- 1581 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Nazım´ın Saman Sarısı´ndan
Susanları düşündüm, sorgulamayı bırakanları,
kalabalıkların içinde yalnızlaşanları düşündüm…
„sesleniyorum
seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları
ayrılık masanın üstündeydi cıgara paketinde
gözlüklü garson getirdi onu ama sen ısmarladın
kıvrılan bir dumandı gözlerinin içinde senin
cıgaranın ucunda senin
ve hoşça kal demeğe hazır olan avucunda
ayrılık masanın üstünde dirseğini dayadığın yerdeydi
aklından geçenlerdeydi ayrılık
benden gizlediklerinde gizlemediklerinde
ayrılık rahatlığındaydı senin
senin güvenindeydi bana
büyük korkundaydı ayrılık
birdenbire kapın açılır gibi sevdalanmak birilerine ansızın
oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin
ayrılık bunu farketmeyişindeydi senin
ayrılık kurtulmuştu yerçekiminden ağırlığı yoktu tüy gibiydi
diyemem tüyün de ağırlığı var ayrılığın ağırlığı yoktu ama
kendisi vardı
vakıt hızla ilerliyor gece yarıları yaklaşıyor bize
yürüdük yıldızlara değen Ortaçağ duvarlarının karanlığında
vakıt hızla akıyordu geriye doğru
ayak seslerimizin yankıları sarı sıska köpekler gibi geliyordu
ardımızdan koşuyordu önümüze“
Bir fırtına çıkaramayacak kadar dilsiz olabilmeyi düşündüm.
Dilime denizleri almamış olsaydım keşke ve keşke zamanında
susabilseydim…
Şimdi böylesine kurak ve böylesine saman sarısı olmazdım.
„sen yoksun
yeryüzünün en güzel şehirlerinden biri boşaldı
içinden elini çektiğin bir eldiven gibi boşaldı
söndü artık seni görmeyen aynalar nasıl sönerse
yitirilmiş akşamlar gibi Vıltava suyu akıyor köprülerin altından
sokaklar bomboş
bütün pencerelerde perdeler inik
tıramvaylar bomboş geçiyor
biletçileri vatmanları bile yok
kahveler bomboş
lokantalar barlar da öyle
vitrinler bomboş
ne kumaş ne kıristal ne et ne şarap
ne bir kitap ne bir şekerleme kutusu
ne bir karanfil
şehri duman gibi saran bu yalnızlığın içinde bir koca kişi yal-
nızlıkta on kat artan ihtiyarlığın kederinden silkinmek için
Lejyonerler Köprüsü’nden martılara ekmek atıyor
gereğinden genç yüreğinin kanına batırıp
her lokmayı
vakıtları yakalamak istiyorum
parmaklarımda kalıyor altın tozları hızlarının
yataklı vagonda bir kadın uyuyor alt ranzada
yıllardır böyle derin uykulara dalmışlığı yoktu
saçları saman sarısı kirpikleri mavi
elleriyse gümüş şamdanlarda mumlardı
üst ranzada uyuyanı göremedim
ben değilim bir uyuyan varsa orda
belki de üst ranza boş“
Anlamaya çalışıyorum mutlulukların yitirilebilirliğini.
Hoşgörüyorum güzel anların merasim geçişlerini.
Yalnızlığa alışabilmenin talim alanındayım.
Ve tutuklu, neye ,ne kadar, ne için meçhul…
„ağzında ham bir elmanın tadı dünya
on dördünde bir kız memesi sertliği avuçlarındaki
gözünde türkülerin boyu kilometre kilometre ölümün boyu bir
karış
ve haberi yok başına geleceklerin hiçbirinden
onun başına gelecekleri bir ben biliyorum
çünkü inandım onun bütün inandıklarına“
çünkü inandım onun bütün inandıklarına !
Hangimizin dilinden düşmemiştir bu sözler ki, bir yanılgı sonrasında.
Anlamaya çalışıyorum yanılgıların yanılmazlığını.
Sesleniyorum, içimde bir sese sessizce.
Biliyormusun?
İşte hayat böyle, ham bir elmanın tadı dünya…
„Sen ırmağıyla akacak ömrümün bir parçası büyük mezarlığına
ırmakların
damarlarımda akan kanın hışırtısıyla uyandım
parmaklarımın ağırlığı yok
parmaklarım ellerimle ayaklarımdan kopup havalanacaklar
salına salına dönecekler başımın üstünde“
Böyle olmuyormu zaten, kanat kanat kanıyoruz…
Bundan zaten; hep bir nehir kuşanma çabası, akabilmek,
akıp gidebilmek için mezarlığına akıp gidenlerin…
Unutabilmeyi, hatırlamayı düşünüyorum…
„Küba’dan döndüm bu sabah
Küba meydanında altı milyon kişi akı karası sarısı melezi ışıklı
bir çekirdek dikiyor çekirdeklerin çekirdeğini güle oynaya
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
işin kolayına kaçmadan ama
gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini
değil
ne de ak örtüde elmaların
ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı
balığınkini
sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin
1961 yazı ortalarında Küba’nın resmini yapabilir misin
çok şükür çok şükür bugünü de gördüm ölsem de gam yemem
gayrının resmini yapabilir misin üstat
yazık yazık Havana’da bu sabah doğmak varmışın resmini
yapabilir misin
bir el gördüm Havana’nın 150 kilometre doğusunda deniz
kıyısına yakın bir duvarın üstünde bir el gördüm
ferah bir türküydü duvar
el okşuyordu duvarı
el altı aylıktı okşuyordu boynunu anasının
on yedi yaşındaydı el ve Mariya’nın memelerini okşuyordu
avucu nasır nasırdı ve Karayip denizi kokuyordu
yirmi yaşındaydı el ve okşuyordu boynunu altı aylık oğlunun
yirmi beş yaşındaydı el ve okşamayı unutmuştu çoktan
otuz yaşındaydı el ve Havana’nın 150 kilometre doğusunda
deniz kıyısında bir duvarın üstünde gördüm onu
okşuyordu duvarı „
Okşuyordu duvarı, sen susuyorsun…
Sus!
Fırtına yaratma, ne yapmalı sorma…
Yoksa,
sevgilinin her gece ölüşünün resmine bakabilirmisin…
Hayat iki kişilik değil!
Ben olmasam yalnızlığa dayanabilirmisin…
Sus, düşünme bile….
YORUMLAR
Okşuyordu duvarı, sen susuyorsun…
Sus!
Fırtına yaratma, ne yapmalı sorma…
Yoksa,
sevgilinin her gece ölüşünün resmine bakabilirmisin…
Hayat iki kişilik değil!
Ben olmasam yalnızlığa dayanabilirmisin…
İki kişilik bir yalnızlık resmi çizebilir misin?
Beğeniyle okudum.
Saygılar...