- 708 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MEYHANECİ SÜLEYMAN ABİ.
Galatasaray postanesinin önünden Balık pazarı boyunca uzanan yolun Balo Sokağı ile kesiştiği köşede meyhanesi vardı. En fazla bir veya iki çeşit, özelliği olan yemek hazırlayarak müşterilerine ana menü olarak ikram eden, orta büyüklükte, sıcak ortamıyla canlı müzikle hizmet veren bir restaurant. Sahibi Rizeli, 50 yaşlarında Süleyman amca, ancak ona amca dememize çok kızıyor. Bizim yaşlarda, yani 20 li yaşlardaki iki oğlu Mehmet ve Ramazan onun yardımcıları ve beraber çalışıyor olmalarına rağmen ona Abi diye hitap etmemizi istiyor. Biz de öyle yapıyoruz.
Alkollü içki kullanmadığım halde, sırf Beyoğlu sakini olduğum için, bazı okul arkadaşlarımın emin, güvenli, kazıksız bir ortamda kafaları çekmek istediklerinde, onları götürdüğüm sıcak ortam. Ev sahibi gibi davrandığımız ve masamıza “ müessesemizin ikramıdır “ denilerek, nazik jestlerin yapıldığı hoş bir yer.
Bu tür geceler, ertesi günkü okul sohbetlerinde geniş yer alıyor, yankı uyandırıyor.
Geceye katılanlar, kendince Beyoğlu’nda güzel bir ortamda eğlendiğini anlatırken, ortamın sıcaklığını ve benim hatırşinaslığımı ön plana çıkararak “ bizimle çok ilgilendiler” veya “ masamıza şunlar ikram edildi” veya “ sanatçı mikrofonu bizim masaya bıraktı” veya “ adeta bir lokantada yemek yer gibi hesap ödedik “ gibi iltifatlar yapılıyor.
Meyhanenin sahibi kilolu, uzunca boylu ve güzel giyimli Süleyman abi, her gelen masayla bizzat ilgileniyor, ilk siparişleri özellikle kendisi alıyor, o masaya bir garson atadıktan sonra diğer işlerine bakmak üzere ayrılıyor. Çoğunlukla her masanın ilk kadeh kaldırmalarında, bazen oturduğu yerden, bazen de masaya gelerek onlara eşlik ediyor. Zaten kendi oturduğu masasında da kadehi daima dolu duruyor.
Gelenlerin çoğu tanıdık veya bu samimi ortamı seven müşterilerden oluşuyor. Masalar birbirine yakın ve ortam sıcak olduğundan gelenlerin eğlendikleri her hallerinden belli oluyor. Müzisyenler çoğunlukla müşterilerle beraber müzik yaptıklarından, daha çok seviliyorlar. Klasik müşteri - müzisyen ilişkisi yok.
Gecenin bitimine yakın, masalar toparlanıp, müşteriler gittikten sonra hesaplar toplanıp, garsonlara gerekli ödemeler yapıldıktan sonra Süleyman abi için gece yeni başlıyor. O anda orada bulunan ve onun tarafından sevilen kişilere şöyle teklif yapıyor.
_“Hadi, eğlenmağa cidelum”
Çoğu zaman bu teklifi yaptığında, ayakta duramayacak kadar içmiştir. Hatta bu yüzden, oğulları ile sık sık tartışmalar yaşandığını biliriz.
Bir seferinde oğlunun isteği üzerine, onun da samimiyetine ve beni sevdiğine güvenerek “ Süleyman abi, bu gece yeterince içtin, neden bu saatten sonra eğlenmeye gitmek istiyorsun” dediğimde bana dönüp, yüzünü buruşturarak,
_“Hafuz, şimdiye kadar çendi meçanımda mesai yapaydum. Müşterilerumi eğlendurdum, şimdi da ben eğlenecağum. Yalavuz ha buni oğullarum anlamayi “ diyerek, hem oğullarını sitemle karışık şikâyet etmiş, hem de gece yarısından sonraki süreçte hizmet veren bir başka içkili mekâna gitmesinin gerekçesini kendince izah etmişti.
O zamanlar, insanları eğlendirmekle yükümlü görevlilerin kendi görev yerlerinde eğlenemediklerini hiç düşünmemiştim.
İnsanların görev ile eğlence anlayışının arasında, başkalarının anlayamayacağı ve yaşamayanın bilemeyeceği türden bir ince çizgi var.
Buna benzer bir olayda ise;
Bir sınav dönemi öncesi ders çalışmak amacıyla Dolapdere’ de bir arkadaşımın evine birkaç günlüğüne misafir olmuştum.
Geceleri nerdeyse sabaha kadar ders çalışıp, gündüzleri geç vakte kadar uyuduğumuz bir dönemdi. Bitişik dairenin, duvar komşusu olan odasından sabaha karşı çok güzel keman sesi geldiğini fark edince, bir süre sonra bu sesi gecenin sessizliğinde bekler duruma gelmiştik. Saat 03.00 sularında yan dairenin kapısı açılır, bir süre sonra bazen tanıdık şarkılar, bazen de hangi şarkı olduğunu anlamadığımız, ama müthiş uyumlu ve güzel nameler duymaya başlardık.
Gecenin o saatindeki, sessizliğinde bile bu profesyonel beceriden kimsenin rahatsız olacağını sanmıyorduk. Çünkü keman sesinin, bu denli dinlendirici ve insan ruhunu, dimağını okşayıcı olduğunu yeniden keşfetmiş gibiydik.
Bir sabah okula gitmek üzereyken, kapıda rastlaştığımız komşumuzla, dostça selamlaştıktan sonra öğrenci olduğumuzu, keman sesini adeta bağımlı gibi beklediğimizi ve tebrik ettiğimizi söyledik. 25 yaşlarında güzel giyimli bir arkadaştı.
Müzikten az buçuk anladığımı ima ederek;
_“Dün gece çaldığınız muhteşem bir şarkıydı ve ben şimdiye kadar hiç duymamıştım” dediğimde, şöyle cevaplamıştı.
_“Maksim’ de keman sanatçısı olarak çalışıyorum. Gece boyunca gazinoda çaldığımda, belli bir düzen, disiplin içerisinde müşterileri eğlendirmeye yönelik olarak görev yapıyorum. Ya müşterinin veya sanatçının istediği şarkıya eşlik ediyorum. O an canım istese bile, ne kadar duygulanırsam, duygulanayım, benim arzuma göre olan şarkıyı çalamıyorum. Dolayısıyla ben eğlenmiyorum, sadece görevimi bir an önce hatasız olarak bitirip, istirahata çekilmeyi düşünüyorum. Ama mesaim bitip te, eve geldiğimde sadece kendime ve kafama göre, çoğunlukla notaya bağlı olmadan eğlenmek için çalıyorum. Bu nedenledir ki, bir önceki gece çaldığımı, ses kayıt cihazına kaydetmemişsem bir sonraki gece çalamam.” demişti.
Eğlendirme görevini üstlenenlerin de, aynı işi yapan bir başka mekânda eğlenmeye gittiğini görmek, geceler boyunca enstrüman çalan birinin mesai bitiminde sadece kendine çalarak eğlenmesi, insanı şaşırtıyor olsa da, buna benzer örnekleri başka alanlarda da görmek mümkün sanırım.
İşini severek yapan, görev bilinci ve sorumluluğunu taşıyabilenlere mesai sonundaki eğlence helal olsun.
Tıpkı Meyhaneci Süleyman abi ile kemancı arkadaş gibi.
Saygılarımla.
Mart_2009
Ecz. Abdulkadir Nur GÖRDÜK
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.