- 1041 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YAZMALAR YETİM KALDI
M.NİHAT MALKOÇ
Aynı meslekten olanların birbiriyle evlenme ihtimali doğal olarak daha yüksektir. Çünkü aynı meslekten olanlar genellikle aynı zevkleri ve aynı mekânları paylaşırlar. Bu da daha çok yüz göz olmalarına zemin hazırlar. Bu doğal karşılaşmalar gün gelir aşka, aşk da olgunlaşınca günün birinde evliliğe dönüşür. Ülkemizde ve dünyada bunun sayısız örneğine şahit olabilirsiniz. Romanyalı ressam Ernestine ile Türk ressam ve şair Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ölümsüz aşklarını bilenler bilir. Hayat, bu iki resim ustasını aynı karede buluşturmuştu. 1930 yılında tanışan bu güzel çiftin daha sonra kitap haline de getirilen sevgi ve hasret yüklü aşk mektupları tabir caizse sandıklar dolusudur. Sonunda aynı yastığa baş koyan ve Eren adını alan Ernestine ile Bedri Rahmi’nin evliliğinin ilk ve tek meyvesi 1939’da dünyaya gelen ve babası gibi bir sanatkâr olan Mehmet Hamdi Eyüboğlu’dur.
Mehmet Hamdi Eyüboğlu hiçbir zaman babası kadar şöhretli olamadı; belki böyle bir şeyi tercih etmedi. Fakat yaşadıkça güzel işler yaptı ve babasının yolundan gitti. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun oğlu Mehmet Hamdi Eyüboğlu da her fani gibi hayata gözlerini yumdu. Trabzon kökenli olan, ABD, Kanada gibi birçok ülkede kaldıktan sonra son yıllarda hayatını İstanbul’da sürdüren Mehmet Hamdi Eyüboğlu değerli yazar Sabahattin Eyüboğlu’nun da yeğeniydi. Mehmet Hamdi Eyüboğlu, babası Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan kendisine miras kalan yazmacılık sanatını devam ettirmeye çalışıyordu. Onun hayat öyküsünü Mehmet Akif Bal’ın kaleme aldığı “Trabzonlu Ünlü Simalar” adlı eserden sizlere aktarmak istiyorum:
“Yazma sanatçısı Mehmet Hamdi Eyüboğlu 1939 yılında İstanbul’da doğdu. Maçka ilçesinden Prof. Dr. Bedri Rahmi Bey’in ve Eren Hanım’ın oğludur. İlk ve ortaöğrenimini Fındıklı Örnek İlkokulu’nda, Fransız St. Joseph Lisesi’nde ve Kabataş Erkek Lisesi’nde tamamladı. Maya Galerisi’nde açılan yazma sergisinin hazırlanışında çalıştı. İlk baskı ve boyamalarını yaptı. 1960 yılında Kanada’ya gitti ve orada mektupla tanıştığı Fransız Kanadalı Hughette Bouffard’la evlendi. 1962 yılında ABD’de New Jersey Fairleight Dickinson Üniversitesi’nden burs kazandı ve Kanada’dan Amerika Birleşik Devletlerine geçti. Amerika Birleşik Devletleri’nde Philadelphia, California, Chicago ve New Jersey eyaletlerinde Bedri Rahmi ve Eren Eyüboğlu sergilerini açtı. 1966 yılında okuduğu üniversitenin Pazarlama ve İstatistik bölümünden mezun olarak Türkiye’ye döndü. 1969–1975 yılları arasında İlsan, Roche ve Nasaş’ta araştırmacı ve pazarlamacı olarak çalıştı. 1976 yılında babası Bedri Rahmi’nin vefatı üzerine önemli bir değişim geçirdi; ailesini ve işini bırakarak annesi Eren Hanım’ın yanına döndü. Baba mesleğini yapmaya başladı. Uzun bir aradan sonra yazma sergileri açtı. 1977 yılında kalıp oyma dalında kendi buluşu olan yepyeni bir teknik geliştirdi. İlk kez Eren Eyüboğlu kalıpları oydu ve 1977–1992 yılları arasında çok sayıda sergi açtı.”(1)
Yazma ustası Mehmet Hamdi Eyüboğlu, babasının yaptığı gibi bir yabancıyla evlenmeyi tercih etmişti. O, Kanadalı Hughette ile evliydi. Mehmet Hamdi Eyüboğlu’nun eşi Hughette’nin anılarını içeren “Kanadalı Bir Gelinin Türkiye Anıları” adlı kitap, kendini bir Türk gibi hisseden birinin duygu ve düşüncelerini yansıtmaktadır. Okunmaya değer olan bu kitabın arka sayfasında eserin içeriğine dair şu ifadeler yer alıyor: “Bu anılar, bir Türk’e âşık olmuş, onunla evlenmiş, içinde yaşadığı toprak ve kültürden ayrılıp bambaşka bir toprak ve kültüre dâhil olmuş bir kadına ait; Türkiye’ye gelen bir geline. Kanadalı Hughette Hanım Türk resminin seçkin isimleri Bedri Rahmi - Eren Eyüboğlu ailesinin gelini. Ülkemize gelir gelmez, kültür ve sanat dünyamızın en önemli ve en renkli isimlerinin arasında buluyor kendini; yeni vatanını onlarla tanıyor... Mehmet Eyüboğlu’nun eşi olan, sağlık sektörüne önemli hizmetler veren, sürekli çalışan ve üreten Hughette Hanım’ın anıları, Türkiye’nin çalkantılı yıllarının ve aydınların başına gelenlerin trajik öyküsünü aktarıyor bize...”
