- 1047 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Belleğin Kara Kutusu
Onun varlığının tek göstergesi bu, anlam içeriyorum diyen bu anlamsızlık yığını. Amblemsi, soyut, karanlık işaretler, bu şekilsiz şekiller yığını.
Üst üste dizilmiş, atılmış, bırakılmış veya duvarlara asılmış, yapıştırılmış, tutunmuş, tutturulmuş, dağınıklığı toplanmış, aslında bütün toplanılmışlığı dağılmış, bu anlamsız anlamlar yığını.
Tablolara, kitap raflarına, gardoraplara, aynalara, pencere kenarlıklarına benzeyen eşyalardan oluşan bir yığın, tanıdık ve gördük eşyalardan bir yığın ama hiç görmediğimiz ve tanımadığımız bir yığın. Dağınık,anlaşılmaz ama aynı zamanda derli toplu ve anlaşılır şekiller içeren şekilsiz bir yığın. İçimizdeki bu yığın, belleğimiz.
Geçmiş zaman ölmüyor, o sadece saklanmakta içimizdeki kara kutusunda...
Hiç organize edilmemiş bir durum.
Her şeklin kendine ait rengini içinde kaybettiği bu karanlık yığın. Seslerin küflendiği, düşüncelerin nem tuttuğu bu organik mağara, bu dipsiz uçurum, bu sahipsiz şato, bu ölüsüz mezarlık.
Gölgesine gotik bir atmosfer yükleyen bu heyula, adımları ağır, sessizliği korkutucu, gelişi esrarengiz, varlığı çekici, bu sureti tanıdık ama hiç görmediğimiz yabancı kimse, yabancı yer.
Bu bizsiz benlik, bu sonsuz yersizlik.
Cesaretine korku yetiştiremediğimiz bu içsel derinlik. İçimizdeki çürümüşlük, işte bu belleğimiz. Çoğalıyor solucanlar parçalandıkça, çoğalıyor düşüncelerimiz kendi kendine ana toprağında. Çok eski şarap sandıkları, kırık masa bacakları, dağılmış sandalyeler, paslı kurna başlıkları, küf- lü çatal, bıçak, kaşıklar ve daha bir sürü kaybolmuş, kullanılmaz eşyalar. Sahibini bekleyen bir yığın. Anlamsızlığın anlamının saklandığı kovuk. Tutunulmaz boşluk. Belleğin kara kutusu.
Her biri tekbaşına bir renk taşırken, birarada sadece siyah olan bir sürü eşya.
Yaldızı dökülmüş aynalar, sokak levhaları, kapı kollukları, merdiven basamakları, mermer toplar, zarflar, at başlıkları, demir gülleler, herbiri birarada yeni bir şekil alan bir sürü eşya artığı. Herbiri renksiz, sadece siyah. Siyahı bir renk saymıyorum, renk yaşamın esansıdır. Bu siyah yığın yaşamıyor, yaşamsız ama ölü de diyemiyorum, ölü değil ama yaşamıyor.
Siyah bir kutunun içinde hepsi. İçinde ölü olmayan bir tabut gibi boş herşey. Siyah bir kutunun içinde bütün bu eşyalar, öylece duruyorlar ve belki de bekliyorlar, bir ölüyü bekliyorlar, içlerine alacakları ruhu bekliyorlar.
Bellek hali bu, cansız ama ölü değil, yaşamsız değil, ruhları ölmemiş bir eşya yığını bütün
yaşanmışlık.
Kişinin belleği, hayatın belleği, insanlığın belleği. Hepsi birarada ve bir kara kutuda.
Siyah bir yığın benim kendi belleğim, aynı başkalarının kendi belleğini algıladığı gibi bir yığın. Hayat gerçeğinin, geçmişliğinin algılanış şekli hep aynı. Yaşamın sırrına erme şekli karanlık. Sarmaşıkların yediği, yok ettiği bir sütunun varlığına varmak, babillon kulelerinin taşlarını kum yığınlarında arayıp bulmaktır bu karanlık. Sahipsiz bir yığın. Zamanın mimarlığına tanık olmayı bekliyor, inşasına başlanıp gerçek şeklini görmeyi bekleyen kurulmamış bir evren bu siyah yığın.
Külçeleşmiş haliyle dans etmeyi bekleyen bu katı, soğuk demir kütlesi. Bu kara dağ.
Bu soyut ülke bir kaşif bekliyor, ne zaman çıkacağız yolculuğa?
Zaman, yitirdiğimizi sandığımız anda karşımıza çıkan bir orospudur, o herkese bir tarih yazar.
O herkesle aynı şekilde yatar, önce belleğini karartır ve sonra üzerinden yaşamın esansını çalar.
Bir rengin yoktur artık tekbaşına ve katılırsın bu karanlık yığına. Kullanılmayan bir musluk kadar olur anlamın. O musluğa can veren, yaşam katan, ondan akan suydu zamanında ve şimdi su yok diye ölü o musluk. Zaman seni içine alan tabut, zaman çağırıyor seni yine, gir içine ve öl.
Yaşamak istiyorsan, duyma zamanın bu çağrısını, yaşam esansını çaldırma, eşyalaşma sakın.
Bellek dışında bırak ruhunu, zaman onu içine alamadıkça çıldıracak ölümsüzlüğüne.
Kokunu, rengini ve ruhunu bu kara kutuda bulduğun gün öldüğün gündür.
Yaşam belleğinin kara kutusunun dışında heryerde...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.