OLAYLARA KARIŞMA(K)
Küçük bir köy ve ya kasabadan büyük şehirlere giden gençlere, aileleri ve tanıdıkları tarafından verilen iyi niyetli bir öğüttür, olaylara karışmamak.
Çoğu zaman ve hatta her zaman, büyük şehirlerde yaşayan ailelerin çocukları hayata atılıp, tek başlarına sokağa çıkmaya başladıklarında da bu öğüdü ailelerinden alırlar. Hiçbir ailenin çocuğuna olaylara karış dediğine şahit olmamakla beraber duymadım da. Ama buna rağmen büyük şehirler başta olmak üzere, hayatta her zaman her yerde neticesi genelde hoş olmayan olaylar cereyan ediyor. Bunların en üzücü olanları ise medeniyetin, insanca yaşamın hakim olması gereken üniversitelerde yaşananlardır. Buradan insanın aklına şöyle bir soru geliyor; herkes çocuğuna olaylara karışma dediği halde kimdir bu olaylara karışanlar? Bu soruya bir cevap veremiyorum ve hemen ardından soru yağmuruna tutuyor beni beynim.
Olayların bir mimarı var da karışanlar sadece olayı canlandıran birer figüran konumunda mıdırlar? Hayat bu ve benzeri olaylardan mı ibarettir? Yoksa hayat sadece bir olaydan mı ibaret olmalıdır?... Bana göre hayat; içinde sayısızca küçük olay barındıran devasa bir olaydır. Kendime bunu şöyle açıklıyorum: Tekdüzen çalan bir enstruman nasıl insana bir haz vermiyorsa, tekdüzen bir hayatta aynı şekilde insana tat vermez, sıkıcı, boğucu gelir. Çalınan enstrumandan haz alabilmemiz için, enstrumanın tın tın tın seslerinin arasına başka sesler de serpiştirilip kulağa hitap eden bir ritim oluşturulmalıdır. Hayatta bu şekilde yaşanırsa güzel olur. Bir başka örnek ise şudur: yaşadığımız ülkenin en kalabalık şehrinin yine en kalabalık caddesi olan İstanbul istiklal caddesine bakalım. Şimdi sevgili okurum ikimizi istiklal caddesinin sonunda ve ya başında bulunan en yüksek binanın üstünde hayal et. O binanın üstünden kuş bakışı caddeye bakıyoruz. Cadde son derece kalabalık, kimi eşit hızla aynı yöne gidiyor, kimi farklı hızla aynı yöne gidiyor ve benzer bir hareketlilikte ters yönde seyrediyor(bunlar kendi halinde olan insanlardır). Kimileri de o kalabalık içinde göze batacak kadar bireysel davranışlar sergileyip göze çarpıyorlar(bunlar marjinal kesimi oluşturan bireylerdir). Kenarda kalıp hareketliliği seyredenler de gözümüzden kaçmıyor(Bunlar ise hayata her zaman seyirci kalanlardır). İşte sevgili okurum caddenin bu durumu biraz önce bahsettiğim çeşitli seslerden, kulağa hitap eden bir ritimle çalan o enstruman gibidir. Yani hayatın normal şekli budur. Seninle birlikte inip aşağıda cereyan eden olaya katılabiliriz. Ama inmeden önce caddede ki hareketliliğin yavaşladığı dikkatimizi çekiyor. Biraz bekliyoruz ve o hareketliliğin tamamen durduğunu görüyoruz. Şimdide herkes aynı yöne döndü ve harekete geçti. Ortalığı bu durumda bir hareketsizlik, tek düzenlik hakimiyeti altına alıyor. Bu olay çok garip ve ürkütücü geliyor insana değilmi? İşte bu durum ise o tın tın tın sesinden ibaret olan ve hiç çekilmeyen enstrumanın rahatsız ediciliği gibi rahatsız edicidir. Yani bu hayat şekli yaşanabilir değildir. böyle bir hayatta ne senin ne de benim özgünlüğümüz, kişiselliğimiz söz konusu olamaz. Oysa caddedeki olay önceki gibi olduğunda, ikimizde aşağı inip kendi özgünlüğümüzle katılabilirdik, caddenin ikinci durumdaki insanlar gibi aynı yöne gitmek zorunda kalmayabilirdik. Başkalarının yaptığını yapmak zorunda kalmamak aynı zaman da yaşamda özgürlük değil mi? İşte bu durumdan şunu anlıyoruz; Hayat hem bireysel hem de birlikte olmalı. Büyük şair nazım hikmet bu durumu şöyle açıklıyor: “yaşam bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” diyor. İnsan olmak demek, toplum olmak demek bunu başarmak demektir. Herkes bir Sinop’lu diogenes(diyojen) gibi hayata bir fıçının içerisinden bakamaz. Diyojen’in bu yaşayış biçimi tamamen bireysel ve özgürcedir. Böyle bir yaşamda maddiyatın yeri yoktur. Dolayısıyla her insan bunu başaramayabilir. Bunu başaramamak ta son derece insani bir durumdur. Bunun yanında herkes mağarasına da çekilemeyebilir. Ama sürekli bir kavga içinde olmak zorunda da değildir, kavga durumlarında bireyselliğini konuşturmalıdır. Ancak bu şekilde “yaşam bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine” olur. Tekrar dönelim ailelerimizin bize karışmayın dedikleri olaylara. Bu olaylar sonuçları dolayısıyla karışılmaması gerektiğine inanılan olaylardır. Ama bu olaylarda yaşadığımız hayat içerisinde cereyan ettikleri için onları es geçemeyiz. Bu söylem, o olaylara karışma gerekliliğine işaret etmiyor. En azından o olayları anlamaya çalışmak demek oluyor. Bu olaylara karışmış insanların da bizim anne ve babalarımız gibi anne babalara sahip olduklarını unutmamalıyız. Bu olaylar insan yaşamında çeşitli sebeplerden yer edinmiş sosyal vakkalardır. Yani bu olaylar genel geçer bir kural değildirler, bu olayları “kardeşçesine” olmasını istediğimiz hayatımızdan silmenin yollarını öğrenmeliyiz ve sosyal vakkalarımızı yine sosyal varlıklar olan biz insanlar çözmeliyiz. Biz insanlar hayvan haklarını korumak için sokaklara dökülme yetisine sahibiz. Onların bizim “kardeşçesine” yaşamımıza olumlu yada olumsuz bir etkileri olamaz. Onlar bizim için sokaklara dökülme yetisine sahip değildirler. Bizim çaresizlimiz biz olduğumuz gibi çaremiz de biziz. Hayatı koro şeklinde söylenen gerçek bir kardeşlik türküsü gibi beraberce yaşanabilir hale getirebiliriz. Bu nu başarmak için sadece sağımızdakinin, solumuzdakinin, önümüzdekinin, arkamızdakinin bizden başkası olmadığını bilmemiz yeterli. Bu gün yirmi bir mart. Bir coşku, bir bayram,bireysel farklılıkların olduğu ve ya olması gerektiği, hayatımızın içindeki örnek bir olay. Bu sosyal olayda bir gün hep beraber türkü söyleyebileceğimize ya da türkü söyleyenlere kimsenin karışmaması gerektiğini öğreneceğimize inanıyorum. Çok dinli, çok kökenli, çok dilli, çok kültürlü olan hayatımızdan, o çok sesten muazzam bir senfoni oluşturup, insanı mest eden enstrumandan aldığımız tadı alabilmek dileğiyle…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.