Mehmet Hamdi Eyüboğlu iyi bir evlat örneği veriyordu. Zira babasının kitaplarını uzun yıllardan beri o, yayına hazırlıyordu. Özellikle annesi Eren Eyüboğlu’yla babası Bedri Rahmi Eyüboğlu arasındaki aşk mektuplarını bir araya getirdiği kitaplar önemlidir. Bu mektuplar bir dönemin sevgi tarihine düşülen notlar olarak da kabul edilebilir. İlginçtir ki bu mektuplar muhataplarına Türkçe değil, Fransızca yazılmıştır. Bu kitaplarda el yazısıyla yazılan mektuplar, zarflar, desenler, resimler, fotoğraflar da yer almaktadır. Onun, babası Bedri Rahmi Eyüboğlu ile amcası Sabahattin Eyüboğlu arasında gidip gelen, birbirinden güzel olan ve edebî bir üslupla kaleme alınan mektupları “Kardeş Mektupları” adıyla yayına hazırladığını da belirtmek istiyorum. Mehmet Hamdi Bey’in anne ve babasına olan derin sevgisini ve muhabbetini aşağıdaki sözlerde bütün açıklığıyla ve çıplaklığıyla görebiliriz:
“...Babamı 21 Eylül 1975’te, annemi 29 Ağustos 1987’de yitirdim. Her ikisinde de çok sarsıldım. Bir daha geriye gelmemecesine yuvalarından uçan bu güzel insanlardan geriye kalanlara, akıllıca sahip çıkabilmek için çok zaman, güç ve para harcadım. Her ikisinin de çok özel ve güzel insanlar olduklarını, aklım ilkokul çağlarında kesmişti. Çevremizde bir sürü ana, baba vardı. Ama bizimkilerin havaları bambaşkaydı. Sergileri bir başkaydı. Konuşmaları, tartışmalar bir başkaydı. Eşleri, dostları, gelenleri, gidenleri bir başkaydı. Yemeleri, içmeleri bir başkaydı. Her ikisi de çok sevgi dolu insanlardı. Hayret ederlerdi; şaşarlardı. Çok okurlardı. Çok severlerdi. Her zaman, her yerde, herkesi severlerdi. Yedikleri sevgi, içtikleri sevgi, soludukları bile sevgiydi. Her günümüz bir şiir tadındaydı. Coşkulu insanlardı. Babamın kaç kere Ankara’da Saman Pazarı’nda bir kilim satıcısında gördüğü bir kilim karşında heyecanlanıp uzun süre ağladığına şahit olmuşumdur. Çok çalışkan insanlardı. Yaşam sarhoşuydular. İnsan gibi güler, insan gibi ağlar ama devler gibi çalışırlardı...”(2)
Mehmet Hamdi Eyüboğlu, yazmacılığa gönül vermiş, adeta sevdalanmış bir insandı. O bu işe sadece emeğini değil; sevgisini ve göz nurunu da katıyordu. En büyük gayesi babasının da felsefesi olan ‘güzeli çoğaltmak’ düşüncesini diri kılmaktı. O, güzeli çoğaltmak ve geniş kitlelere yaymak için yazmacılık geleneğini yaşatmaya çalışıyordu. Onun yazmacılıkla ilgili şu duygu ve düşünceleri bu arzuyu açıkça ortaya koymaktadır: “Motiflerimizin gönüllere girme, akılda kalma, insanları mutlu etme, onlara neşe, yaşama sevinci verme özellikleri var. Evrensellikleri var. Bizim motiflerin yayılma özellikleri var. İşte ben buna inandığım için yazmacı oldum. Buna ikna olduğum için çok özen gösteriyorum tezgâhıma... Bugün buradaysa diyorum ‘bizim yazmalar, yarın Çin’dedir.’ Ve benim yediveren ustalarım, annem babam yüreğimin taa içindedir. Onlara olan sonsuz sevgim, saygım, mesleğe olan aşkım, beni ayakta tutuyor. Ustalarıma olan sevgiyle eriyip yok olasım geliyor.
