiştik bile.” diyor Aydın Köksal. Bu arada en sevdiğim türetilmiş Türkçe kelime de bilgisayardır. Fransızlar bilgisayar için düzenleyici anlamına gelen "ordinateur/ordinatör’ ü kullanıyorlar. Her birey bu kurulun bir parçası olarak kurumsallaşmış “Kelime Türetme Kurulu”na önerilerde bulunmalı ve nihayetinde beraberce dilimizi geliştirmeliyiz. Gereksiz yere bildiğimiz başka dilleri kullanmamalıyız.
2- Son yıllarda yapılan Türkçe Olimpiyatları ise gerçekten göğsümü kabartıyor. Bu tasarıdan (proje) dolayı Avrupa Birliği Eğitim ve Gençlik Programları Merkezi Başkanlığı tarafından 2007 yılında bu olimpiyatları düzenleyen derneğe Avrupa Dil Ödülü verilmiştir. Bu tür Türk Dilini özendirici faaliyetlerin daha yoğun şekilde düzenlenmesi gereklidir. Teknolojinin hızla değiştiği dünyamızda internet vasıtasıyla dilimizi yaygınlaştırabiliriz. Mesela Almanca öğrenmek için bu yönde bedava hizmet sunan hatta çalışma kitapları yollayan Alman Devlet destekli yayınevleri var. Bu işe yatırım yapmak sanırım ihracat yapmak kadar önemli bir iş.
3- Temel eğitim kurumlarımızdaki Türkçe müfredatları tekrardan gözden geçirilmeli uzman görüşleri çerçevesinde yeniden yapılandırılmalıdır. Gelecek nesle dilimiz daha değerli bir miras olarak aktarılmalıdır. Daha nitelikli öğretmenler ve Türkologlar yetiştirilmelidir. Bu uzmanlar Türk Dilini geliştirmek için çalışmalar yapmalı, kitaplar yazmalı, bu işi işlerinden çok bir dava olarak görmelidir.
4- Çevremizde dilimizi tahrip eden kişilere karşı tepki göstermeli, hassasiyetimizi iletmeliyiz. Unutmayalım ki yabancı dil konuşmak bir sınıfa dâhil olduğumuzu göstermez. Yabancı dil konuşmak maharet değildir. Ancak o dili gerektiğinde işimizi görmek ve bilime katkıda bulunmak, araştırma yapmak vb. gibi bir vesileyle kullanıyorsak o zaman dil bildiğimizle övünebiliriz. Çünkü kendi kültürümüze bir değer katmış, kendimizi geliştirmişizdir. “Bir dil bir insan, iki dil iki insan” diye bir laf vardır, gerekmedikçe yabancı dil konuşmayalım. 2. bir insan olmayalım. Dilimiz kimliğimizdir unutmayalım! Bu konularda Fransızları örnek alabiliriz, her sahada batıyı örnek aldığımız gibi! Bugün Fransızca 5 kıtada resmi dil olarak konuşulan bir dildir. Bizim dilimiz ise 250 milyon kişi anadili olarak konuşuyor.
5- Caddelerde yürürken birçok mağazanın isminin yabancı olduğunu görebilirsiniz. Çoğu alışveriş merkezi de çoğu kez yabancı bir isme sahiptir. Son olarak İstanbul Cevahir için münasip bir isim bulma konusunda da yabancı bir isim öne çıkmıştı. Bazı bilinçli kesimler tarafından Dünyanın 2. ; Avrupa’nın en büyük alışveriş merkezine Türkçe bir isim verilmesi için yoğun tepkiler gelmişti. Sonunda bu kesimin hassasiyetine Cevahir Holding olumlu bakıp İstanbul Cevahir ismini koydu. Aslında son yıllarda eğitim seviyemiz yükseldikçe bilinçli insanlarımız, dilimize sahip çıkan neferlerimiz çoğaldı. Bu yüzden son derece mutlu olduğumu söyleyebilirim.
Önder KURT
-İstanbul-
26 Mart 2009, Perşembe
YORUMLAR
Tebrik ve teşekkür ederim; Önder KURT.
Ellerinize ve Gönlünüze sağlık.
Konunun uzmanı olduğunuz bes-belli.
Uzmanı olmadığım ancak, çok ilgi duyduğum bu konuda amatörce yazılarım var.
Edebiyat Ustalarının yaptığı; nokta ve virgülden yana sünnet edilmiş şiirleri okumaya tahammül edemiyor ve
bu sebeple çokgüzel şiirleri okumayı kaçırıyorum.
Ne iyi ettim de sayfanıza geldim.
Sağlığınızı diler, Selâm ederim...
Kadir Yeter. 25 AĞUSTOS 2011- TRABZON.
w.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=37276
BüyükDoğu Önder KURT