15
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1298
Okunma
Kiraz ağaçlarına kurtları ben koymadım...
Don vurmuştur, don...
Don nedir biliyorsunuz değil mi?
Ben yapmadım...
Küçükken de hep beni suçlarlardı. Nerede nefesi çekilmiş bir top ve ağzı kokan bir nehir görseler, hep beni suçlu bulurlardı... O, baştan ikinci parmakların, yönlerini her daim bana çevirmeleri ve benim kıbleye dönük haykırışlarıma rağmen, parmak sahibi toprakların bir yakamdan bir omzundan tutmaları...
Felaket...
Nasıl unuturum olduğum yere parsellenişimi...
Abi, abla ben yapmadım ki...
Duyun, sesimde azap çeken meleklerin haykırışlarını...
O bombayı da ben patlatmadım, Hiroşimaya baktığımda neden bilmem, dilencileri hatırlarım şimdi, dilencilere de ben para vermedim zaten, hem paraların ırzına da ben geçmedim ki...
Baktay, vurul yoksa özgür kalamazsan diyen çocuğun sesindeki yoksulluğu gördüm ama ailesinin bir bomba altında ezilmesiyle dilinin kapılarını ruhuyla birlikte kapatan o kızı da gördüm. Büyükler, ölmez mi denilmişti de o çocuk babasının ardında koca bir bombadan saklanıyordu... Bombalar: yaratılmış sunni ölümler, vakitsiz feryatlar, iç çekişler, yarım bırakılmışlıklar, seni seviyorumları erkenden gömen kin toplarıydı.
Çocuk da biliyordu... O ağlıyordu, ben kül oluyordum...
Artık ben de biliyorum anne, hayalinden bile kaçtığım korkularımın koynunda uyuyorum, don vurmuş ağaçlar gibi, taze bahar kokan hayallerimden vuruldum ...
Hem; kiraz ağaçlarına kurtları ben koymadım...
Don vurmuştur don...
Kiraz ağaçlarını gördükçe nasıl sızlamasın gülüşüm, yoksun işte, Yusuf kadar yoksulum... Dudaklarımı saran gözyaşlarım da dokunuşunu anımsatınca, yaşamalı mıyım? Ama bilmiyorsun, buralarda kiraz ağaçları senin bakışını şenlendirenler gibi değil, beni kasvete boğar her biri...
Ağırım anne, yaşımdan çok ağır...
Hem anne;
Bu parmaklar neden acımasız bu kadar söylesene?
Elbisem, diktiğin yerden kanıyor, ruhum yırtıldıkça hayatım yağmalanıyor...Kimse duymuyor,kimse aldırmıyor,saçlarımdan kopardığım öyküleri kimse dinlemiyor...
Anne...
Konuş... Fotoğraflar teselli vermiyor hüznü dillendirdiği kadar...
Göklere bakınca saflıkla çizilmiş insanlar görüyorum, yere bakınca ne gördüğümü hiç sorma anne. Gittiğine sevinmeliyim belki de, gül kokulu bakışların değmemeliydi bu dikenlere...
Sana mektuplar yazmak isterdim aslında, gülüşlerimi akıttığım sayfalarca, dökülmek isterdim. Dertlerini sigaranın ucunda konuşturan insanlar gibi, parmaklarım ucundan haykırmak isterdim her şeyi, ama her şeyi... Oysa; kalemim yok anne...
Kalemim olsa eğer, ah bir de boyam, ilk seni çizerdim... Düşünüyorum şimdi: hamurumu süslerken yanlış bir şeyler mi kattın diye,ama yo, ruhuna dokunduysa tenim, hangi günaha benzer ki varlığım... Hani doğduğunda şekerli suya batırdım seni derdin ya, peki günahlar akmaz mı suya dokununca, günahkar olsam da öpüşünle silinmez mi alnımdaki karanlıklar anne...
Ben hangi günahın bedeli olabilirim ki? Hangi günah böylesi acıtır ki...
Bu sorgulayıcı suratlar, diken diken batar ruhuma...Bilmezler anne...Kimse senin gibi duymuyor beni, alıp sesimi okşamıyor, taramıyor saçlarımı dizlerinde, doğurmuyor beni tekrar gülüşüyle kimse...
Geceler, önce saçlarıma doğuyor sonra insanlar karışıyor karanlığıma...
Anne...
Bak, kimse sevmiyor kiraz dudaklı kızını...
Ben koymadım diyorum o ağaca kurtları. Ben, dudaklarıma kurtlar döker miyim hiç anne?
Bu parmakların imanını kim çaldı, hangi pazarda satılıyorsa gidip kilolarca alacağım, beni kiraz tezgahlarına yaklaştırmıyorlar ki anne...
O, girişinde senin elinden kaçıp tezgahın arkasına saklandığım pazarda senin gülüşünü aramaya gidiyorum, poşetleri kaldırıp , gözleriyle; kurtlu ruhlara ölüm diye bağırıyorlar... O an, ruhumun kulakları ne kadar azap varsa topluyor. Bilsem ki geleceksin, o pazar bir şenlik olur bana.
Bilsem ki...
Sen olsaydın eğer, o redifli sesinle majör ve minörleri sulayıp çiçek açtırır ve beni koynuna çağırırdın avuçlarının...
Bu parmakların çatık kaşlarını, çengel soluklarını bile satın alırdın değil mi anne...
Her şeyi boşveririm, yeter ki; kanatların kiraz koksun...Biliyorum, duyuyorsun sana koşan sesimi, aç kollarını... Dinle sana bestelenen hasretimi...
Çok zordayım anne...
Ördüğün kazaklara dokunuyorum şimdilerde ve örerken ilmeklerine kıyamadığın saçlarımı hatırlıyorum. Eskisi gibi değil buralar, bir hayli oldu saçlarıma dokunmayalı, zaten aynalardan da uzağım. Gördüğüm her sıfat bir ayna olmuyor mu zaten anne...
Bazen, içinde siyah yaratıkların barındığı kentler olduğunu söylüyorlar saçımda, olsun, üşümesinler onlar. Zaten; ben bu yüzden tarakları gömüyorum bahçemize... Hem, anlattığın masaldaki siyah üzümler değil mi onlar. Seni, her halimle, her solukta, her pencerede anıyorum anne...
Ve tezgahlardan artakalan kirazları, dudaklarımı öperken burnuma çektiğim koku kadar anne buluyorum...
Ben;
kurtlamadım kirazları anne...
Sadece, dudaklarım sensiz kaldı diye taramadığım saçlarımla, kirli ellerimi kiraz ağaçlarına astım... İsyanımın boynu büküklüğünü uzun cümlelere saldım. Küçük yüreğimden korksunlar diye...
Dokunmakla kurtlanır mı kirazlar anne? Önceden böyle susmazdın sana susamışlığıma...
Galiba gerçekten gittin, gittin bu defa...
Ben sensiz olmanın, insanlarını kurtlarını ortaya çıkarttığını, içlerindeki yeşillikleri kinle suladıklarını yeni farkettim...
Ben;
kiraz dudaklın olamam artık anne...
Senin tekrar gelmeni de hayal edemeyeceğim gibi...
_Bahar Liman_