‘Erimek belirsizce her şeyde / Karışmak sulara, ‘yazmalara’… / Sinmek, kokusuna mor menekşenin / Yaşamak, damar damar, nefes nefes /Yaşamak, tükene tükene…’
İşte ben de böyle, damar damar, nefes nefes eriyorum yazmalarımda. Benim yazmamı eline alan Bedri Rahmi’nin yüreğini tutuyordur elinde… Eren Hanım ağacının dalındadır, yaprak yaprak… Onları yaşatmaktı dileğim. Kalıplarımı gözyaşlarımla oyuyorum. İçlerine de canımı katıyorum. Onların ne kadar has, ne kadar özlü olduklarını bildiğim için, işlerini kendi özümle sulandırsam bile, gayet iyi biliyorum ki, değerlerinden hiç bir şey kaybetmeyecekler. Onların kişilikleri o kadar kuvvetli ki, sevgileri o kadar yoğun ve katıksız ki, çoğalmayla tatsızlaşmıyorlar. Zaten Bedri Rahmi’nin ellili yıllarda yazılarını izleyenler Bedri Rahmi’nin de yazmaya yönelmesinin asıl nedeninin ‘güzeli çoğaltmak’ olduğunu pek iyi anlayabilirler. Peki! Ben neresindeyim bu işin? Ben bir yazma emekçisiyim. Boyasından fırçasına, bezinden kalıbına... Alaettin lamba fitilinden, su pompasına kadar her taşın altındayım. İşi götüren benim, biricik eşimle hayat arkadaşım ve can yoldaşım Hüget Gelinle. Çalışan, ustalarımı alın terimle yaşatıyorum. Kendim de ‘Kandilli Yazmaları’na vurgunum. O yönde bir şeyler yapmaya çalışıyorum.”( Sanat Çevresi Dergisi–1989)
Kalamış’taki babadan kalma atölyesinde babası Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan öğrendiği yazmacılık sanatını sürdüren, bu sahada öğrenciler yetiştirerek bu sanatın silinip gitmesini önleyen Mehmet Hamdi Eyüboğlu doğrusu yaşadıkça güzel işlere imza attı. O, çok zor şartlar altında olsa da sanat değeri tartışılamayacak eserler üretti. Çalıştı, didindi, başardı.
Mehmet Hamdi Eyüboğlu, yazma sanatının yaşayan en büyük isimlerinden biriydi. O, annesinin ve babasının tahta kalıplarını bulup onları bir anlamda yeniden diriltti. O, Kalamış’ta anne-babasından miras kalan evde kendi halinde mütevazı bir hayat yaşıyordu. ‘Onun hayatı kalıplar, boyalar ve kumaşlardan ibaretti’ dersek sanırım abartmış olmayız.
Merhum Mehmet Hamdi Eyüboğlu zor yıllar geçirdi. Kalp ve böbrek rahatsızlığından muzdaripti. Son dönemlerde tabir caizse hastanelerde süründü. Türk yazma sanatına önemli eserler kazandıran bu büyük ustayı küstürdüler. Hastanelerde kötü muamele gördü. O kadar çaresiz kaldı ki bir gün gazetelere bir ilan verdi. “Çok sevdiğim Türk halkına, belki de bu son seslenişimdir.” diye başlayan ilanda Türkiye’deki sağlık uygulamalarına da vurguda bulundu. Amacı şikâyet değildi. Kendi yaşadıklarını başkalarının da yaşamasını istemiyordu. Mehmet Hamdi Eyüboğlu’nun hastanede yaşadıkları tam bir trajediydi. Hastanede doktorunun tavsiye ettiği yemekleri yedirmemişler ona; yatağından kaldırıp hareket ettirmedikleri için sırtında yaralar oluşmuş, hatta kendisine özel olarak temin edilen yatağını bile altından çekip almışlar. Türkiye’nin önemli bir sanatkârına yapılan bu muameleler gerçekten düşündürücüdür. Onun, Zaman gazetesinde yayınlanan serzenişinin bir kısmını sizlerle paylaşmak istiyorum:
“2008 Aralık sonunda evimde rahatsızlandım. Ailem hastaneye kaldırılmama karar verdi. Beni, Kartal Koşuyolu Devlet Hastanesi’ne kaldırdılar. Orada iki günü bir odada geçirdikten sonra, rahatsızlığım yeniden baş gösterince, bu sefer yoğun bakım ünitesine yolladılar. Orada anlatılamayacak bir zaman süresi geçirdim. Yuvarlak hesap on gün kadar bir süre ama asla unutamayacağım bir on gün… Çok koydu bana!
