- 697 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
UYGARLIK YENİLİĞİNE KUCAĞIMIZ AÇIK, AMMA…(Makalelerim)
DENGE
Her göreve gelen iktidarlar elbet teknolojik ve uygarlık adına programında bazı yeniliklerle gelecektir. Bu zaten; seçilme ve iktidara gelme ya da getirilme sebebidir… Görevinin en can alıcı, en önemli sebep ve şartlarının başında gelen maddelerden biridir bu yenilik, uygarlık çabası… Onu; seçilmeden önce belirler, seçmenlerine verdiği taahhütler içinde bunlar mutlaka yer alır. Öyle olmasa zaten oy alamaz, seçmenini ikna edemez, seçilemez, iktidarın başına gelemezler.
Ancak; çok önemli olan, bir taktik var. Masa başında izafi kanaatlerle, hayali hesap ve tasarılarla hazırlanıp yasalaştırılan, yaşama sokulan, toplum dünyasına hizmet için gündeme getirilen bazı kanunlar var ki, sonradan düzeltmelerle işlerlik kazandırılıyorlar. Tüm araştırmalardan, uygulanması nasıl olacak bilinmeden, aceleye getirilen, ön uygulama, deneme uygulaması sonuçları alınmadan yaşama geçirilen bazı yasalar… Örneğin; sağlıkla ilgili son çıkarılan yasa… Başlangıçta; “Hastahanede yatıp tedavi olan tüm hastaların ilaçları devlet tarafından karşılanacak” diye, topluma duyuruldu. Açıklamanın üzerinden bir hafta geçmeden birçok hastaneden itirazlar geldi. Açıklamayı, hükümetin en yetkili ağızlarından biri, Başbakan ağzından yaptıkları halde, bazı vakıf ve özel hastaneler tüzüklerine ters bir uygulama, kuruluş amaçlarına uygun değil diyerek, karşı çıktılar. İtiraz ettiler ve kamuoyuna açıklamalarda bulundular.
Evet, bu söz konusu yasa, çıkışı kabul edilmiş haliyle yasamaya konsa, uygulansa, gerçekten tüm Türk halkına, kamuoyuna çok yararlı ve insancıl bir yasa olacak ve de tarihe geçecekti belki de…
Amma; o öyle olmuyor işte… Uygulanabilmesi olanaksız, imkansız olan bir yasayı inatla çıkarıp, “ Ben yaptım oldu, ya da olacak “ denmesi, yeterli olmuyor demek… Onun için yasalaşmadan, hayata geçirmeden önce iyi araştırılıp, uygulanacak kurum ve kuruluşların görüşü ve de olasılığı öğrenilseydi, daha uygun olmaz mıydı?!
Şimdi nasıl olacak ?! Yasayı uygulamak istemeyen hastanelere nasıl yaptırım uygulanacak? Kamuoyu tam olarak yasa çerçevesi içindeki haklarından yararlana-bilecek mi? Yasa uygulanacak mı? Uygulanabilecek mi? Yalnız o yasanın uygulanması değil, yasa uygulanmaya başlansa bile, bir başka olumsuz yönüne de dikkatinizi çekmek isterim…
Farz edelim ki yasa, hastalara uygulanmaya başlandı… Siz sanıyor musunuz ki, yasa noktası noktasına sıradan her hastaya uygulanacak? Ben, o konuda kuşku-luyum. Hastanede çalışanların hastalarına ayrıcalıklı olarak uygulanacak… genelde onların hastaları faydalandırılacak, sıradan dar gelirli, kimsesiz ve sahipsiz insanlar ise, yine çeşitli bahaneler, sudan sebepler uydurulup sınırlı şekilde faydalandırılacak ya da hiç faydalandırılmayacak…
Hiç saklamayalım ve inkar etmeyelim… İnsanlarımız arasında; kim ne derse desin, bir sınıf ayırımı, bir gelir ayırımı var. Bir de aradan fes kapıp yararlanmak isteyen, aslında haddini bilmeyen, ama kendince açık göz geçinen, belirli kişilerden oluşan bir başka sınıf daha var. Bu inkar edilemez bir gerçek. Yoksul insanların çoğunlukta olduğu, nüfusun % 70-80 nine yakını yoksulluk, açlık sınırında ya da o sınırın altında olan halkımızın bu yasadan tam hakkıyla yararlanmasını temenni eder ve umutla dilerim.
