Kelebek Kokusunda Aşk
Kelebekler bir gün yaşarmış. Ne kadar hazin değil mi?
Bir kelebeğin bu kadar güzel olmasından mı bilmem ama bazen düşünürüm bin yıllık ömür biçilen bir akbaba olmaktansa bir günlük ömürlü bir kelebek olmak daha güzeldir derim. Ki hiç bilmem bir kelebeğin özlemleri nelerdir, arzuları o bir güne sığdırdıkları anıları nelerdir bilmem! Herkes bilir bir kelebeğin ne olduğunu. Ki bir bebeğin dahi gönlünü çalacak kadar güzeldir onlar, narin ve çekicidirler ama şimdiye dek hiç kimsenin bir kelebeğin kokusuna düştüğüne şahit olmadım. Ki bende şimdiye dek hiç dikkat etmemiştim bir kelebeğin kokusunun var olduğuna. Tâ ki bu derde düşene dek. Artık bir kelebeğin nasıl koktuğunu ve nasıl baktığını çok iyi biliyorum çünkü her sarılışımda kanatlarının kokusu saçlarına karışıyor ve bakışlarının ürkekliğinde kapıyorum gözlerimi…
Her gidiş bir yara açıyor. Gözlerimi kısıyorum kanlı bakışlarımın arasında. Her susuşum içimin isyanına karşılık yangınlaşan bakışlar bırakıyor. Her isyan bastırılıyor, kanımın pıhtılarında kelebekler, kelebekler… Oysa dünya çoktan istila edilmiştir. Dünya’ya çoktan yeni bir ad verilmiştir. Dünya artık dünya değildir. O bir yamyam küredir ve kelebekler, uçuşurlar…
Aşk genlerini itiraf eder sonra, sonsuz döngülerin karmaşasına karşın kendini yorgun hisseder. Oysa kendi karmaşasında sadece bir ve sıfırdan ibarettir. Ötesi yoktur. İşte bu yüzden 1+1 = 1’dir. Aşk kendini sonsuzluğun içine gömmüştür ve belleğine sadece bir “1” birde “0” almıştır. Aşk bilimin bilmediği bir biçimde üleşmiştir, adenin ve timin’in karşılığı birdir ve hiçbir bir birbirine benzemez.
Ey sevgili, ben kanımın pıhtılarında dahi yalnız seni taşırım. Kalbimin açtığı hiçbir yol senden bir adım öteye gidemez ve sevgilim sen şimdi neredesin ve hangi düşlerdesin hangi kapının ardında hangi güneşe bakarsın. Bu beni dâhil ettiğin senin ve sesinin kimi zaman soğuduğunu ve gülüşünü yitirdiğini hissederim ve söyleyemem, öylece bırakırım kendimi…