Koğuşumda iki yatak ötede yatan hanımefendi, kalbine pil taktırmış Almanya’da. Allah’ım o piller bizim koğuşta birden canlandılar… Şakır şukur atmaya başladılar… Her çarpışta hasta yerinden sıçrıyor ve ‘Yeter ölmek istiyorum’ diye bağırıyordu. Bu üç gün böyle sürdü. Yazık değil mi? Hem hastaya hem de buraya şifa bulmak için gelen bana…
Geceleri koğuşumuzda yatan on dört, on beş hastayla meşgul olan bay ve bayanlar, sırra kadem basıp yok olduklarında, geri kalanlar sakin ve konforlu bir şekilde kikirdeştiler. Hatta saçları güzel örülmüş, güzel gözlü bayan nadide kuş sesleri çıkararak gecelerimize renk kattı. Olur mu bu? Sanki bizim halimizle dalga geçiyor gibiydiler…
Adı üstünde yoğun bakım ünitesi! Allah’ım ne bakım, ne yoğun… Kimseyi yermek için değil lafım. Dikkat edilirse seslenişimi sağlık kuruluşlarına değil, Türk halkına yapmamın nedeni budur. Arkadaşlar, burada sorunlar var. Benden söylemesi, sizden de çözmesi…”
Eyüboğlu, yazmacılıkta önemli bir insandı. Büyük bir Türk ressamı ve şairi olan Bedri Rahmi Eyüboğlu’yla yine büyük bir ressam olan Eren Eyüboğlu’nun biricik oğluydu o... O, aynı zamanda Fenerbahçe Kulübü’nün stattan sorumlu yönetim kurulu üyesi, Yüksek Divan Kurulu Üyesi ve Sarı Lacivert Derneği Başkanı Rahmi Eyüboğlu’nun babasıydı.
Birbirinden güzel ve özgün yazmalarıyla Türk sanatında iz bırakmıştı Mehmet Hamdi Eyüboğlu… Yazmalarıyla tanınan Eyüboğlu, Antalya, İçel, Adana, İzmir, Bursa ve Trabzon gibi sayısız kentte kişisel sergiler açmıştı. Sanatçı en son yazmalarından oluşan 90 eserlik bir seçkiyi Eczacıbaşı Sanal Müze’de sergilemişti. Yetmiş yıllık ömrüne çok şey sığdırmıştı o... Onun birbirinden renkli ve güzel yazmaları kültürümüzde layık olduğu yerde yaşayacaktır.
Her yaşayan canlı bir gün ölecek elbette. Fani olan bu dünyada hoş bir seda bırakıp göçmenin gayreti içerisinde olmalı insanlar… Zira hoş bir seda bırakanlar hayırla ve rahmetle anılacaklar. Ünlü yazmacı Mehmet Hamdi Eyüboğlu’nun cenazesi Altunizade’deki Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii’nde kılınan öğle namazından sonra Küçükyalı’daki aile mezarlığında toprağa verildi. Bu büyük yazma ustasına Allah’tan rahmet diliyoruz.
Dipnotlar:
1. Mehmet Akif Bal, Trabzonlu Ünlü Simalar ve Trabzon’un Ünlü Aileleri, Çatı Yayınları, İstanbul 2007, s.320
2. Bedri Rahmi-Eren Eyüboğlu Aşk Mektupları 1932–1933, Yayına Hazırlayan: Mehmet Hamdi Eyüboğlu, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul Kasım 1995 s.5
İlk Yayın: Mortaka Dergisi/Bahar 2009/12. Sayı
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.