- 776 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
12 Mart Faşizmi ve Kemalizm’in Tasfiyesi
Aslında böyle bir yazının yazılması insanlıǧın ve bizim Cumhuriyetimizin geldiǧi noktanın vahimini de kendiliǧinden göstermektedir. Zaman akıp giderken tarihin insanlıǧa biçmiş olduǧu misyon ilerleme olduǧu halde, bir yerde gelişime engel olan faşizan faşizan bir dönüş varsa bu vahşet olarak tanımlamak abartılı olmaz.
Zaten Cumhuriyet sistem olarak hayata geçirildiǧi günden beri sürekli saldıganların hedef tahtasıydı. O daha, yaratıcısı olan „Deha“nın yaşarken denediǧi çok partili sisteme geçiş yıllarında yıkılmak istenmişti. Ama onun şansı ve yaşaması yaratıcısı tarafından uzun vadeli stratejilere dayandırıldıǧı için tehlikeler anınında sezilerek gerekli önlemleri alabilecek kadar cesaretli bir liderede sahipti. Bu süreç süreklilik kazanarak bir çok gericiliǧide, Menemen misali gericilik olaylarını da önleyerek „şeriat tehlikesini“ en azından belli bir süre için bastırabilmişti. Ya da cumhuriyet düşmanları Atatürk’ü iyi tanıdıkları için böyle gerici gevezeliklerede yeltenmemekteydiler. Çünkü onun kurucusu mirasını kirli ellere ve arap sarıklarına bırakmamak için var olan insani potansiyeli en iyi şekilde deǧerlendirmekteydi. Laik sisteme geçişi zamana yayayarak toplumun bu yenilikleri sindirmesi için cumhuriyetin temel niteliǧi olan „devrimleri“ aşama aşama hayata geçirmeyi en akılcı yol olarak benimsemişti. Zorunlu din derslerini kaldırarak cumhuriyet rejimlerinin vazgeçilmezleri arasından olan laik insanları yaratarak seküler bir toplum yapısınında temellerini atmıştı böylelikle. Elbette bütün bunlar, bu fikirler bir dehanın feodal – rençber bir Anadolu halkından modern bir toplum yaratma güdüsüyle kendini donatan Atatürk’ten başka birisi deǧildi.
Ama burada gözardı edilmemesi gereken siyasal olgular, oluşumlar, siyasilerin yapmış olduǧu polemik dolu pöpülist yaklaşımlar, sistem tehlike olmadıǧı halde, rejim tehlikeye girdi diyerek, ilerici olan her şeyi „komünistlik, vatan hainliǧi, moskova artıkları“ gibi gerici propaganda malzemeleriyle demogojik bir şekilde yayması, antihümanist yaklaşımlar sergilemesi varolan gerçekleri gizlemek açısından açıklayıcı bir kaç örnektir. Asıl sorun ise ne istediǧini bilmeyen ve sosyologların toplumun büyük çoǧunluǧu olarak gördükleri kitlelerdir. Bunlar, uzun vadeli düşünmedikleri için „günü kurtarmak“ şeklinde yaşamak zorunda kalan ve oyunu bir kilo makarnaya veya bir kaç yüzkilo kömürle yanıp kömürleşen yıǧınlardır. Hele Türkiye gibi her taraftan kapitalizmin çarpık, kuduz köpek misali debeleşen ve bunlara arabuluculuk eden komprador karmaşık yapısına din gericiliǧini de eklediǧimizde politikacılar için tereyaǧı – bal karışımı sıcak bazlamayla dürülmüş dürümünü şapırdatarak yedikleri için toplumu kökten deǧiştirecek gelişmelerde kapalı tutuyor. Bunu hükümetler bilerek yaptıkları için her zaman din motivini kullanarak başarı elde ediyorlar ve sanırım böyle bir halk yapısıylada devleti idare etmeǧe devam edeceklerdir. Zaten eǧıtilmeyen bir halk olduǧumuz için sürekli bir çobana ihtiyaç duymayı genelde bir beklenti ve saplantı olarak hep istiyoruzda. Bu beklenti altında zaten iki faşist darbede yaşadık. Bunlardan birisi yazının başlıǧından da analşılasacaǧı gibi Türkiye’ye en büyük kötülüǧü yapan, 27 Mayıs 1960 ilerici hareketinin diktiǧi aǧaçlarında köküne ayran suyu dökerek ve binlercesinide zehirli şırıngasınıda solun beynine saplayan 12 Mart faşizmidir. Artık bunu Hindistanda ki saǧır sultan bile duymasına raǧmen bizim öǧrenmemeiş olmamız kendi acizliǧimizin bir ifadesidir.
