şubat çığlığı
Üzerime çöken yorgunluğun hâkimiyetindeyim.
Uyuşukluğuna sığındığım hayat gülücükleri
Solgun ve bir o kadar endişeli
Geçmişten çıkardığım hasret nöbetleri
Yazmak için kendime tövbeli
İnsan
İşte
Yaşamak için değil de
Yaşlanmak İçin yaşıyor
Ve kendinden gidenlere anlam veremiyor. Kasvetli bir havanın pencereden içeri süzülen ışıkları her ne kadar mor ve kadife bir renge bürünse de…
Mutluluk çığlığı atamıyor insan. Karışık duygular içerisinde seçeneklere gidip gelen yüreğim, bir solukluk can olmak için kendisinden geçiyor.
Ölüm neredesin diye uyarırken kendini sert cümlelerle, düzgün cevapları bulamıyor insan. Hayat gidiyor usulca kimsenin umurunda olmuyor. Eskiyen resimlerde kalan anlık tebessümler eskiyi her daim mutlu kılıyor. Küçük bir tebessüm yerle bir ediyor şimdiyi. Şükür denen mizanın darasını almadan gözden geçirdiğimiz gelecek kaygısı; iyice içimizde derinleşiyor.
Kendimize yakıştıramadığımız aşk kavramı, içimizdeki hayvanı vahşileştiriyor. Kırbaçlasak ta o vahşi hayvanı… Elimizde sadece hüzün kalıyor. Kırık tebessümlere bıraktığımız yersiz anılar… Umut denen zincirin çürük halkası gibi.
Ne zaman kopacak bu film?
.hayatta ki anlamlı ve bir o kadar anlamsızlığa yolculuk
Ne zaman bir son bulacak.?
Samimi değiliz hiç birimiz, içimizde sakladığımız kötülükleri ve iyilikleri özgür bırakmıyoruz. Zamansız itiraflar etki bırakmasa da yaşanılanlara, varlığına varlığımızı harcadığımız dünyaya adeta gerçekmişçesine tapıyoruz.
Oysa varlık ondan başka kimsenin değil….