Gönül ister ki, be n yanılmış olayım… Bu endişelerim boşa çıksın. Keşke… Ah, keşke yanılsam! Fakat; yıllar yılı buna benzer şeyleri yaşayıp geldik. Tahminlerimiz artık bizleri, pek yanıltmıyor. Ondan endişeliyim. Ama bizim bir güzel tarafımız vardır. Önce yasayı kendimize uyarlamaya çalışırız. Onun savaşını yaparız. Yok olmuyorsa, ondan sonra da hiç itiraz etmemiş gibi kendimiz yasaya uymaya, uyum sağlamaya yarış ederiz. Sanırım bu bizim milletçe ortak olduğumuz, milli bir yanımız. Daha doğrusu, ulus olarak genlerimizde var olan, ortak bir özelliğimiz.
Aslında; yürürlüğe konan yasalara uyum sağlamak, itiraz etmeden tarafgir olmak, uygar olmanın ölçüsü olmalı. Amma; o zaman da, uygar olmadığımız anlaşılır. En uyumlu yaklaşım ise, yeterli bir eğitim düzeyi eşitliğinin verilmemiş olduğunu kabul etmek. Sanırım, bu sav daha yerinde bir tespit olsa gerek… Fakat bunun da, nasıl olacağını merak ediyorum. Baksanıza, hiç başka sorunumuz yokmuş gibi yıllardır, bir başörtüsü sorunuyla(Türban) yatıp, kalkar olduk…
Öte yandan; Atatürk’ün asıl istemediği, karşı çıktığı ve de ulusa verdiği manevi zararından korktuğu, KARA ÇARŞAF giysiden hiç söz eden yok… Dikkate alan kimse yok. Asıl sorunumuz o olmalı… İşin dini yönünü bırakın, ben işin o tarafına söz etmiyorum. Herkes özgür bir ortamda yaşıyorsa eğer, giysisinden ve yaşantısından da kendi sorumlu. Kişi olarak beni ilgilendirmez. İşin ulusal ve siyasi boyutu var tüm ulusumuzu ve hepimizi ilgilendiren. Onu gözden kaçırmamamız gereklidir. Kurtuluş savaşı sırasında ve Cumhuriyetin ilk yıllarında, o kara çarşaflar altında, ne casus erkekler yakalatmış Atatürk… Rahmetli babam anlatırdı. Onun içinde gizlenen kişinin ne olduğu belli olmuyor çünkü… Kadın mıdır, erkek midir, casus mu, terörist midir bilinmiyor. Anlaşılmıyor. Asıl üzerine gidilmesi, önlenecekse önlenmesi gerekenler, o kara çarşaflı giyecek kullanan kişiler olmalıdır. Çünkü içindekinin ne olduğu seçilemi-yor… Hatta, büyüklerimizin anlattığına göre; Cumhuriyetin ilk yıllarında, kıyafet yasa-sı çıktıktan sonra polislerimizin, bu tür giysileri engelleme, müdahale etme yetkileri de varmış. Ama sonraları; bu yetki polislerin ellerinden alınınca, öylesi giysilere müdaha-le etmez olmuşlar.
Hiç değilse Türbanda; içindekinin, kadının yüzü açıkça görülüyor. İçindekinin ne olduğu belli… Oysa kara çarşaflı giysilerde, o da belli değil. Onun için; türbandan önce kara çarşafın laikliğe aykırılığı tartışılıp, bir sonuca bağlanması, laiklik yasala-rına uyarlanması lazım. Öyle gülünç duruma düşüyoruz ki; bir trafik kazası olmuş farz edin. Ortada ağır yaralı varken, ambulans görevlilerinin hafif yaralı kişileri alıp, ağır yaralıyı kaza mahallinde bırakıp, hastaneye dönmesi olayına benziyor bu olay…
Bir de; başörtüsü ile türban ve kara çarşaflı, birbirine karıştırılıyor. Başörtüsü başka şey, diğerleri başka şey.Tarihimiz boyunca ninelerimiz, annelerimiz, tüm kadınlarımızın, Anadolu kadınının çene altından iki ucunu geçirip bağladığı bir baş örtüsü bağlama şekli ve biçimi Türk Ulusu’nda gelenek ve anane, görenek haline gelmiştir.
Ve; Kurtuluş Savaşı’nda, erkeğinin yanında, eşinin evladının yanında yer alıp, omuz omuza düşmanla savaşan, o Anadolu kadınlarıdır… Analarımız, bacılarımız, ninelerimizdir. İnanan Türk kadınlarıdır…
Bugün, onun başörtüsünün ulu orta tartışılır hale getirilmesi hem ahde vefasız-lık, hem de gelenek ve göreneklerimize sahip çıkmamak, saygısızlık yapmaktır. Lütfen bırakın artık, şu başörtüsü meselesini… Çok uzattınız. Bu ulusun ondan çok daha önemli bir sürü, çözüm bekleyen sorunları var. Biraz da, onları çözmeye zaman ayırın. Geçmişimizi sorgulamak ayıp oluyor… Bize yakışmıyor.