Elbette siyaset belli çerçeveleri olan bir mantıǧın, yine siyasal bir biçimde örgütlenerek faaliyetler düzenleyip bir toplumu; ekonomik, siyasi, kültürel olgularla köklü deǧişimleri yaratan devrimdir diǧer bir adıyla. Bu durum demokratik olan gelişmiş ülkelerde reformlarını yaratarak evrim ve devrim olgusunu ciddi bir biçimde düzenler. Bu düzenleme kendilerini siyasal bir güç olarak toplum hizmetine sunan örgütlü, kendini kitlelere kabul ettiren baǧlarla da kenetlenirse siyasal parti adını alır ve siyasetin ana koşullarını da belirler. Böyle büyük örgütlü, toplumsal sorunları görüp onlara icraatlarıyla bir de pozitif cevap verirse belirlenen hedeflere ulaşmakta o kadar kolay olur.
Buna paralel olarak devlet yönetimi de iyi çalışan kadroları bünyesinde toparlayarak toplumsal çıkarları önemseyen projelerede imza atarak toplumu bekleyen bütün sorunlarıda çözebilir. Oysa bizim devletimiz 1960’ın dünya çapında gelişen ilerici gençlik ve toplumsal hareketlerine en kanlı biçimde cevap vererek erk (güç) dengesini polisiye ve askeri önlemlerle daha yumurtadan çıkmadan boǧarak öldürmek istemiştir. 12 Mart kanlı faşizmide bu şartlar altında gerçekleşmiş genelde Türkiye’deki bütün ilerici unsurları örseleyerek öldürmek istemiş ve bunları pratiǧinde de göstermiştir. Türk Tarihi’nin utanç muhtırası olan bu eylem kendi yetiştiǧi Harbiyesi’nede ihanet etmiştir. Özünde ise tamamen burjuva solunun dışında kalan toplumsal deǧişimi hedefleyen yapıya indirilen bir darbedir. İcraatlarını kanlı bir biçimde gerçekleştirerek bir yönüyle 12 Eylül 1980 faşizminede analık etmiştir. Kendi gibi düşünmeyen ve olmak istemeyen her şey her türlü şiddetle yok edilemk istenmiştir. Bunu bugünkü Türk toplumunun genel yapısı ve karakterine bakıldıǧında tespit etmek çok kolaydır. Her alanda „Atatürk“ün hedeflediǧi „çaǧdaş uygarlık seviyesine erişmek“ prensibi tamamen yok edilerek yönünü gerici Arap Bedeviliǧi’ne çevirmiştir. Bugün TCBM’de 400 tane gerici seçilmiş milletin vekili olmayan yıǧınların parmak kaldırıp indirerek ve bazende parmaklarıyla seçildiǧi kitleleride tehdik ederek gerçek yüzünü göstermektedir. O zaman bir genç olan takkiyeciler, yobazlar, gericiler, hurafeciler, din bezirganları, soyguncular bugün Atatürk’ün kurmuş olduǧu Cumhuriyetin kilit noktalarına gelerek molla rejiminin temellerini atmaktadırlar. Hatta bunu son AKP – Mitinglerinde kameraların eşliǧinde „son osmanlı padişahı Erdoǧan diyerek“, bir vatan haini olan Vahdetin‘le başbakan arasındaki benzerliǧide yine gerici yıǧınlar kendileri bu paralleliǧi tesbitederek gerçek yüzlerini ve „cumhuriyet rejimi“ hakkındaki gerçek yüzlerini göstermektedirler.
