4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
959
Okunma
Hiç düşündünüz mü?
Bütün varlıkların bir çakmak taşından çakan kıvılcım gibi Yüce yaratıcının ol emriyle start alarak big bang sonrası bir anda ortaya çıktığını!
Hiç düşündünüz mü?
Yirmi birinci yüzyıl bilgi, birikim ve teknolojik imkanlarıyla daha yeni, yeni anlama imkanı sağladığı big bang teorisinin bin dört yüz yıl önce “Ratkan fefetekna huma” ayeti ile İslam dininin kutsal kitabı olan kur-an’da yer aldığını!
Üstünde yaşamakta olduğunuz şu her şeyiyle çok mükemmel olarak tanzim edilerek, atmosfer dediğiniz bir fanus içinde istifadenize sunulmuş olan dünyanızın güneşten kopma bir ateş parçası olduğunu.
Hiç düşündünüz mü?
İçi hala fokur, fokur kaynamakta olan, adına dünya dediğiniz kürenin soğumuş kabuğu üzerinde nasıl güven ve emniyet içinde yaşadığınızı!
Dünyaya gelmeden önce yok olduğunuzu ve yokken bir anda var olduğunuzu!
Hiç düşündünüz mü?
Çevrenizde her gün gördüğünüz tüm canlıların, cansız diye nitelediğiniz kapkara ve kupkuru bir topraktan nasıl yaratıldığını!
Yiyerek yaşamınızı devam ettirdiğiniz nimetlerin lezzetlerini, size tebessüm ederek bakan rengârenk çiçeklerin çeşit, çeşit mis gibi kokularını, sizin dertlerinizi paylaşmak istiyormuşçasına çevrenizde uçuşan cıvıl, cıvıl kuşların, başınızın üstünde dönen rengârenk kelebeklerin heyecanını!
Hiç düşündünüz mü?
Semadaki yağmur denizinin başınızdan aşağıya sel olup akmayıp ta, yağmuru yaratanın size olan sevgisinden dolayı damlalara bölünerek rahmete dönüştürdüğünü!
Mikro âlemden, makro âleme yani atomlardan gezegenlere, kadar canlı cansız her şeyin sizin ilgi ve bilgi alanınıza sunularak sizden onlarla ilgilenmeniz, onları ve onların yaratıcılarını ve yaratılış sebeplerini incelemeniz istenmiş olabileceğini!
Hiç düşündünüz mü?
Çevremizde uçup bizi sürekli rahatsız eden sivrisineğin, nasıl olup da kanatlarını bizim göremeyeceğimiz kadar hızlı hareket ettirdiğini!
Dünyamızın dönmesine rağmen sanki başımız dönmesin, midemiz bulanmasın diye dönüşünü bizi gizlediğini!
Hiç düşündünüz mü?
Karpuzun, kavunun, portakalın, sair meyve ve sebzelerin kabuklarının kaliteli birer ambalaj görevi gördüğünü, bu meyvelerin tatlarının ve kokularının korunması için özellikle bu ambalajların içine sizin için paketlendiklerini!
Hiç düşündünüz mü?
Gece yarısı siz uyurken, ansızın meydana gelebilecek bir depremin bulunduğunuz şehri, evinizi, arabanızı, işyerinizi yerle bir edebileceğini, dünyada sahip olduğunuz her şeyi bir kaç saniye içinde kaybedebileceğinizi!
Hiç düşündünüz mü?
Zengin yatıp ta sabahleyin Kızılay yardım çadırında çorba kuyruğuna girebileceğinizi, belki bir kaç yakınınızı kaybetmiş olmanıza rağmen, yıkılan evinizin enkazı arasında can vermediğinize, her şeye rağmen hala yaşamakta olduğunuza sevinebileceğinizi!
Hiç düşündünüz mü?
Hayatınızın büyük bir hızla gelip geçtiğini, bir gün güçten düşerek yaşlanacağınızı, güzelliğinizi, sağlığınızı, gücünüzü hiç farkına bile varmadan yavaş, yavaş kaybedeceğinizi ve kaybetmekte olduğunuzu!
Bir gün, hiç beklemediğiniz bir anda kendinizi Allah’ın görevlendirdiği ölüm meleğinin karşısında bulup, bu dünyadan ayrılma zamanınızın geldiğini bildireceği anı!
Hiç düşündünüz mü?
Peki, insanların kısa sürede terk edecekleri bir dünyaya neden bu kadar çok bağlandıklarını!
Ve asıl yapmaları gerekenin ebedi hayatta iyi bir yaşam standardı kazana bilmek için çaba göstermek olması gerektiğini!
EDİSONUN GECELERİMİZE NUR SERPEN AMPULU KEŞFETMESİNE RAĞMEN ÖLÜP HERKES GİBİ KABRİN KARANLIK DUVARLARI ARASINA TERKEDİLMİŞ HALİYLE SENDEN AYDINLIK DUASI BEKLEDİĞİNİ.
HİÇ DÜŞÜNDÜNMÜ?
İnsan Allah’ın düşünme yeteneğine sahip olarak yarattığı bir varlıktır.
Ne var ki, insanların çoğunluğu bu çok önemli yeteneği veriliş gayesine uygun önemli işlerde gerektiği gibi kullanmazlar.
Hatta her insan için en önemli bir mesele olması gerektiğine inandığım!
Yaratılış ve sonrasını hemen, hemen hiç düşünmediklerini söyleyebileceğimiz insanların sayısı korkunç boyutlara varmış bulunmaktadır.
Yaratılış gayesinin bilinmesinin önemi!
Niçin yaratıldığını bilmeyenin nasıl yaşayacağını bilemeyeceği adına çok ama çok önemlidir.
Oysa her insan, kendi iradesine tabi olmayan bir düşünme yetenek ve kapasitesine sahiptir.