03.02.2008
Suat TUTAK
YORUMLAR
Sayın dostum erolbasçı; mantıklı, bilimsel sava benzer eleştirili yorumunuzu ilgi ve saygı ile okudum. Aslında ikimizin de varmak istediği hedef, ufuk çizgisi aynı... Ben de sizin bir sözünüzü anlamakta zorlandım. Benim cümlemi alarak demişsiniz ki: "-önlenecek kişiler listesine, karaçarşaf giyinen kadınlarımızı almak gereklidir anlamındaki sözleriniz ürkütücü gerçekten de..." demektesiniz.
Hayır dostum ürkecek birşey yok o sözlerde. Ben de bu ulusun bağrından kopmuş milli değerlere saygılı kişilerden, vatan evlatlarından biriyim. Ulusumun insanının tek saç teline zarar gelmesini istemem. Asla da istemem. Yahudi milletini diri diri fırınlara atıp sabun yapan Almanya Hitleri değilim. Filistinin günahsız sivillerini, kundaktaki çocuklarını, bebelerini ambargolarıyla önce açlıktan öldüren sonra da kurşuna dizen, yetmiyormuş gibi cesetlerin başucunda iki parmağını uzatarak zafer işareti yapan paralı Amerikan askeri de değilim.
O düşünceyi de hoşgörü ile seyredecek karakter ve yapıya sahip bir kişi değilim. Elbette önümüzdeki mozaik tabloda farklı mozaik taşların uyumlu bir şekilde yerini bulmasını, oturmasını ulusumun huzuru, mutluluğu ve geleceği için istemek, beklemek durumundayım. Milli kıyafet, giyinme şekli ve çeşitlerine, yöresel giysi türüne saygımız zaten sonsuz.Onlara dil uzatmaya kimsenin gücü yetmez. Ben çeyrek asırlık ömrümden fazlasını toplumun arasında kamu yararı için harcayan, onların her türlü acısını yine onlarla paylaşmış bir kişi olarak, elbette gördüğüm bazı yanlış, hata, kusur ve de düzeltilmesi gerekli, kamu yararına şart olan aksaklıkları bir gazeteci yazar olarak, emekli bir devlet memuru olarak, Türk vatandaşı olarak işaret etmek, yazmak zorundayım.
Bunu yapmak zaten eli kalem tutan, ben aydınım diyen her Türk vatandaşının görevidir. Siz kendi yorumunuzu anlayışınızın, ufkunuzun derinlik çerçevesi içinde, bilgi ve deneyimlerinizi de ekleyip, gözlemlerinizi de katarak o şekilde yorumlayabilirsiniz. Saygı duyarım.Teşekkür ederim.
Bu arada bana yönelttiğiniz bir sorunuzu da atlamadan cevap vereyim. "-Geçtiğimiz bir yıl boyunca bu yazıdaki görüşlerinizden, güncellemeniz gerekenler oldu mu acaba, merak ettim" demişsiniz. Güzel soru. Ben de size bir soruyla cevap vereyim. "Dünyada ve de özellikle Türkiye' de hala 1500 seneye yakın bir tarih öncesinin son ve en mükemmel din diye kabul edilen, ayetlerle de sabit olduğu ispatlanan bir İSLAM dini hükümleri hala bugün tartışılma ihtiyacı (doğrudur- ya da yanlıştır.Önemli değil.) gösteriyorsa, veya öyle sanılılıyorsa, 80-90 yıla yaklaşan bir Cumhuriyet Türkiye'sinde hala yasalarla bakkal defterinin yazboz hesabı gibi oynanıyorsa, demekki bazı şeyler sürekliliği olduğu sürece sorun olabiliyor. Sorun olmaya devam ediyor.
Evet ben savlarımın güncelleşmesini yapmadım.Amma dile getirdiğim konulardaki sorunlar da güncelleşmedi...Değişmedi.Aynen hatta daha da ağır yayılmalar şeklinde devam ediyor. Çünkü içimizdeki bazı insanların vazgeçemediği "SEN, BEN, BİZİM OĞLAN" ayırımcılığı hala içimizi bir habis kanser uru gibi sarmış, ahtapotun kolları gibi bizleri kuşatmış, kanımızı ve insani duygularımızı, adalet anlayışımızı, eşitlik dengemizin kanını emmeye devam ediyor.