Sınırlı imkanlara sahip olan ve siyaseti sandıkta belirleyen bu kitle verdiǧi görevin bilincinde olamayan kişileri şeçtiǧi için yönetilmeside pek bilinçli olmuyor. Böyle mantıksız kitleler belleklerinde de psikolojik korkuyla kendi içlerinden en üçkaǧıtçı gambazları, hortumcuları seçtikleri için, seçilenlerin ilk işide, seçenleri hortumlayarak gambazlamak olmaktadır. Ama kapitalizm bu üçkaǧıtçılar yıǧınına raǧmen bazen raydan çıkma tehlikesi de atlatarak sermayedarları ürkütmektedir. Sermayedarlarında silahlı gücü olan silahlı kuvvetler ve polis teşkilatı böyle durumlarda topların aǧzını sadece toplumu eleştiren, sistemi köklü bir dönüşüme zorlayan güçlere çevirmede ve öldürmede büyük bir potansiyele ve mirasa sahip olduǧu için efendilerinden aldıǧı icazet gereǧi hemen sabaha karşı kanlı eylemlerine girişirler. Böyle girişimler toplumu tamamen tersi bir yöne dönemeye zorlar, dönülmezse ölüm ve işkenceci mangalarını harekete geçirir. Ama, eğer o amacın mantığı siyaset disiplini –güç– mantığı ile uyuşabiliyor ise –örneğin çıkar mantığı– ve ayrıca verili siyasal düzen ve kurumları ile sorunu yoksa kendi misyonunu tamamlayarak geri garnizonuna çekiliyor. Yok tersi bir durum sozkonusuysa vahşete devam kararı alınarak yola devam ediliyor.
Hal böyle olunca bir ülkenin iç dinamiklerini harekete geçirip, demokrasiyi kökleştirmek yerine körükleşmeyi tercih eden bir sistemin alt yapısıda toplumun bünyesine empoze edilerek burjuvanın oyunları bin yıllardan beri aynı hızla devam ettiǧi şekliyle korumaǧa devam ettiler. Sistemin toplumu ileriye taşıyıcı instrumenleri olan; üniversiteler, TRT, Ordu ve en kötüsü polis teşkilatı hızla faşizan ve gerici bir yapıya dönüştürülerek bugünkü gerici, nakşibendi, tarikatçı, fetullahçı valiler, kaymakamlar, emniyet amirleri, yüksek bürokratlar yaratılmış oldu. Buna en güzel örnek bir kamu görevlisi olan, bir valinin AKP‘nin seçim rüşveti olarak daǧıttıǧı „beyaz eşya“ kampanyasını bizzat destekleyen Tunceli valisi örnek verilebilir. Buna benzer binlerce örnek hergün basından takipedilerek görülebilir.
Bu fikir diǧer bir açıdan deǧerlendirilidiǧinde -gerçek bir eleştiri ve özeleştirisi yapıl(a)madan- 12 Mart dönemi ve ertesinde tedavülden çekildi. Bu fikrin ve ondan türetilen Kemalistlerin sosyalist hareketin doğal müttefiki olduğuna dair pratik çıkarsama ve tavrın varolabileceǧide vahim bir yanlışlık, sapma anlamına geldiği gereğince net bir teorik açıklamaya kavuşturulamadı. 1970’lerde pratikçiliğe, pragmatizme aşırı ölçüde kapılan sosyalist/devrimci hareketler, “sol Kemalist darbe” ihtimalini tamamen tasfiye eden 12 Mart döneminin bu pratik sonucu nedeniyle öyle bir teorik çabayı lüzumsuz, fazladan bir çaba olarak gördüler. Sosyalizm siyaset olarak, yani devlet, iktidar, güç ilişkileri zemininde, öncelikle burada tanımlandığında; gerçekten de öyle bir çabanın gereği kalmamış oluyordu. Çünkü Kemalizm özellikle orduda bir güç olarak göründüğünde, ordunun gücünü temsil ediyor sayıldığında “siyasal yaklaşım” bu büyük gücün vaadettiği güçlenme imkânlarının çekiciliğine kapılmamazlık edemezdi. 12 Mart bu beklentinin tersini kanıtlayınca Kemalizmin faziletleri ilerici hareketleri bıçakla kesilir gibi durdu. Böylece bu defterde kapanmış sayıldı. Evet yanılmıyoruz, adım adım şeriat Atatürk’ün Cumhuriyeti’ne, Cumhuriyetimize saldırmaktadır. Buna dur demenin bir yoluda 29 Martta seçimlerde 12 Mart ve 12 Eylül’lerin yaratmış olduǧu AKP’yi geldiǧi yere acil servisle geri göndermektir. Tercihinizi doǧru düşünerek yapın.
Hasan Hüseyin Arslan, 16/17.03.2009. Evde gece saat 23.00’de
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.