İnsan bu kapasiteyi kullanmaya başladığında o güne kadar fark edemediği gerçekler kendisi için açığa çıkmaya başlar, eşya ve hadiseler görünen maddi yönlerinden ziyade gözle görülemeyipte, akıl ile anlaşılan ve kalp ile his olunan manevi birer mesaj niteliği taşıdığı gerçeğiyle yüz yüze gelir.
BU, DÜŞÜNCEDE DERINLEŞTIKÇE DÜŞÜNME ALANI GENIŞLER, KAPASITESI GELIŞIR, BÜTÜN EŞYA VE HADISELER ARASINDAKI SEBEP SONUÇ ILIŞKILERINI INCELEME VE IRDELEME MERAKI DOYMAK BILMEYEN BIR ARZU, BITMEK BILMEYEN BIR LEZZET ATMOSFERINE DÖNÜŞÜR.
BAŞI BOŞLUKTAN, KIYMETSIZLIKTEN, TESADÜF OYUNCAKLIĞINDAN KURTULUP KÂINATIN YARATILIŞ SEBEBI SAYILACAK KADAR ÖNEMLI BIR KONUMA YÜKSELIR.
Düşünen insanlar olmadan kâinatın olamayacağı, olsa bile bir mana ifade edemeyeceği gerçeğine çok basit sorgulamalar neticesinde ulaşılabilir.
İnsanın boyunu aşacak gibi büyük görünen bu büyük iddia, zannedildiği kadar korkunç, korkulduğu kadar karmaşık değildir.
Yeter ki çevremize bırakılmış olan trafik levhaları niteliği taşıyan uyarıcıları gereken dikkat ve basiret ile okuyup anlamaya çalışalım.
İşaretler bizi çağrıldığımız yere götürecektir.
Yani herhangi bir resmin, ressamın kalem veya fırçasından çıkarak sergi salonunda yer alması, resimde ortaya konulmaya çalışılan zerafet ve güzelliklerin tali maksatları olmakla beraber, en öncelikli ve önemli amacı ressamın kimlik ve kişilik yeteneklerini gösterme arzusundan kaynaklandığı hükmüne varmak, dahi olmayı gerektirmeyecek kadar basit olsa bile düşünmeyi gerektirecek bir iştir.
Yeter ki insan düşünmesi, kafasını yorması gerektiğinin farkına varsın.
Bu makalenin amacı ise düşüncede önem ve öncelikli meselelerin tespitinde, düşünülecek konu ve kavramların seçiminde yardımcı olmaktan ibarettir.
Gereği gibi düşünmenin yollarını göstermektir.
Çünkü düşünmeyen insan gerçeklerden tamamen uzak kalacak, yanılgılar ve yanlışlıklar içinde gerçek amacından uzak bir hayat sürecektir.
Bunun Sonucunda ise dünyanın yaratılış amacını, kendisinin yeryüzünde bulunuş sebebini kavrayamayacaktır.
Akıl sahibi biz insanların amaçsız gayesiz hedefsiz hiç bir iş yapmadığımız varsayımından hareket edersek, bizi akıllı ve mantıklı yaratan Allah’ın da hiç bir şeyi amaçsız, gayesiz, hedefsiz yaratmış olduğu düşünülemez.
Madem her şeyi bir amaç istikametinde yaratmıştır. O zaman bizim için en önemli olan vazife yaratılış gayemizi tespit ederek o gayeye uygun olarak yaşamaya gayret göstermek olmalıdır.
Bu gerçek Kuran’da şöyle bildirilir:
Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım. Zariyat suresi ayet 56
Bu ve benzeri ayetlerden insanların ve cinlerin (akıl ve irade sahibi olup kazanma ve kaybetme yeteneğine sahip yaratıkların.) Allah tarafından ibadet için yaratılmış oldukları anlaşılmaktadır.
Elbette ki yaratılışın biri yaratana diğeri de yaratılana bakan iki yönü bulunmalıdır.
Yaratıcı kendisine bakan yönünü genelleme içinde, kendi varlığının bilinmesi, mülkünün olmayan ortaklara farazi bile olsa taksim edilmemesini, ona karşı muhabbetin ve itaatin sembolü olan ibadetin yapılması isteği ile birlikte yaratmış olduğu mahlûkatının yaşam imkânlarını temin etmek olarak belirleyip bildirmiştir.
Dolayısıyla her insanın başta kendisinin, daha sonra evrende gördüğü her şeyin ve yaşamı boyunca karşılaştığı her olayın yaratılış amacını düşünmesi gerekmektedir.
Zaten düşünmenin insan hayatındaki önemini biraz olsun anlamış olan filozof “DÜŞÜNÜYORUM ÖYLE İSE VARIM.” diyerek önemli bir gerçeğin altını çizmiştir.
Bu iddiaya muhalefet olsun diye düşünmüyorsam yok mu olurum! Diyenlere bizde şöyle diyebiliriz. “DÜŞÜNEREK VARLIĞIN VE VARLIĞININ FARKINA VARMAYANLARIN VARLIĞI İLE YOKLUĞU ARASINDA BİR FARK YOKTUR”
DÜŞÜNMEK! Varlığın, kendi varlığının, varlığı var edenin varlığını fark edip, kendine karşı, yaratılmışlara karşı, yaratıcıya karşı sorumluluğunu his etme yeteneğinin adı olsa gerektir.
Hayata anlam, eşya ve hadiselere kıymet kazandıran bu önemli yeteneği, veriliş gayesi istikametinde kullanmayan bir insan gerçekleri ancak öldükten sonra Allah’ın huzurunda hesap verirken anlar!
Ama artık çok geç kalmıştır.
O gün pişmanlık kimseye bir fayda sağlamayacaktı.