Maalesef gerçek bu. Eğer bazı yıllardan beri bazı yöneticilerimizin sırça sarayda oturup dışarısını buğulu camlardan izleyişi gibi siz de sırça saraydan olayları izlemiyor, toplumun gerçeklerini toplumla birlikte, benim gibi yaşıyorsanız. O zaman bir noktada da olsa birleşiyoruz demektir.Selam ve saygılar.
Suat Tutak tarafından 3/21/2009 12:43:19 PM zamanında düzenlenmiştir.
Suat Tutak tarafından 3/21/2009 12:45:40 PM zamanında düzenlenmiştir.
Yazının tarihine baktım, 2008 şubatı.Sanırım o zamanki turban tartışmalarının etkisiyle kaleme alınmış.Bugün çarşaf açılımlarının, çarşaf çarşaf rahatlıkla özenerek özendirerek yapıldığına bakılırsa güncelliğini yitirmiş bir konu.Aslında, turban da çarşaf da suni olarak "öcü, umacı" gösterilen bir konuydu ülkemizde kasıtlı olarak.Ülkenin şeriata doğru yol aldığı, irtica tehlikesi olduğu, laikliğin elden gittiği tezi işleniyordu çünkü.
Bu senaristlerin maksatları, hedefleri bugün ama oldukça net olarak sırıtıyor orta yerde.Maksatlı çevreler bu hassas konuları özellikle kaşımışlar, çeşitli darbe heveslilerine zemin hazırlamak için gündemi bu konularla ısıtmışlar. Hatta uyuşturucu müptelasından sahte şeyhler üretip, pavyon sermayelerinden turbanlı şeyhin taciz etiği kadın tipleri üretilip gündem aylarca bu konularla meşgul edilip halkın aklının, beyninin ırzına geçilmeye çalışılmış.
Çarşaf için sıkıntının, içinde ne olduğunun bilinmemesi neden gösterildikten sonra, bunu "karaçarşafın laikliğe aykırılığının tartışılıp, laikliğe uygun hale getirilmesi " hususna bağlamak gerçekten ilginç olmuş?
Türk geleneklerinde çene altından başörtüsünün ucuna düğüm atarak bağlamak tek ölçü değildir.Anadoluda asırlardır kadınlar başlarını boyunlarını, hatta çoğu yerde yüzlerini dahi örtmüşler.Köylerde özellikle çenealtından düğüm yapma yok denecek kadar kullanılmayan bir örtünme biçimi.Kentlerde ortaya çıkan bir bağlama şekli sizin bahsettiğiniz ve köylü halkın kulandığı giysi şeklinin horlandığı sonucundan başka birşey düşünmek zor.
Başörtüsü, türban, çarşaf vs. birbişrine karıştırılmıyor.Herpssinin ortak adı belki başörtüsü olabilir ancak."başı örten örtü" yani. Şekli, rengi, modeli önemli değil.Önemli olan Müslüman Türk kadınının başını örtmek istemesi.Şekil , model, renk vb. dayatmak devletin ya da başka kişilerin işi olmamalı.Değişik yörelerde de keza buna örnek olacak şekilde çok değişik örtünme çeşitleri vardır ve hepsi de millidir, geleneksel kıyafetlerdendir ve inanç temellidir.Karadeniz, iç anadolu, doğuanadolu, ege yöresi kadınların örtünme şekilleri farklı farklıdır mesela, ilginç bir örnek istanbulda mesela Şile bölgesinde örtünme şekli kendine mahsustur.Bu zenginliklerimizi dışlayarak, yok sayarak, horlayarak bir birliktelik tesis etmek mümkün değildir.
Bu anlamda, önlenecek kişiler listesine "karaçarşaf giyinen kadınlarımızı" almak gereklidir anlamındaki sözleriniz ürkütücü gerçekten de.
Bir de yatarak tedavi olan hastaların ilaçları hastahanelerce karşılanacak konusundan hareketle, ilgiliş yasa "hastahanede çalışanların hastalarına ayrıcalıklı olarak uygulanacak" şeklindeki endişenizi anlayamadım.
"Hastahanede çalışanların hastaları" ne demek oluyor acaba?Kimler bunlar ki? Doktor hemşire hastabakıcı yakınlarını mı kastediyorsunuz?BU kesimin hastaları varsa, hastahane kapasitesinin kaç milyonda biri mertebesinde olabilir ki?
Geçtiğimiz bir yıl boyunca bu yazıdaki görüşlerinizden, güncellemeniz gerekenler oldu mu acaba , merak ettim.
Selam, saygılar...